MURATCAN ZORCU
KOÇ ÜNİVERSİTESİ TARİH BÖLÜMÜ’NDE DOKTORA ÖĞRENCİSİDİR.
Kişisel bir hikâyeye hoş geldiniz. Hikâyemiz son üç dört aydır kolektif bir bilinçle hareket ediyor. Gün geçtikçe daha kolektif hale gelecek. Ama şimdi hikâyeyi başa saralım. Üniversite yıllarında derslerimi takip ederken bir yandan tanıdıklarımla sohbet ediyordum, diğer yandan lise yıllarından beri biriktirmeye çabaladığım birbirinden değerli dostlarımla yılda bir iki kez buluşuyorduk. (İstanbul’da kapılarını aşındırdığım kıymetli büyüklerimden şimdilik bahsetmeyeceğim.) Bu süreçte de Feyzi, Berk, Alparslan, Engin ve Bahadır en yakın dostlarım oldular. Her zaman muhabbetlerinden memnun ayrıldım. Ama özellikle Alparslan’la 2010’lu yılların sonlarında Moda Sahili’nde, Kanyon’da, Boğaziçi kampüsünde yaptığımız gezintiler diğerlerinden başka bir özellik taşıyordu. Dünyayı değiştirmek fikri ana temamızdı. Herhangi bir film yönetmeni bir filmle toplumu çevre felaketine karşı duyarlı hale getirebiliyorsa Türkiye’nin en önemli üniversitelerinden birinde okuyan biz, niçin böyle bir çaba içine girmiyorduk? Bu fikirsel temellerle bir defterimi ‘proje defteri’ ilan edip her konu hakkında karalamalara başladım. Bu karalamaların hepsi nedense kişisel bir blog fikrine çıkıyordu; yazacaktım ve 19. asrın büyük insanları gibi bir şeyleri değiştirecektim. Hem heveslerin hem de amatörlüğün getirdiği çabalarla her yılın eylül ayında ağustosta zihnen pişirdiğim blog açma fikrini fiiliyata döküyordum. Ekimde kasımda bir şekilde içerik üretebiliyordum ama dönem sonu yaklaşıp final sınavları ve assignment’lar biriktikçe blog konusundaki hevesim kaçıyordu.
Bu blog açma çabam Blogger ve WordPress üzerinden üç dört yıl kadar devam etti. Sonrasında Mart 2020’de pandemiyle evlere kapandığımızda çok güzel bir proje ilgimi çekti. Gergedan Dergi internet üzerinden çok kıymetli bir ekiple güncel, sağlam içerikler hazırlıyordu. Eski fikirleri ısıtıp önümüze sunmuyordu. Bu süreçte, kıymetli dostum Oğul Tuna’nın davetiyle yoğunluğum müsaade ettikçe ben de yazılar yazmaya başladım. Gergedan Dergi’de yazarken kişisel bir blog fikrine saplanıp kalma gerekçem, lise yıllarında çıkardığım Tarih Silsilesi dergisi sırasındaki deneyimlerimden ileri geliyordu: Dergicilikteki devamlılığın önündeki ana sorun, çoğunlukla matbaa masrafları ve içerik üretim sıklığı olmuştur. Bu deneyim bana sürekli ket vuruyordu.
2021 yılı, kendimi kısıtladığım meselelerden arındığım bir yıl oldu. Yüksek lisans tezimi yazarken gündüzleri çalışıyor, geceleri de moda bir tabirle ‘boş yapıyordum’. Pandeminin bizleri eve kilitlemesi buluşmaları bilgisayar ekranlarına sıkıştırınca kıymetli dostlarımla daha sık görüşmeye başladık. Pandeminin getirdiği sıkıntılarla sosyal medya hesaplarına -ama özellikle Twitter’a- birçok akademisyen ve akademisyen adayı katıldı. Bu hesapların sosyal medyayı aktif olarak kullanmaya başlaması sonucu oluşan “networking” insanları yakınlaştırdı; müsait vakit yaratıldığında da buluşmaların önünü açtı. Bunlarla birlikte, 2021 pandeminin bir önceki yıla göre hafiflediği bir yıl oldu, aşılama hızlandı; pandemi döneminde tanıştığımız insanlarla oturup sohbetler ettiğimiz bir yaz geçirdik. Eylül ayına girerken de yeni okul heyecanı sarmıştı beni.
Bir gece bilgisayar başında epifani (seküler anlamda kullanıyorum) anımda ise bu projenin zamanının geldiğini düşündüm. Sanki yıllardır hazırlandığım bir projenin tezahürüne şahit oldum. O günün sabahında yakın arkadaşlarımla kahvaltı yapmış, sonrasında Amerika’daki bir arkadaşımla Zoom üzerinden görüşmüştük. Güzel tesadüflerin peş peşe gelmesiyle, matbaa masraflarını sanal ortamı kullanarak, devamlılığı da yıllık planlarla aşmanın mümkün olduğunu düşündüm. En azından her yıl, yirmi altı kişiye kendi uzmanlık alanlarında yazılar yazdırmak kotarılamayacak bir iş değildi. Bu fikirlerle, uzmanlıklarına güvendiğim en yakınımdaki beş kişiye mesaj attım. Hepsi de olumlu görüş bildirince projelendirmeye başladım. Ofisimde bir hafta içerisinde yaklaşık otuz-otuz beş kişiye ulaştım. Olumlu dönütler beni ciddiyete yaklaştırıyordu, yapılması elzem şeyleri en kısa zamanda tamamlıyordum.
16 Eylül 2021 gecesi başlayan projelendirme çabaları, 25 Ekim 2021 tarihi geldiğinde çok da kolay olmayan bir tekâmül sonrasında tamamlandı. Yazarlar belirlendi, yazarlarla konular üzerinde görüşüldü. Hisarüstü’nde meseleyi daha derinden öğrenmek isteyen yazar dostlarımla beyin fırtınası yapıldı. Kişisel bir çaba kolektif bir çabaya dönüşüyor, hem de ekip büyüyordu. İlk görüştüğümüz editör adayımız haklı sebeplerle ‘affını isteyince’ yeni bir editör aramaya koyuldum, Nazlı Esen Albayrak editörümüz olarak çalışmayı kabul etti; ilgisine teşekkür ediyorum. Aynı şekilde, rica ettiğimde beni kırmadan hemen çalışmaya koyulan Ece Konuk’a da logo tasarımımız için teşekkür ediyorum.

Özetle, kendilerine iddialı bir şekilde Bugünü Miras Edenler diyen bir ekibin çabalarıyla ortaya çıkacak olan sitemize hoş geldiniz. Gerekli şartları sağlayabilirsek, yarınlara kalmak için yayımlanacak, sosyal bilimlerin çeşitli alanlarında yazılacak yazılarımızı yıllık olarak çıkacak matbu kitap aracılığıyla da sizlere ulaştırmayı planlıyoruz. Konularımızın genel kategorilerini sitemizdeki listede görebilirsiniz. Her yedi günde bir Cuma sabahları saat onda sizlerle olacağız. İlk yazarımız ise Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü son sınıf öğrencisi Batuhan Aksu. İlk yazısında, IŞİD’in Ortadoğu’da yok ettiği tarihî eserleri ve bunun sebeplerini tartışıyor. Daha fazlası için sitemizi ve sosyal medya hesaplarımızı takip etmeyi unutmayın!
Adresimiz: yarininkulturu@gmail.com


Yorum bırakın