25 Ekim 2023, İstinye
Kıymetli Yarının Kültürü okuyucuları,
Bildiğiniz üzere on dokuzuncu yüzyılın sonuyla yirminci yüzyılın başındaki matbuat aleminin satırlarını takip ettiğimizde yaygın bir uygulamayla karşılaşırız. İnsan toplulukları arasında çeşitli iletişim kanallarının kurulabilmesi için mektuplar gazetelere gönderilir ve bir yerdeki mesele hakkında birinci ağızdan bir anlatı duyulur. Bu metin, bir yandan gerçeği yansıtmayı, yarına kalmayı amaçlasa da ideolojik veya çıkar temelli bir yanlış yönlendirme dahi olabilir; çapraz okumalarla meseleyi anlamaya çalışırız. Yarının Kültürü ekibi olarak birkaç yazarımıza teklif götürerek bizimle çeşitli konular hakkında mektuplar paylaşmalarını rica ettik. Biz başlatıyoruz, devam ettirecek olan sizlersiniz… Yayın programımızın sıkılığı ve yazar sirkülasyonu burada geçerli olmayacak. Bizimle mektup paylaştığınızda bir bölgedeki sesi yahut güncel bir mesele hakkındaki görüşü kamuya duyurmak için direkt sizlerle buluşturacağız. Mesela, geçtiğimiz şubat ayında Kahramanmaraş’ı, Malatya’yı, Hatay’ı yerle bir eden depremle ilgili haberleri sosyal medya araçlarından takip etmeye çalıştık. Böyle bir durum tekrar yaşanırsa duyurusu yapılması gerekenleri kaleme alıp bizimle paylaşabilirsiniz. Diğer bir deyişle, Yarının Kültürü’ne bir nebze de olsa katkı sağlayabilmek için mektup kabulüne başlıyoruz. Bu çerçevede ilk mektubu da ben Cumhuriyet’imizin kuruluşunun 100. yıl dönümünde yazmak istedim.

Telif hakkında sahip fotoğraf.
Öncelikle, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde Türk ulusunun uzun bir tarihsel mirasın neticesinde sinesinden çıkardığı cumhuriyet rejiminin ilanının yüzüncü yıl dönümü, “en büyük bayramdır, kutlu olsun!” Bayramımızı kutlarken derin bir üzüntü içerisindeyiz. Yalnız bu yıl birçok canımızı kaybettiğimiz Şubat depremleri değil, aynı zamanda cumhuriyetin ideallerinden vazgeçilmesi bizi üzüntüye gark ediyor. Bir devlet yurdunda asansör ihmalinin öldürdüğü gencecik kardeşimiz Zeren Ertaş’ı unutamayız, tıpkı Enes Kara gibi! Anaokullarında mescit meselesini tartıştık geçtiğimiz hafta, hatırlıyor musunuz? Uğur Mumcu’yu, Türkan Saylan’ı, Necip Hablemitoğlu’nu hatırlıyor musunuz? Elleri öpülesi bu insanların sayısı zaten bir avuçtu, bizler bu kişileri savunup koruyacağımıza karşı-devrimcilerin silahlarının altına attık. Ulusça sahip çıkamadık. Cumhuriyet Bayramı’mızı kutlarken bu üzüntümüzü paylaşmadan geçmek istemedim.
Öte yandan, Türkiye Cumhuriyeti’nin üç temel direği saldırı altında. İran’ın da rejiminin cumhuriyet olduğunu hatırlamakta fayda var. Türkiye’deki cumhuriyetin önemli bir anlamı, Kurtuluş Savaşı’nın en zorlu günlerinin bile TBMM’de yürütülmesiydi. TBMM, maalesef yeni yönetim modelinde artık işlevsiz. Cumhuriyet’in diğer anlamı medeni dünyada Türk yaşamaktı. Türkiye, düzensiz göçmenlerle dolan bir ülke oldu; medeni dünyadan uzaklaşıyoruz. Bu konuda ne haber yapılabiliyor ne bir veriye ulaşılabiliyor. Sosyal medyada tarafgirlikle yazılan yazıların saldırısı altındayız. Yarının Kültürü’nde bu yüzden bu konuyu değerlendiremiyoruz. Karanlıktayız, makul bir çerçeve çizilip veri paylaşılmadığı için çözüm araçları da geliştiremiyoruz. Cumhuriyetin en önemli anlamı, laiklik başta olmak üzere Atatürk inkılaplarıydı. İşbu inkılaplarla bizzat erki elinde bulunduranlarca mücadele ediliyor! “Elbet sabah olacak” ama bugünden başlamamız gerekiyor mücadeleye. Bu hatırlatmaları eklemeden Cumhuriyet Bayramı’mızın yüzüncü dönümünü kutlamak eksik kalır diye düşünüyorum. Mücadele ruhumuzu kaybetmemeyi düşünmemiz gerekiyor.
Bir meseleye daha değinip mektubumu sonlandıracağım. Geçtiğimiz haftalarda Türkiye’nin çevresinde meydana gelen savaş ve siyasi krizlerin ortasında burnunun kanamadığını yansıtan bir harita gördük. Bunun tek bir açıklaması vardı, o da çimentonun sağlamlığı ve akılcı politikaların sürmesiydi. Ancak akılcı politikalar artık sürdürülmüyor, ideolojisini yürütmek isteyen bir dinci dava mevcut. Sırbistan’ı yenen Türk kadın voleybol takımının ibadethanelerde yuhalatıldığını duyduk. Şu anki atmosferde cami kışla dikotomisini aştık; ancak pek çok uygulamada ve yaşam pratiklerinde caminin zaferini görüyoruz. Bu bize bu coğrafyada burnumuz kanamadan bir yüz yıl daha yaşayabilmemiz için caminin zaferini kırmamız gerektiğini gösteriyor. Mücadelemizi bu yolda sürdürmeliyiz.

Evet Cumhuriyet’imiz 100 yaşında. Geçtiğimiz yıl, Yarının Kültürü’nde bu meseleye değinen sevgili Gaye’nin cümlesi çok şey anlatıyordu: “Kimsesizlerin kimsesi Cumhuriyet şimdi yüz yaşında; bu sefer kendisi de kimsesiz bir halde.” Kendi mayasını bazen bir çiftçinin toprağındaki mesajda görüyoruz, bazen bir akademisyenin terör yuvası denen yerde kolektif çabayla yayımladığı Cumhuriyet’i anlatan kitapta. Bir sanatçının bestesinde, paletinde; bir sporcunun dalışında, smacında görülüyor. Ama dağınığız. Bu kişisel çabaların, Türkiye politikasındaki halktan kopuk anlayışın bertaraf edilip aynı ülkede yaşayan, aynı dili konuşan, ortak bir tarihe, geleneklere ve kültürel değerlere sahip insan topluluğuna, yani ulusa dönüşeceğini umut ediyorum. İlk yüzyılda başarmayı geçtik, kazanımlarımızı da tırmalattık. Sıra mücadelede, sıra 1923’teki ilanın gereklerini yerine getirmede!
Muratcan Zorcu


Yorum bırakın