MELİSSA AYKUL
BERLİN FREIE ÜNİVERSİTESİ FİZİK BÖLÜMÜ’NDE DOKTORA ÖĞRENCİSİDİR.
Kalimerhaba!
Şairi kıskandırmaya Aegina’ya gitmeden hemen önce bir elimde frappe var. Size Atina’dan sesleniyorum. Öğleden sonra Pire Limanı’ndan feribotum kalkacak. Fakat gitmeden evvel Monastiraki Meydanı’ndan Mitropoleos Caddesi 44 numaraya yol alıyorum. Yarının Kültürü’nde daha önceki yazılarımı okuyanlar bilir; opera en büyük tutkum. Bu sabah erkenden yollara düşmeme sebep ise bu tutkumu küçük yaşta keşfetmemi sağlayan Maria Callas. Yalnız öyle kuru kuru yürümek yok. Önce bir La Habanera açalım. Ermou Caddesi’nden önce sağ, sonra sol yaptıktan sonra işte oradayız!

Burası, 26 Ekim 2023 tarihinde Atina Belediyesi tarafından Maria Callas’a atfen açılmış interaktif bir müze. İçinde Callas’ın kişisel eşyalarından ve mektuplarından oluşan bir koleksiyon mevcut. Bu koleksiyondaki parçaların bir kısmı 2000 yılında Atina Belediyesi tarafından toplanmaya başlanmış. 2002-2005 yılları arasında ancak özel izinle incelenmelerine izin verilmiş. Koleksiyon, 2011’e dek bağışlarla genişlemiş ve daha sonra müzede sergilenmesine karar verilmiş. 2019 yılında kısa süreli olarak ziyarete açılan müze, Atina Belediyesi’nin binayı satın almasıyla şimdiki haline dönüşmüş. Üç kattan oluşan müzenin en üst katında küçük bir konser salonu var. Resepsiyondaki görevlilerin yönlendirmesi üzerine önce ikinci katı gezmeye başladım. Kata çıkıp okları takip ettiğimde beni Maria Callas’ın sesi karşıladı. Girdiğim bu odada Giacomo Puccini – Tosca’dan Vissi d’arte aryasını dinlemeye başladım. Buyurunuz, koltuklara oturmak serbest!

Aynı katta Norma ve La Traviata için de birer oda mevcut. Ardından, kulaklıkla dinleme yapabileceğiniz interaktif bir alan bulunuyor. Callas’ın Juilliard School’da verdiği masterclass’ları da yine burada izleyebilirsiniz. İtiraf etmek gerekirse, müzeyi araştırırken ön yargıya kapılmıştım. Yalnızca iki kattan oluşan bir sergi, Callas’ın hayatını ne kadar yansıtabilirdi ki? Yanılmışım; burası kesinlikle gezdiğim en iyi interaktif müzelerden biri. Kürasyonu o kadar iyi organize edilmiş ki bu kadar dar bir alandan maksimum bilgiyi almakla kalmıyor, Callas severlere müthiş duygu geçişleri yaşatıyor. Birinci kata geldiğimde Callas’ın hayatını sadece La Divina’nın perspektifinden değil, hayatına dahil olmuş onlarca insanın gözünden inceliyorum. Örneğin, duvarlarda hem Callas’ın kendi hakkındaki düşüncelerini hem de çevresindekilerin onun hakkındaki görüşlerini okuyabilirsiniz. Doğumundan ölümüne, tüm hayatının ve özellikle kariyerini bitirip inzivaya çekildiği dönemin olabilecek en objektif şekilde anlatıldığını söyleyebilirim.

Maria Callas’ın idol olarak algılanışı üzerine düşünceleri:
“Ben bir idol değilim, ben bir insanım.”
“İdollere ihtiyacınız var ama idolünüzü çok kolay yıkıyorsunuz.”

(Sırasıyla yukarıdan aşağıya)
“Sesi büyüleyiciydi.”
“Performansı büyüleyiciydi.”
“Sahne varlığı etkileyiciydi.”
“Ben şarkı söyleyen bir oyuncu değilim, şarkı söyleyen bir aktrisim.” (Callas’ın kendisi hakkında söylediği rivayet edilir.)
“Çok yönlü bir sanatçı olarak üstün müzik eğitimi ve olağanüstü performans yeteneklerine sahipti; lirik şarkıcılığı öyle bir derecede canlandırdı ki şu anda opera çağlarını Callas’tan önce ve Callas’tan sonra diye ayırıyoruz.”

(Sırasıyla yukarıdan aşağıya)
Callas’ı eşsiz kılan özelliklerden bazıları:
Geniş vokal aralığı
(üç oktavı kapsayan).
Sesinin eşsiz tınısı.
Sayısız tona sahip ses paleti, ona çeşitli rolleri, özellikle favorisi olan bel canto tarzında canlandırma imkanı tanıyordu.
Müzik bilgisi.
Sergi içinde daha fazlasını keşfedin…
Yine bu katta La Divina’nın röportajlarını ve masterclass‘larını izleyebileceğiniz ekranlar mevcut. Bu videoları kayda almak yasak; ancak 1968 yılında BBC ile yaptığı şu röportaj halka açık olduğu için paylaşabilirim diye düşünüyorum. Bunun dışında, müzenin bu yazının sonunda belirteceğim YouTube kanalından paylaşılan birkaç röportajı ve masterclass‘ı izleyebilirsiniz.
İlgili röportaj:
Gelelim beni en heyecanlandıran kısma: Leyla Gencer’in de öğretmeni olan İspanyol soprano Elvira De Hidalgo’nun, Ankara Devlet Konservatuvarı’nda bulunduğu 1949 yılında öğrencisi Maria Callas’a Karanfil Sokak’tan yazdığı bu mektup. Bu denli heyecanlanmam, Boğaziçi Üniversitesi’nde Ufuk Çakmak’tan aldığım Opera Tarihi dersinde bu mektuptan bahsedilmiş olmasından mı, yoksa hayatımın üç güzel yılını geçirdiğim, kimine gri bana evimmiş hissi veren, sorsalar “oralıyım” diyeceğim Ankara’nın, bu mektubun sağ üst köşesinde mekân edinip şimdiki zamanda üçümüzü ortak paydada buluşturmasından mı? Bilsem söylerim. Tek bildiğim, içinde Callas ya da Ankara geçen her şey beni heyecanlandırıyor ve bu yazarın canı Kuğulu’da kar yağarken Callas’tan O mio babbino caro dinlemek istiyor! Callas’ın hayatındaki Hidalgo evresine dair paylaşmak istediğim bir anekdot var. Callas, 1937 yılında annesi ve kız kardeşi ile New York’tan Atina’ya geldiğinde, annesinin yönlendirmesiyle Atina Konservatuvarı’nda Elvira De Hidalgo ile müzik eğitimine başlıyor. Tabii, derslere devam edebilmesi için önce yaşını büyütmesi gerekiyor. Annesinin ve Hidalgo’nun aktardığına göre bazen yemek yemeyi unutuyor ve piyano başında uyuyakalıyor. En zor eserleri kısa sürede öğreniyor ve tekniğiyle etkiliyor. Bu, bana onunla ilgili hatırladığım en eski anımı hatırlatıyor. Altıncı sınıfa başlamış olmalıyım; onunla tanıştığım bu an muhtemelen okuldan sonra ders çalışmak yerine Google’da sopranoları araştırdığım bir ana rastlıyor. Arama motoruna “Dünyanın en iyi sopranosu” yazdığımı anımsar gibiyim. On yaşımdan beri opera ile ilgileniyorum ve “dünyanın en iyisi” olmak istiyorum. İstiyorum çünkü insan hayata bir kere gelir ve o hayat ki olabilecek en muhteşem şekilde yaşanmalıdır. Sydney’den dünyaya sesleneceğim, Viyana evim olacak ve MET Opera’da Carmen’i oynayacağım. Yetişkin olduğumda dünyanın en iyisi olabilmem için önce çok çalışmam ve benden önceki en iyi kişiyi geçmem gerekiyor. Callas’ı gözüme kestiriyorum. La Habanera’nın sözlerinin çıktısını alıp evimizin salonunda, elimde kâğıt; CD’ye çektiğim bu aryayı teypten dinleyerek ve bazen durdurarak notlar alıyorum. Birkaç denemeden sonra sözleri ezberliyorum ve sonra bu iş La Habanera ile kalmıyor, neyi seslendirdiyse dinlemeye başlıyorum. Henüz teknik bilgimin olmadığı o dönemde beni etkileyen elbette ki önce sesi oluyor. Sonradan öğreniyorum ki ajilitesine tutulup kalıyorum. Hayatını araştırmaya devam ediyorum, hakkında ne bulursam izliyorum. Aslında sadece sesinden etkilenmediğimi biliyordum. Adını koyamadığım, bende flu kalan bir şeyler vardı hep. Bu gezi o buğuyu ortadan kaldırmış gibi hissediyorum. Burada, röportajlarını izlediğimde, düşüncelerini okuduğumda, bakışlarında; karşımda kendinden emin, hırslı ve mükemmeliyetçi biri var. On bir yaşındaki halimi hatırlatıyor bana. O da hırslı, mükemmeliyetçi ve ne iş yapıyor olursa olsun, o işte “dünyanın en iyisi” olmak istiyor. Bunun değişmediğini La Divina evrenindeki yolculuğum bana yeniden hatırlatıyor.

Serginin sonuna geliyorum. Öyle ki kapağı açmamla dolabın içinden vakti zamanında kuaförünün sakladığı bir tutam saçı çıkıyor karşıma. O sırada yanımda başkaları da olduğu için rahatsız etmemek adına fotoğraflayamıyorum. Aşağı inince resepsiyona bıraktığım çantamı alıyorum. Syntagma Meydanı’ndan metroya binip limana geçeceğim. Una Voce Poco Fa dinlemek için ideal bir zamanın güzergâhı; size de dinletmek istiyorum.
Müzenin YouTube kanalı: (Oynatma listelerinden içeriklerine erişebilirsiniz.)
https://www.youtube.com/@MariaCallasMuseumAthens

Maria Callas’ın Norma’da ve Medea’da giydiği kostümleri

Maria Callas’ın notları ile Verdi – Macbeth
KAYNAK


Yorum bırakın