MEHMET DURMAZ
HARVARD ÜNİVERSİTESİ’NDE ORTADOĞU ÇALIŞMALARI’NDA YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİDİR.

“Dünyanın yağmacıları yaptıkları tahribatla karayı tükettikten sonra denizi eşeliyorlar: Düşmanları zenginse açgözlüler, fakirse şan peşindeler; Doğu ve Batı onları doyurmaya yetmiyor. Zenginliğe ve fakirliğe aynı iştahla bakan bir tek onlar. Gaspa, katliama, yağmaya hüsnütabirle imparatorluk diyorlar ve bir yeri ıssızlığa dönüştürdüklerinde ona huzur diyorlar.”
-Cornelius Tacitus[1]
“Kestiğimiz ağaçların belki yirmi katını diktik. (…) Golf sahaları yapıldıktan sonra kalan ağaçların nasıl değerlendirildiğini, korunduğunu görmenizi isterim.”
-Özgür Cinkılıç (Otel Müdürü)[2]
2021 yılının temmuz ayı, felaketlerin üst üste geldiği Türkiye’de bir yangınla ilk kez burun buruna gelişimdi. Annemin babası tarafından memleketim sayılacak Belek’teyken nehrin hemen öteki yanındaki Manavgat’ta günlerce söndürülemeyecek bir yangın çıkmıştı. O yaz yangın yalnızca Manavgat’ta değil, Türkiye’nin ve hatta Akdeniz’in her yerindeydi. Görünen o ki devletin zayıflamış kurumları bu boyuttaki bir yangına hazır değildi ve hemen her yerde yerel halk (elbette olduğu kadarıyla devletin, halkın kalanının ve bir ölçüde de yabancıların desteğiyle) kendi imkânlarıyla yangının etki alanını azaltmaya çalışıyordu. Çabalar büyük oranda nafileydi çünkü hem coğrafi etki alanı bu kadar geniş, hem de bu kadar fazla merkezli bir yangını kontrol altına almak kolay iş değildi. Türkiye’deki her ciddi meselede olduğu gibi çok hızlı bir biçimde yanan ağaçlar, hayatını yitiren insanlar ve hayvanlar, bir daha yerine gelmeyecek ekosistemler unutulup bir algı savaşına girişildi. O günlerdeki çaresizlik, öfke ve korku kişiliğim üzerinde, çevremi, Türkiye’yi ve dünyayı algılayışımda, meselelere yaklaşımımda büyük bir etki bıraktı. Fakat uzun süre, sanırım bu yazıyı kaleme almaya başlayana kadar, o anki can alıcı soruya ciddi bir mesai harcamadım: Manavgat’ın ormanları neden yandı? Belek’in ormanları neden artık golf sahası? Akdeniz’in ormanlarına ne oldu?
Bu yazıda bu sorulara dönerek Akdeniz’in ormanlarının “pek doğal olmayan tarihi”ni, özellikle de John McNeill’ın The Mountains of the Mediterranean World kitabını kaynak olarak kullanarak açıklamaya çalışıyorum. Yaşadıklarımızı daha iyi anlamak için bu yangınları, golf sahalarını ve ormanları ait oldukları yere –uzun bir tarihe– oturtup birbirinden bağımsız gözüken bu sorular arasındaki bağlantıları kafamızda yeniden kurmaya ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.
Antiklerden Modernlere, Kilden Yörüklere
Bugün Akdeniz’de kıyı şeridinden, dağ geçitlerinden ve keskin virajlardan geçeceğiniz bir yolculukta karşınıza çıkacaklar az çok bellidir: Taş ocakları için delinmiş, çıplak dağlar; kalkerli topraklar; kekik, yasemin gibi bitkilere ev sahipliği yapan garigler – çalılıklar –; daha alçaklardaysanız en çok da pırnal meşe ve kermes meşesiyle dikkat çeken makiler ve eğer şanssızsanız geçtiğimiz yıllarda yanan ağaçlardan kalan kararmış topraklar.[3] Deniz manzarasının güzelliğine rağmen bitki örtüsü pek iç açıcı değildir. İskandinavya’nın ve yalnız biraz kuzeyimizdeki Balkanlar’ın ormanları kendi vadilerini ve dağlarını kaplarken neden Akdeniz – dünyanın en eski zeytin ağaçlarına ev sahipliği yapan Lübnan’dan Toroslar’a, Ege’den Endülüs’e – ağaçlarından mahrum? Belki bunun her zaman böyle olmadığını bilmek bu soruyu daha çetrefilli kılıyor.
Bir yanıt ararken ilk durağımız Akdeniz’in değişmez yapısı olacak. Bugün şahit olduğumuz, bitki örtüsünü büyük ölçüde yitirmiş ve ancak iskelet halinde kalmış dağlarda Akdeniz’in ekolojik kırılganlığının büyük bir etkisi var.[4] Kuzeybatı Avrupa’da ormanlık arazilerin tarıma açılması kısıtlı erozyona neden olurken Akdeniz’de çok daha ciddi bir erozyona ve tarımsal verimlilikte azalmanın yanı sıra bu arazilerin çoraklaşmasına, yeniden ormanlaşmasının zorlaşmasına neden oluyor.[5] Daha beteri, tarıma açılmış toprakların insanlar tarafından terk edilmeye başlanması, yeterince insan kalmadıkça terasların çökmesi ve sulama kanallarının zarar görmesi de yüzeyde toprak kaybına neden oluyor.[6] Bu tip keskin bir kısıtsa bugün ormanlarını hayranlıkla izlediğimiz pek çok bölgede bulunmuyor. Neticede Akdeniz’deki tarım arazileri varlıklarını sürdürebilmek için ince bir iplikte yürümek zorundalar, toprakta açılan yaralarsa daha kolay açılıp daha zor iyileşiyor.
Fakat, biraz önce bahsettiğim gibi, burası her zaman böyle değildi. Son Buz Devri bitip Akdeniz iklimi oturduğunda, yaklaşık 7000 yıl önce, Akdeniz bölgesi ormanlarla kaplıydı.[7] Her ne kadar Akdeniz medeniyetlerinin ortaya çıkışından önce de insanlar kısa vadeli tarım faaliyetleri dahil çeşitli nedenlerle ormanlara zarar verseler ve yerleşik tarımın yaygınlaştığı bölgelerde ciddi bir erozyona neden olsalar da toplumlarının ve dolayısıyla ekonomilerinin boyutları bıraktıkları hasarda kısıtlayıcı bir etken oldu.[8] Ancak Akdeniz’i bir uçtan öteki uca bağlayan ticaret ağlarının gelişmesi ve antik Akdeniz uygarlıklarının çok daha kompleks ekonomileri ve bu ekonomilerin desteklediği nüfuslarıyla ortaya çıkması işleri değiştirdi. Hem Antik Roma hem de Antik Yunan düşünürleri ormanların gitgide daha yüksek rakımlara çekildiğini gözlemlediler, büyüyen şehirler özellikle alçaktaki tarıma uygun ormanlık arazilerin ormanlardan temizlenmesi demekti.[9] Böylece Büyük Menderes gibi bölgeler tarıma açıldı, Anadolu tarihinde ilk ciddi erozyonları yaşadılar.[10] Fakat antik medeniyetler yalnızca karınlarını doyurmuyorlardı; bugün pek çok arkeoloji müzesinde gördüğümüz kil tabletler, uzun mesafeli ticareti kolaylaştıran sikkeler, ilk devletleri kurmalarını sağlayan silahların üretimi için yüksek miktarda keresteye ihtiyaç duyuyorlardı.[11] Theodore A. Wertime’ın tahminine göre Akdeniz sahil şeridinde kalan cüruflar ciddi bir metal üretimini ve bunun için de yaklaşık 200-300 bin kilometrekarelik bir orman arazisinin yok edildiğini işaret ediyor.[12] Kilden yapılan kap ve benzeri ürünlerin yaygınlığı, bir kil ocağının yakılması içinse Antik Yunan’da “1000 eşek yükü ardıç ağacı” gerektiği düşünüldüğünde medeniyetle birlikte gelen orman kaybının boyutu daha iyi anlaşılabilir.[13]
Medeniyetin çökmesi Akdeniz’in ormanları için kutlanacak bir şey değildi. Akarsu rejimlerinin bozulması ve alüvyon birikimi halihazırda Akdeniz’de bataklıkların yaygınlaşmasına ve sıtmanın Akdenizliler için alçak rakımlarda bitmek bilmeyen bir dert olmasına neden olmuştu.[14] Milattan sonraki ilk yüzyıllarda salgın hastalıklarla birlikte nüfusun azalması ve şehirlerin terk edilmesi, sıtmanın yerleşikliğiyle birleşince alçak arazilerde tarım yapmayı zorlaştırdı.[15] Yaygınlaşan küçükbaş hayvancılık, ormanların bu arazilere geri dönmesine engel olurken kaderine terk edilen tarım arazileri de kontrolsüz bir erozyon demekti.[16]
İşte bu bağlamda, özellikle Türk-İslam etkisinin artmaya başladığı Yüksek Orta Çağ’dan – yaklaşık 1000 yılından – itibaren Akdeniz’in dağları resmin daha önemli bir parçası olmaya başladı. Arapların Akdeniz’de yaygınlaştırdığı yeni sulama teknolojileri ve doğudan getirdikleri – şimdi Akdeniz’le epey özdeşleşmiş olan şeker kamışı, pamuk ve turunçgiller gibi – yeni ekinler Akdeniz sahillerindeki tarımsal üretimi hiç olmadığı kadar kârlı bir hale getirdi.[17] Özellikle Ortaçağ boyunca siyasi gerilimler, daha uzun bir süre eşkıyalık ve deniz haydutluğu ve kıyılardan eksik olmayan sıtmayla bu yeni üretim imkânlarının birleşmesi; yerleşik olmayan yaşam sürmeye devam eden grupların (Batı Toroslar’da özellikle yörüklerin) dağ yaşamıyla mevsimlik tarım işçiliğini bir arada yürütmesine sebep oldu.[18] Kıyıdaki imkânlar ve kısıtlar bir arada Akdeniz’in dağlarını daha yaşanılabilir kılıyordu. Amerikalar’ın Avrupalılar tarafından sömürgeleştirilmesi ve buradan yeni bitkiler getirilmesi Akdeniz’in tarihinde yeni bir kırılmaya işaret ediyordu: Fazla ürün veren ve yüksek rakımda yetişebilen mısır, hem besin olarak hem de sapının soğuk kış günlerinde yakıt olarak kullanılabilmesiyle “devrim niteliğinde”ydi.[19] Sonuç olarak Akdeniz’in dağları artan bir kırsal hayata ev sahipliği yaptı, yüksek rakımlı araziler tarihlerinde ilk kez bu derecede ormansızlaşmaya ve bunu takip eden erozyona şahitlik ediyordu. Anadolu’nun genelinde ciddi bir erozyon yaşandı, stepler genişledi ve dağlık arazilerde bitki örtüsü cılızlaştı.[20]

Akdeniz’in Büyük Dönüşümü
Yüksek rakımlarda yayılan bu yeni hayatla birlikte Akdeniz’in dağları için yeni bir sayfa açılmış olsa da yörüklerin sayıları ve dolayısıyla etkileri kısıtlı kaldı. Esasen insanların Doğu Akdeniz’de “neolitik çağ”a geçmelerini takip eden yaklaşık 12.000 yılda yeryüzündeki etkileri büyüktü. Yine de Akdeniz’in modernite öncesi dönüşümü, son 200-300 yıldaki büyük dönüşümün sürekli artan şiddetinin yanında çok daha sürdürülebilir ve belki de bir ölçüde telafi edilebilir gibi görünüyor. 19. yüzyılda Akdeniz, dünyanın geri kalanıyla birlikte, bir rejim değişikliğine gitti: Küresel bir sanayi kapitalizmi ve her yeri bu dünya sistemine entegre eden ekonomik ağlarla, devamlı bir nüfus artışıyla ve insanlığın çevre üzerinde artan yüküyle göze çarpan yeni bir rejim.[21]
Kapitalizmin getirdiği ekonomik büyüme her türlü yakıt, gıda ve hammaddeye ihtiyacı arttırırken ekonomik düzenin küresel niteliği geniş coğrafyalardaki taleplerin dar alanlardan arzla karşılanabilmesine neden oldu. Her ne kadar ticaret ağları Akdeniz’in çok uzun süredir önemli bir parçası olsa da bu ağların derinlere sirayet etmesi, talebin boyutu ve sistemin temelindeki her şeyi metalaştıran (ürünleştiren) ve kâr odağıyla çalışan mantık yeniydi. Uzun süre boyunca ticari ağlarda geri planda kalmış Antalya ve çevresi 19. yüzyılda Mısır’ın ahşap ihtiyacını karşılayarak yeniden ön plana çıkmaya başladı.[22] Başta Mısır’da yaşanan nüfus artışı ve ağaç yetersizliği, daha sonra Fransızların Süveyş Kanalı projesi ve sonunda da Mısır’ın hızlı ekonomik büyümesi Akdeniz’in ormanlarının büyük ölçüde ticarileşmesiyle sonuçlandı; bir kilometrenin üzerindeki rakımıyla ve kıyının gerisindeki konumuyla Akseki ormanları bile bu yeni ticari dalgadan nasibini aldı.[23] Yeni rejimin desteklediği nüfus artışıysa Mısır örneğindeki gibi yeni talepler yaratmanın yanı sıra gittikçe daha marjinal toprakların tarıma açılmasına ve dolayısıyla verimliliğin gittikçe azalıp erozyonun artmasına neden oldu. Nüfus artıp devlet teşviği ve ekonomik rasyonel insanları yerleşik hayata ittikçe insanların çevre üzerindeki maliyeti de arttı. Pek çok gezginin 19. yüzyılda halen notlarında bahsettiği ağaçlık alanlar, 20. yüzyılın ortalarına gelindiğinde seyrelmiş; göçebe çadırlarının yerlerini köyler ve çevrelerini yutarak büyüyen şehirler almıştı.[24] Türkiye’nin ekonomik kalkınma hikâyesinde baş aktörlerden olan “yollar ve köprüler” bu büyüyen yerleşimleri birbirine bağlarken daha fazla ormansızlaşmanın yolunu yaptı.
Yeni küresel sistemin temelinde ekonomik merkez ve çevre arasında bu sistemin sürdürülebilmesini sağlayacak eşitsiz ilişkiler yatıyordu.[25] Uluslararası siyasi ve iktisadi sistem; çevre ülkelerdeki ucuz ürün, hammadde ve iş gücünün karşısına merkezdeki pahalı ürün, hammadde ve iş gücünü koyan bir fiyat ve ücret ayrımı üzerine kuruluydu. Esasen kapitalist düzenin temelindeki bu eşitsizlik ekonomik olarak gelişmemiş ülkelerin kaynaklarının gelişmiş ülkelerce ucuza alınmasıyla birlikte “ekolojik olarak eşitsiz mübadele”lerin de temelindeydi. 2022’de yapılan sayısal bir çalışma yalnızca 2015 yılında “822 milyon hektar”lık alana denk bir maddi aktarımın gelişmemiş ülkelerden gelişmiş ülkelere yapıldığını tespit etti.[26] Türkiye bu sisteme eklemlendikçe ve özellikle son 40 yılda ekonomik sistemini serbestleştirdikçe küresel ve yerel sermaye de ormanları hem ticari tarıma açtı hem de tarımın sürdürülebilirliğini fiyat dalgalanmalarına emanet etti (iki şekilde de erozyonu ve ormansızlaşmayı büyüttü); Akdeniz turizmi için kıyıda kalan ormanlık alanları golf sahaları ve oteller, içeride ise madenler ve taş ocakları yaptı.
Sonuç olarak uluslarası ekonomik düzen, ulusal ekonomik kalkınma ve nüfus artışı, bizim önlem almamızdaki yetersizlikler, hep birlikte Akdeniz’in yapısını daha önce hiç olmadığı bir biçimde değiştirdi. Fakat son birkaç yazdır tekrar tekrar gelen ve Akdeniz’in ormanlarını vuran, bu yazının da çıkış noktasını oluşturan yangınlar geçtiğimiz iki yüzyıldaki büyük dönüşümün ve özellikle de İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gelen “büyük ivme”nin insanlık ve Akdeniz için çok daha büyük bir faturanın habercisi gibi görünüyor. Havadaki sera gazlarının oranının artmasıyla Akdeniz’de sıklığı artan sıcak hava dalgaları ve neticesinde çıkan orman yangınları, iklim bilimcilerin projeksiyonlarına göre yüzyılımızda –karbon salım seviyesindeki değişimlere bağlı olarak– olumlu senaryoda yüzde 14 oranında, olumsuz senaryo halindeyse yüzde 30 oranında artacak gibi gözüküyor.[27] Sıklığı her geçen gün artacak orman yangınları, halihazırda kırılgan olan Akdeniz’i daha da çıplak ve verimsiz hale getirip erozyonu körüklemenin yanı sıra neden olduğu karbon salınımıyla dünyayı bir kısır döngüye itme riski taşıyor.[28]
Manavgat’ın ormanları neden yandı? Akdeniz neden eskisi gibi değil? Bu soruların kolay bir yanıtı varmış gibi görünmüyor. Yediğimiz mısırdan ağırladığımız turiste, küresel kapitalizmden (buna pek değinemesem de) yerel siyasetçiye kadar pek çok fail var; hüküm vermekse çözüm bulmaktan çok daha kolay. Akdeniz’in ormanlarının bu kısa ama derin tarihi, bazı şeylerin, misal Akdeniz’in kırılgan yapısının ve insanların öyle ya da böyle o kırılganlığa dokunmanın yolunu bulmasının hiç değişmediğini, fakat bir yandan da artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını gösteriyor: Kırılgan bir coğrafyada, ince bir ipte yürüyoruz.
Kaynaklar
Amin, Samir. Unequal Development: An Essay on the Social Formations of Peripheral Capitalism. Çeviren Brian Pearce. New York: Monthly Review Press, 1976.
Hickel, Jason, Christian Dorninger, Hanspeter Wieland, ve Intan Suwandi. “Imperialist Appropriation in the World Economy: Drain from the Global South through Unequal Exchange, 1990–2015”. LSE Research Online Documents on Economics, LSE Research Online Documents on Economics, 01 Mart 2022. https://ideas.repec.org//p/ehl/lserod/113823.html.
Hürriyet. “Ormanları böyle katlettiler”. 31 Ekim 2007. https://www.hurriyet.com.tr/gundem/ormanlari-boyle-katlettiler-7585319.
McNeill, John Robert. The Mountains of the Mediterranean World: An Environmental History. Studies in Environment and History. Cambridge: Cambridge University Press, 2002.
Powell, Alvin. “Wildfires Are Much Worse than a Sign of Climate Change, Says Expert”. The Harvard Gazette (blog), 23 Ağustos 2023. https://news.harvard.edu/gazette/story/2023/08/wildfires-are-much-worse-than-a-sign-of-climate-change-says-expert/.
Ruffault, Julien, Thomas Curt, Vincent Moron, Ricardo M. Trigo, Florent Mouillot, Nikos Koutsias, François Pimont, vd. “Increased Likelihood of Heat-Induced Large Wildfires in the Mediterranean Basin”. Scientific Reports 10, sy 1 (14 Ağustos 2020): 13790. https://doi.org/10.1038/s41598-020-70069-z.
Tacitus, Cornelius. Agricola, Germany, and Dialogue on Orators. Çeviren Herbert W. Benario. Rev. ed. Indianapolis: Hackett Pub., 2006.
Wertime, Theodore A. “The Furnace versus the Goat: The Pyrotechnologic Industries and Mediterranean Deforestation in Antiquity”. Journal of Field Archaeology 10, sy 4 (1983): 445-52. https://doi.org/10.2307/529467.
[1] Cornelius Tacitus, Agricola, Germany, and Dialogue on Orators, çev. Herbert W. Benario, Rev. ed (Indianapolis: Hackett Pub., 2006), 45; İngilizceden çeviri yazara aittir.
[2] “Ormanları böyle katlettiler”, Hürriyet, 31 Ekim 2007, https://www.hurriyet.com.tr/gundem/ormanlari-boyle-katlettiler-7585319.
[3] John Robert McNeill, The Mountains of the Mediterranean World: An Environmental History, Studies in Environment and History (Cambridge: Cambridge University Press, 2002), 16-19.
[4] McNeill, The Mountains of the Mediterranean World, 2-7.
[5] McNeill, The Mountains of the Mediterranean World, 6-7.
[6] McNeill, The Mountains of the Mediterranean World, 6-7.
[7] McNeill, The Mountains of the Mediterranean World, 69-70.
[8] McNeill, The Mountains of the Mediterranean World, 69-71.
[9] McNeill, The Mountains of the Mediterranean World, 72-73.
[10] McNeill, The Mountains of the Mediterranean World, 74-77.
[11] Theodore A. Wertime, “The Furnace versus the Goat: The Pyrotechnologic Industries and Mediterranean Deforestation in Antiquity”, Journal of Field Archaeology 10, sy 4 (1983): 445-52, https://doi.org/10.2307/529467.
[12] Wertime, “The Furnace versus the Goat:” 452.
[13] Wertime, “The Furnace versus the Goat:” 452.
[14] McNeill, The Mountains of the Mediterranean World, 73-74.
[15] McNeill, The Mountains of the Mediterranean World, 85-86.
[16] McNeill, The Mountains of the Mediterranean World, 85-86.
[17] McNeill, The Mountains of the Mediterranean World, 87-88.
[18] McNeill, The Mountains of the Mediterranean World, 87-88.
[19] McNeill, The Mountains of the Mediterranean World, 89-90.
[20] McNeill, The Mountains of the Mediterranean World, 92.
[21] Burada kapitalizmin kökenleri, nerede ve hangi sektörde öncelikle ortaya çıktığı, ne zaman baskın ekonomik form olduğuyla ilgili tartışmalara girmiyorum.
[22] McNeill, The Mountains of the Mediterranean World, 246-48.
[23] McNeill, The Mountains of the Mediterranean World, 246-48.
[24] McNeill, The Mountains of the Mediterranean World, 286-92.
[25] Bu konuda bir klasik için bkz. Samir Amin, Unequal Development: An Essay on the Social Formations of Peripheral Capitalism, çev. Brian Pearce (New York: Monthly Review Press, 1976).
[26] Jason Hickel vd., “Imperialist Appropriation in the World Economy: Drain from the Global South through Unequal Exchange, 1990–2015”, LSE Research Online Documents on Economics, LSE Research Online Documents on Economics, 01 Mart 2022, https://ideas.repec.org//p/ehl/lserod/113823.html.
[27] Julien Ruffault vd., “Increased Likelihood of Heat-Induced Large Wildfires in the Mediterranean Basin”, Scientific Reports 10, sy 1 (14 Ağustos 2020): 13790, https://doi.org/10.1038/s41598-020-70069-z.
[28] Alvin Powell, “Wildfires Are Much Worse than a Sign of Climate Change, Says Expert”, The Harvard Gazette (blog), 23 Ağustos 2023, https://news.harvard.edu/gazette/story/2023/08/wildfires-are-much-worse-than-a-sign-of-climate-change-says-expert/.

Yorum bırakın