Türk Biliminde Fırsat Eşitsizliğinin Kısa Bir Anatomisi

Bilimsel bir fikrin filizlenip yeşerdiği ortam ve koşullar, o fikrin kaderini belirler. Bilgi ancak anlaşılabildiği yerde kök salar ve anlam kazanır. Ancak bu yalnız ve güzel ülke, fikir işçileri için hiçbir zaman kolay bir coğrafya olmamıştır. 2025’in mart ayında yaşananlar, öncesinde biriken krizlerin kaçınılmaz sonucuydu: Bilim, ekonomi, politika, eğitim, adalet ve hukuk mücadele sürecinde ağır yaralar alırken; kadın cinayetleri, hayvan katliamları, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, çocuk istismarı, genç işsizliği, liyakatsizlik, beyin göçü, sansür, akademik özgürlüğe yapılan baskılar, düşünceyi suç sayan zihniyetler ve doğa talanı gibi sorunlar da ülkenin damarlarına derin çatlaklar açmıştır. Türkiye’nin genç akademisyenleri ve bilim insanları olarak, tüm bu kaosun içinde mücadelemizi sürdürerek -karanlığa rağmen- umutlarımızı büyütmeye devam ediyoruz. Çünkü bu topraklarda bilginin ışığını diri tutmak, yalnızca bilimsel değil aynı zamanda toplumsal bir sorumluluktur.

Kaynak: https://unsplash.com/@thisisengineering

2025 yılının mart ayında alevlenen politik tartışmalar, ülkenin bilim ve akademi dünyasının birtakım durumlardan bağımsız olmadığını, aksine onlarla aynı kökten büyüdüğünü bir kez daha göstermiştir. Bu durum, genç akademisyenlerin toplumsal sorumluluklarına daha sıkı ve kararlı biçimde sarılmalarını zorunlu kılmaktadır. Çünkü bugün yaşananlar, bilim insanlarının toplumdan kopuk birer birey değil, aksine toplumsal sorunların çözümünde öncü olmaları gerektiğini hatırlatmaktadır. Bu yazı, umudun henüz tükenmediği ama içte ve dışta yaşanan fırsat eşitsizliklerinin canımızı acıttığı bir dönemde, genç bilim insanlarına yalnız olmadıklarını hatırlatmayı amaçlıyor. Çünkü bizler, zorluklar karşısında çaresiz kaldığında kurtarıcı beklemeyen, kendi kurtuluşunu yaratacak gücün farkında olan genç bilim insanlarıyız.

2025 yılının ilk çeyreğinde, Türkiye’nin içinde bulunduğu politik ve toplumsal kriz, aslında uzun yıllardır biriken problemlerin patlamasıydı. Doğa, hayvan, çocuk ve kadın haklarının zarar görmesiyle açılan pek çok yara, bu ülkenin yorgun bedeninde daha da derin kesikler açtı. İşte tam bu noktada, bilimin sesi ve akademik ilerlemenin ışığı liyakatsizlik, veril(e)meyen ekonomik destekler, içi boşaltılan yükseköğretim kalitesi, tek tipleştiren kakafoninin gürültüsü altında solmaya yüz tuttu. Örneğin Dünya Bankası’nın sağladığı verilere göre 2020 itibarıyla Türkiye’de iş gücündeki yükseköğrenim mezunlarının oranı yalnızca yüzde 9,4 iken ülkeden göç edenler arasında bu oran yüzde 21,4’e yükselerek yükseköğrenim mezunu Türklerin göç etmek için en çok tercih ettiği ülke yüzde 21,4 ile ABD olmuş, onu Almanya (yüzde 17,5), Birleşik Krallık (yüzde 11,2), Hollanda (yüzde 6,9) ve Kanada (yüzde 4,9) takip etmiştir (Toplum, 2024).

Türkiye’de akademinin maruz kaldığı bu zorlu atmosfer, kariyerlerini ülkelerinde sürdürmek isteyen genç bilim insanlarını türlü güçlüklerle karşı karşıya bırakmaktadır. Bu durum, pek çok genç araştırmacıyı bilimsel üretkenliklerini koruyabilmek, çalışmalarını uluslararası platformlarda duyurabilmek ve ekonomik olarak desteklenebilmek için uluslararası fırsatları değerlendirmeye yöneltmiştir. Özellikle bilimsel faaliyetlerine kesintisiz devam etmek isteyen genç bilim insanları, dünyanın farklı bölgelerindeki üniversite ve araştırma merkezlerinin sağladığı fonlu pozisyonları tercih etmeye başlamış, böylece ülkedeki beyin göçünün ana motivasyonlarından birisi oluşmuştur.

Örneğin, Almanya’da Bonn Üniversitesi Hücresel Sinirbilim Enstitüsü’nde sinaptik nörobilim alanında açılan doktora öğrencisi pozisyonu, 1 Ocak 2025 tarihinde başlayacak olup üç yıllık bir süreyi kapsamaktadır. Maaş, Almanya’nın kamu sektörü ücret skalası olan TV-L E13’e göre yüzde 65 oranında uygulanmaktadır. Bu maaş, yıllık brüt olarak yaklaşık 34.000-36.000 Euro’ya karşılık gelirken aylık brüt olarak 2.833-3.000 Euro civarında, vergi ve kesintiler sonrası net olarak 1.800-2.000 Euro arasında değişmektedir (Federation of European Neuroscience Societies, n.d.). Aynı yıl içinde Almanya’da bir öğrencinin aylık ortalama yaşam giderinin ise 680-1.050 Euro arasında olduğu belirtilmiştir (Bhalshankar, 2025). Bu değerlendirmeye göre, öğrencilerin yaşam tercihleri ve bulundukları şehrin maliyetlerine göre harcamaları farklılık gösterse de verilen maaş bağımsız bir hayat sürmelerine, bilimsel faaliyetlerini rahatlıkla yürütmelerine ve belirli bir yaşam standardını yakalamalarına imkân tanır. Ancak Türkiye’de lisansüstü eğitim gören öğrencilerin büyük bir kısmı herhangi bir maaş veya ekonomik destek alamamaktadır. Bu durum, lisansüstü öğrencilerini bilimsel üretim süreçlerinde ekonomik kaygılarla boğuşmak zorunda bırakmakta, akademik kariyer yolunda ilerlemek isteyen gençleri ailelerinin desteğine veya ek işlere muhtaç ekmektedir. Dolayısıyla, zaman ve enerji gibi değerli kaynaklar bilim üretmek yerine maddi kaygılar nedeniyle farklı alanlara harcanmaktadır. Türkiye’de akademik destek mekanizmalarının zayıf olması, geleceğin bilim insanlarının üretim ve gelişim potansiyelini kısıtlamakla kalmayıp ülkenin bilimsel rekabet gücünü uluslararası arenada da önemli ölçüde zayıflatmaktadır. Uluslararası prestije sahip bilimsel dergilerde yayın yapmak, çalışmalarını dünyaya duyurmak ve farklı ülkelerdeki genç meslektaşlarıyla bağlantılar kurmak isteyen genç Türk araştırmacılar, genellikle dolar veya euro cinsinden yüksek makale ücretlerini ve yurt içi-dışı akademik etkinlik maliyetlerini karşılayamamaktadır.

Bu tablo, akademik ilerlemenin, kişisel fedakârlıklar ve maddi imkânların sınırlarını zorlayan bir mücadele alanına dönüşmesine neden olur. Vize almanın giderek artan zorluğu ve maliyeti de bu sürece eklendiğinde, genç Türk bilim insanlarının karşı karşıya kaldığı yük ve engeller daha da ağırlaşmaktadır. Ancak işin belki de en acı yanı bunlar değildir; bin bir zorluk ve olanaksızlığı aşarak yurt dışına çıkan genç araştırmacının, diğer ülkelerden gelen öğrenci ve araştırmacılara sunulan geniş destekler karşısında içine düştüğü derin yalnızlık ve çaresizlik halidir. Bu deneyim, o kadar derin ve sarsıcıdır ki, araştırmacı ya motivasyonunu ve üretme şevkini tamamen kaybeder ya da tüm engellere rağmen var gücüyle sonuna kadar mücadele eder.

Bu mücadele çoğu zaman yel değirmenlerine karşı verilen bir savaş gibidir; çünkü ülkenin (genç) araştırmacıları, bilim insanları ve akademisyenler, net ve sistematik destek mekanizmalarından uzaklaştırılmaya çalışılarak bireysel çabalarla büyük ve belirsiz güçlere karşı mücadele etmeye itilmiştir. Güncel desteklerin de genellikle tesadüflere, bireysel inisiyatiflere ya da kişiler arası özel ilişkilere bağlı olması ise lisansüstü eğitim ve araştırmanın potansiyelini tam anlamıyla gerçekleştirememesine ve Türkiye’nin uluslararası akademik rekabetin gerisine düşmesine yol açmaktadır. Oysa diğer ülkelerde üniversiteler ve devlet kurumları, akademinin getirdiği maddi ihtiyaçları önemli ölçüde üstlenerek bilginin serbest dolaşımını ve bilimsel rekabetini destekler. Bu desteklerin yarattığı enerji ise bilimsel üretime ve gelişime dönüşme imkânı sağlar. Tüm bu örnekler bize göstermektedir ki, genç Türk bilim insanlarının zekâsı ve çalışkanlığı takdire şayan olsa da yıllar içinde omuzlarındaki yük de giderek artmış, akademik üretim için verilen mücadele yalnızca bilimsel bir çaba olmaktan çıkmış; ekonomik ve siyasi engellerle çevrelenmiş, karmaşık bir mücadele alanına dönüşmüştür.

Bunlara karşın Türk akademisi ve bilim camiası çalışkan, üretken, heyecanlı, zeki öğrencilerden ve alanlarında duayen, cesur ve girişken hocalardan oluşmaktadır. Peki onları cesaretlendirecek, fikirlerini filizlendirecek ve yeteneklerini doğru yere kanalize edecek kurumsal ve sistematik bir destek neden sağlanamamaktadır? İşte tam da bu sorunun cevabını ararken günümüz genç akademisyenlerinin Türkiye’deki bilim yolculuğu, bireysel çabaların ve tesadüflerin inisiyatifine terk edilmiştir. Akademik hiyerarşi piramidinin en alt basamağında bulunan genç araştırmacının ne yapacağı sorusu, cevaplanması gereken -belki de- en kritik ve zor sorulardan biri halini alır. Çünkü bu sorunun yanıtı, sadece bireysel bir çözüm getirmeyecek, aynı zamanda ülkenin akademik geleceğini de belirleyecektir.

Devam mı Edeceğiz?

Bu soruyu, hayatımızın en küçük anlarında verdiğimiz mücadelelerde zaten cevaplamaktayız: Kimi zaman sırada beklerken araya kaynamaya çalışan birine sessiz kalmayıp hakkımızı savunarak, kimi zaman haksızlığa uğrayan bir hayvanın ya da mağdur edilen bir çocuğun sesi olarak, kimi zaman da akademide yaşanan liyakatsizliğe ve adaletsizliklere açıkça karşı çıkarak, yalnızca akademik alanda değil, günlük yaşamımızın her anında da cesaretimizi ortaya koyarak; adaletsizliğe karşı durarak, haksızlıkların karşısında susmayarak, sessizlerin sesi olarak var oluyoruz. Türkiye’yi hak ettiği yere getirmeye çalışıyoruz. Bu mücadeleci ruh halimizi belki de çocukken, her sabah verdiğimiz sözün bir yansıması olarak da değerlendirilebiliriz: Ata’sının açtığı yolda, gösterdiği hedefe durmadan yürüyeceğine ant içen Türkiye’nin genç bilim insanları, bu yola hiç dinlenmemek üzere çıktıları için asla yorulmayacaklardır.

Bizler biliyoruz ki ülkemizdeki gerçek değişim ve gelişim yalnızca laboratuvarlardan ya da sınıflardan değil, hayatın her anından ve her alanından başlayacaktır. Bu yüzden genç bilim insanları olarak, karşılaştığımız engeller karşısında geri adım atmıyor, çaresizliği reddediyor ve yeni yollar bularak umudu canlı tutmaya devam ediyoruz. Çünkü asıl mücadele, hayatın içindeki her küçük anda, bazen görünmez, bazen sessiz, ama daima inatçı bir kararlılıkta gizlidir. Bizler, genç Türk bilim insanları olarak, önümüze çıkan tüm engellere rağmen geri adım atmıyoruz; çünkü biliyoruz ki çaresizliğe teslim olmak cumhuriyetin tarihinde bize hiç öğretilmemiş yegâne şeydir. Bu yüzden karşılaştığımız her sorunda, her krizde ya da engellemelerde yeni yollar açıyor, çözümler üretiyor ve birbirimizin yanında olarak umudu ayakta tutuyoruz.

Biliyoruz ki bizim umudumuz, yalnızca akademik makaleler ve konferanslarda gizli değil, aynı zamanda sokaklarda, okullarda, mahallelerde ve hayatımızın her alanında filizlenmektedir. Bizler birbirimizin sessiz dayanışmasıyla güç bulan, bireysel ve toplumsal geleceği değiştirme gücüne sahip genç Türk bilim insanlarıyız.

Bilim ise verdiğimiz bu onurlu mücadelenin en güzel, en anlamlı sonuçlarından sadece bir tanesidir. Çünkü bizler, büyük gözlüklerimizin ardında, beyaz önlüklerimizle laboratuvarlarda çalışırken, yüzünü bile hiç görmediğimiz insanlar için -hem de kimse bizi buna zorlamamışken- çabalayan gençleriz. Bu mücadeleyi sürdürenler var olduğu sürece, ülkenin akademik, toplumsal, siyasi ve ekonomik başarısı artmaya devam edecektir.

Zeynep Oğuzman

ODTÜ Felsefe Bölümü’nden yüksek lisans mezunudur.

Kaynaklar

Bhalshankar, S. (2025, January 31). Average salary for students in Germany. Retrieved from https://kummuni.com/average-salary-for-students-in-germany/

Federation of European Neuroscience Societies. (2025). FENS job market [Job posting]. Retrieved from https://www.fens.org/careers/job-market/job/120099Toplum. (2024). Türkiye’nin beyin göçü raporu: TCE [PDF]. Retrieved from https://www.toplum.org.tr/wp-content/uploads/2024/11/Turkiye-nin-Beyin-Gocu-Raporu-TCE.pdf

Yorum bırakın