Röportajcı: Emir Gürsu
İstanbul Medeniyet Üniversitesi Tarih Bölümü’nde yüksek lisans öğrencisiDİR.
Prof. Dr. M. Tayyib Gökbilgin, Türkiye’nin önde gelen tarihçilerinden biridir. Yayımladığı tezler ve çalışmalar, hâlâ birçok tarihçinin başucu kitapları arasındadır. Yarının Kültürü olarak Tayyib Bey’in yaşamını, ailesini ve bilimsel çalışmalarını 21 Haziran 2023 Çarşamba günü oğlu Altay Gökbilgin’e sorduk. Bu güzel sohbeti sizlerle paylaşmaktan onur duyarken Altay Bey’e misafirperverliği için minnettarlığımızı sunuyoruz.

EG: Efendim bizleri evinize kadar kabul ettiğiniz için öncelikle teşekkürlerimizi sunuyoruz. Röportajımıza başlarken aile tarihini dinleyebiliriz. Evet Gökbilgin’leri sizden dinleyelim.
AG: Şimdi, şöyle başlayalım: Soyadı Kanunu 1934’te çıktığı zaman Gökbilgin kelimesini düşünüyor babam. Gökbilgin’i alıyor. Çünkü benim dedelerimin lâkapları Çakırzade ve Hocazade. Bunları düşünerek Çakır’ı Gök olarak tercüme ediyor, Hoca’yı da Bilgin olarak. Onun için Gökbilgin oluyor.
EG: Peki, masanın üzerindeki fermanların mahiyetini öğrenebilir miyiz?
AG: Burada şecere de var ama… Abdülhamid’in ve diğer padişahların fermanları. Bunlar rahmetli babamın dedelerinden bahseden fermanlar. Ordu’da ulema oldukları için IV. Mustafa, II. Mahmud, Sultan Abdülhamid tarafından verilen tevcihatlar. Kısacası bunlar aile evrakı. Meselâ, burada kimin ismi geçiyor? Oğlunuz Abdullah Rüştü. Bu mesela babamın bir tek abisi, Yunan Savaşı’nda ölüyor. Bu adam ayrıca çok büyük hukukçu. Zamanının Adalet Bakanı olacak seviyede, çok büyük rüştiyelerden rütbeleri var.

EG: Burada da Deniz Hastanesi’nden Dr. Mustafa Rahmi diyor.
AG: İşte babamın amcasının torunu. Bu beyefendi Askerî Doktor Kasımpaşa’da. Kulak Burun Boğaz mütehassısı. Ve babamın da abisi pozisyonunda. Evlendiğinde onun şahidi oluyor. Nişanlıyken Macaristan’a gittiğinde, babamın ilk eşiyle evlenmesinden önce tabii, babama “Bu kız burada bekliyor, ağlıyor, gel!” diye yazıyor. Kulağını çekiyor.
EG: Şimdi rahmetli babanızın akademik kariyerini dinleyelim. Arkanızdaki fotoğrafı çekildiğinde İstanbul Üniversitesi’nde mi?
AG: Evet. Osmanlı Müesseseleri ve Medeniyeti Tarihi kürsüsü. Ama Osmanlı Müesseseleri ve Medeniyeti Tarihi kürsüsünün tesisi daha geç olmuş olabilir, çünkü babam 1955 yılında profesör oldu. Bu kürsünün tesisi 1960 küsurlarda.
EG: İlk talebeleri de Mübahat (Kütükoğlu) Hoca vs.
AG: Yok, ilk talebesi Nejat Göyünç. Ondan sonra Mübahat Hanım. Salih Özbaran onun asistanı. Mehmet İpşirli yine onun öğrencisi. Babam ama orada bir süre yalnızlık çekiyor. Çünkü talebeleri dağılıyor. Nejat Bey, Konya’ya gidiyor. Ankara Hacettepe’ye gitti biri, sonra. Ben bunu şeyden biliyorum, babamdan yazı istiyorlar. Hocam ne oldu, yazınız gelmedi, gecikti gibisinden.

EG: İstanbul Üniversitesi’nden teşekkür belgesi de var burada.
AG: Tabii.
EG: Tayyib Bey’in Osmanlı kayıtları hakkında İtalyanca kayıtlara da nüfuzu vardı değil mi?
AG: 1958 yılında Türk Tarih Kurumu ile Giorgio Cini Vakfı arasında imzalanan bilim adamı değişimi antlaşmasına dayanarak ilk Türk namzedi babam olmuştur. Ve 1958 yılında Venedik arşivlerinden ilk defa Osmanlı yazmalarını çıkartıyor. Bu vesileyle, 1958 yılında Venedik ve İtalyan arşivlerinde yaptığı çalışmalarla Kanunî Sultan Süleyman dönemi belgelerini hukuk, ekonomi, diplomasi alanlarında da önemli yer tutan ahitname metinlerini yeryüzüne çıkarmıştır. O sıralarda Papa’yla da görüşüyor. O sırada Mollazade var, o Mollazade meselesi çok enteresan. Eski bir Türk profesör. Fakat Hristiyan oluyor. Ve ondan sonra kardinal oluyor, Papa’nın yanında. O zaman da Türkiye ile İtalya arasında, kültür antlaşması yapılıyor. Sonra devam ediyor. Ama şu anda bilmiyorum ne durumdadır?
Ayrıca, babam üniversiteye girdiği zaman DTCF’ye, bir bakıma zaten Fransızcası biraz vardı. Macarca’yı öğrendi. Almanca’yı da orada tahsil etti. Latince’ye hâkim oldu. Yani oradan çıktığı zaman Fransızca, Almanca, Latince ve Macarca’ya hâkim olarak çıktı. Babamın fırlayıp ilerlemesinin sebebi bütün kaynaklara sahip olmasıdır. İslâm Ansiklopedisi’ne babamın maddelerine bakın, ondan sonra yeni maddelere bakın. Yeni maddelerde sadece bir Türkçe bibliyografya var. Bizimkisinde, yani babamınkinde ne kadar var, kıyası siz yapın!
MZ: Altay Bey, mesela masanın üzerinde güzel bir eski yazıyla fotokopi var, bunun ne olduğunu öğrenebilir miyiz?
AG: Tabii. Bu da babamın jurnalinden bir sayfa. Evet, mesela Ekim 1928. Arkasında yeni harfli hali var. Biraz yalnızlık çekiyor olmalı, okuyayım sizlere. “Ruhumun elem ve zevk dakikalarından hatıramla baş başa kalamıyorum. Ancak benliğimde, maneviyatımda bir sarsıntı ve melal hissettiğim zaman ihtiras ve arzularımı haremimde bulunacak olan hatıra defterime dökebiliyorum. Nedense bu akşam çok meyusum. Evvelce çok nadir… Arkadaşların çokluğu beni ruh yalnızlığından kurtaramıyor. Bilmem nasıl olacak? Bir haftadan beri çok şayan-ı dikkat bir hadise olmadı…”
EG: Buradan evrakın kapsamını da görüyoruz. Hoca neleri araştırmış, neleri araştırma aşamasındaymış.
AG: Bunlar da böyle kitapların arasından çıkan kağıtlar. Notlar. Ne olduğunu bilmediğim şeyler. Mesela burada fişler var. Mesela babamın bütün sigara içtiği kâğıtlar. Eskiden Yenice içerdi. Onun iki kat arasında şu kâğıtlar olurdu. Bunlar kartoteks.
EG: Onları kullanacak. Hemen fiş.
AG: Bu sigara kâğıdında mesela ne yazıyor? Tacizade Cafer Çelebi’nin İstanbul Fetihnamesi isimli makalesi…
EG: Sohbetimizin sonuna yaklaşırken refikaları hanımefendiyi dinleyelim sizden.
AG: Annem. Annem akademisyen değildi. Annem varlıklı bir ailenin kızıydı. Ve Sivas Gürün’den idiler. Babamın esasında ikinci evliliğiydi. Annemin de ikinci evliliği oldu. Babam ilk eşinden, evlendikten sekiz ay sonra vefat ediyor eşi doğum esnasında, çocukla beraber. Ondan sonra bir iki sene bekar kalıyor. Ondan sonra annemle karşılaşıyorlar. Annemle evleniyor 1943’te. Zaten 1945’te de benim kız kardeşim doğuyor. 1947’de de ben doğuyorum. Çok mutlu bir yaşayışları oldu. Birbirlerine daima sevgi ve saygı içerisinde yaşadılar. Ve bağlıydılar. Dolayısıyla biz evimizde bazen bir şey sorduğumuz zaman “Git annene sor” derdi. Anneme giderdik, “Git babana sor” derdi. Ona tamam dedi derdik, ona da tamam dedi derdik. Biz Nişantaşı’nda oturuyorduk. Nişantaşı’nda Topağacı’na doğru. Ve 1960 yılına kadar. Ve orada çok enteresan başka bir şey yaşadık. Bizim birkaç ev aşağımızda Romen tarihçi Deçei Aurel. Babamın çok yakın dostuydu. Ondan sonra orada büyük kütüphanesi vardı. Günün birinde bu yok oluyor. Arıyorlar tarıyorlar yok. Polis arıyor yok. Öldü mü ne oldu? Sonunda adamcağızın o büyük kütüphanesi sahaflarda falan satılıyor. Polisler arıyor, gazeteler yazıyor, yok. Bundan on beş sene kadar sonra babam Romanya’daki kongreye gittiği zaman Kongre’den sonraki resepsiyonda birdenbire karşısına Deçei çıkıyor. Meğer, bunu Romen gizli polisi yakalıyor, hapse atıyor. Ve bu kadar sene hapiste kalıyor. Çünkü bu bağımsız Romanya grubundandı. Sonra babamla sarılıyorlar, sevişiyorlar, öpüşüyorlar. Yani böyle enteresan bir vaka yaşandı. Ayrıca eklemek isterim ki, aralarındaki çok yakın ilişkiyi bilhassa detaylı olarak Mihail Guboğlu’nun 1982 yılında “Prof. Tayyib Gökbilgin Hatıra Sayısı”nda basılan Tarih Enstitüsü Dergisi‘ndeki “Prof. Tayyib Gökbilgin Hakkında Anılarım ve Onun Eserlerinde Romen Ülkeleri” adlı makalesinden öğrenmekteyiz.
EG: Bu enteresan olay hakikaten garip bir hikâye. Bizi evinizde ağırladığınız ve rahmetli babanızdan kalan şeyleri gösterdiğiniz için çok teşekkür ederiz.
MZ: Evet, ben de Yarının Kültürü’nün temsilcisi olarak bu sohbete eşlik ettiğim için size teşekkürlerimi iletiyorum. Umuyorum yayınladığımızda bir kopya sizinle de paylaşırız.
AG: Asıl ben teşekkür ederim. Eylül’de Türkiye’ye geri geleceğim, görüşürüz yine.
M. Tayyib Gökbilgin Kimdir?
Ordu’da doğdu. Dedeleri, Samsun’un Çarşamba kazasında kadılık ve müderrislik yaptıklarından yörede Hocazâdeler diye anılan bir aileye mensuptur. Babası Hacı Mehmed Emin Efendi’dir. İlk öğrenimini Çarşamba’da yaptı. İstiklâl Savaşı sırasında ara verdiği tahsilini Samsun, Erzurum ve Trabzon muallim mekteplerinde tamamlayarak 1929’da Aşkale köy okulunda meslek hayatına başladı. 1936’ya kadar öğretmenlik yaptıktan sonra aynı yıl açılan Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Hungaroloji Bölümü’ne girdi. Yan disiplin olarak da Tarih Bölümü’nün Yeni ve Yakınçağlar dersleriyle Latince, Fransızca ve Almanca derslerini takip etti. 1936-1939 yıllarında hocası László Rásonyi’nin teşvikiyle yaz aylarında Macaristan’da Keszthely ve Debrecen yaz üniversitelerine devam etti; Macar Millî Arşivi’nde staj yaptı. 1940’ta “Osmanlı Tarihi’nin Macarca Kaynakları” adlı teziyle fakülteden mezun oldu. 1 Mart 1943’te Yeni ve Yakınçağlar Kürsüsü’nde doçent olarak göreve başladı. 1955’te profesör oldu. 1961’de yeni kurulan Osmanlı Müesseseleri ve Medeniyeti Tarihi kürsüsünün başına getirildi. 13 Temmuz 1977’de emekli oluncaya kadar bu görevini sürdürdü. Ayrıca Edebiyat Fakültesi bünyesindeki İslâm Tetkikleri Enstitüsü müdürü oldu ve kürsü başkanlığının yanı sıra bu vazifeyi de yürüttü. 2 Haziran 1981’de vefatına kadar ilmî çalışmalarına devam etti.
Kaynak: Mübahat S. Kütükoğlu, “GÖKBİLGİN, M. Tayyib”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/gokbilgin-m-tayip (11.08.2023).

Yorum bırakın