12 Puanlık Soru: Eurovision’ın Geleceği Tehlikede mi?

Eurovision Şarkı Yarışması, tıpkı diğer Avrupa ülkeleri gibi ülkemizde de nesiller boyunca aile veya arkadaşlarla izlenen, milliyetçi beklentilerle süslü bir eğlence olarak görüldü. Bu ulusları aşan gelenek, 2012’de Türkiye Cumhuriyeti hükûmetinin yarışmadan çekilme kararı almasıyla ülkemizde kesintiye uğradı ve insanlar yarışmayı ya kendi başlarına çok daha sınırlı çevrelerle takip etmeye çalıştı ya da artık ana akım medyada yer almadığı için tamamen unuttu. Yine de 2012’den beri birçok insan yarışmaya geri döneceğimiz günü iple çekiyor. Çünkü dahil olmak istiyoruz, başka ülkelerin şarkımız üzerinden ülkemizi takdir etmesini istiyoruz (ya da yeterince takdir edilmediğimizi hissettiğimizde onlara karşı birleşmek istiyoruz.) En önemlisi, Eurovision’da ülkemizi izlediğimiz eski güzel günleri özlüyoruz ve eğer yarışmaya dönersek, o günlerin tadına biraz da olsa kavuşabileceğimize inanıyoruz. Mevcut siyasi gidişatta Eurovision’a dönüşümüz her zamankinden daha yakın hissediliyor. Peki bizim umutla beklenen geri dönüşümüzden önce Eurovision Şarkı Yarışması’nın sonu gelebilir mi? Bu soruyu daha iyi değerlendirebilmek için önce Eurovision’ı biraz daha yakından tanıyalım.

Eurovision Tek Gecelik Bir Eğlenceden mi İbaret?

Geçmişte, en azından benim deneyimimle, Eurovision yılda bir kere düzenlenen büyük bir gösteriden ibaretti; Türkiye’nin yarıştığı yarı final gecesini de sayarsak iki gecelik bir heyecandı sadece. Büyük finalden önce yalnızca Türkiye’nin şarkısıyla ilgili gelişmeleri takip ederdim ben. Ancak son yıllarda Eurovision’ı daha yakından takip etmeye başlayınca onun tek gecelik bir gösteri olmadığını; aslında kültürel alışveriş, farklı müzikal deneyimler ve dostça rekabetle dolu upuzun bir sezon olduğunu ve “Eurovision” diye hitap ettiğimiz büyük finalin yalnızca bu uzun sezonu ihtişamla kapatan, nihai bir parti olduğunu fark ettim. Peki bu sezon nasıl ilerliyor?

Şarkı kabullerinin resmî olarak başlamasıyla Eurovision sezonu eylül ayında açılmış sayılıyor. Ancak bu durum, şarkıların eylül ayında duyurulacağı anlamına gelmiyor. Yine de kesinleşen veya potansiyel temsilcilerin sezonun bu kadar erken bir döneminde bile açıklanması mümkün. Ülkeler kendilerini temsil edecek şarkıları iki farklı yoldan seçebiliyor: İlki internal selection denilen, sanatçının ve şarkının doğrudan ülkenin yayıncısı tarafından seçildiği dahili seçim; diğeri ise ülkenin aday şarkılar ve sanatçılar için bir yarışma düzenlediği ve kazananın halk ve jüri oylarıyla seçildiği ulusal finaller. İşleyişi itibarıyla ulusal finaller, yerel mini-Eurovisionlar gibi görülebilse de aslında Eurovision’ın, İtalya’nın “ulusal finali” olan Sanremo Müzik Festivali’nden esinlenmiş ve onun yapısında hayat bulmuş olduğunu not etmekte fayda var. Günümüzde ulusal finallerin müzikal ve prodüksiyon kalitesi katılımcı ülkeler arasında büyük çeşitlilik gösteriyor. Örneğin, İrlanda ve San Marino gibi ülkeler ulusal finallerini düzenlemek için çok daha küçük bütçelere sahipken İsveç ve Finlandiya gibi ülkeler ulusal finallerinde çok daha iddiali ve kaliteli bir prodüksiyonla aday şarkıları destekliyor ve hatta Eurovision’da sergilenmeye doğrudan hazır performanslar ortaya çıkarabiliyor. Daha da önemlisi, en mütevazı ulusal finaller bile, düzenleyen ülkenin müzik anlayışı, dili ve kültürel temsiliyetini daha yakından tanımak için dünyanın dört bir yanındaki müzikseverlere samimi bir fırsat sunuyor. Geçmişte Türkiye’nin de şarkılarını seçmek için ulusal finaller düzenlediğini dikkate alırsak yarışmaya geri döndüğümüzde yenilenmiş bir ulusal finalle karşılaşmamız hiç gerçek dışı sayılmaz.

Ulusal final dönemi genellikle aralık ayından mart ayına kadar sürüyor. Yayıncılar tarafından doğrudan seçilen şarkılar da bu zaman diliminde EBU’ya (Avrupa Yayın Birliği) bildiriliyor ve yaklaşık olarak nisan ayının ilk haftasında, Eurovision’da dinleyeceğimiz bütün şarkılar yayımlanmış oluyor. Büyük finale kadar ne var peki? “Pre-partiler”. Tüm şarkılar seçilip açıklandıktan sonra bazı ülkeler, seçilen temsilcileri bir Eurovision partisinde ağırlıyor ve temsilcilere şarkılarını bu konserlerde seslendirerek onlara daha fazla tanınma imkânı sağlıyor. Bu partiler temelde eğlence amaçlı olsa da Eurovision takipçilerine şarkıların canlı performansı hakkında da bir fikir veriyor. Eurovision’daki değerlendirme çoğunlukla canlı performanslar üzerinden yapıldığı için, pre-partiler şarkıların Eurovision’da ne kadar iddialı olacağına dair faydalı bir gösterge işlevi görüyor. Ancak daha da önemlisi, temsilciler birlikte seyahat ettikleri, birlikte hazırlandıkları, tanıtım kampanyalarına birlikte katıldıkları için bu pre-partiler sırasında çokça vakit geçiriyorlar. Temsilciler arasındaki samimiyetin artması, onların Eurovision takipçileriyle olan iletişimlerine de yansıyor. Bu durum ise hem temsilcilerin hem de şarkıların benimsenmesini kolaylaştırıyor. Temsilcilerin arkadaşlıkları asıl yarışmaya da taşınıyor ve en iyi performanslarını sergilemeleri adına birbirlerini destekliyorlar. Bu şekilde Eurovision, hem sanatçılar hem de hayranlar için kültürler arası bir bağ kurma deneyimi haline geliyor.

Ne yazık ki, geçtiğimiz yıl, Eurovision’ın sahne arkasındaki bu dostane atmosferin kesintiye uğradığına şahit olduk. İsrail’in yarışmaya katılması zaten tartışma konusuyken Filistin’e yönelik insanlık dışı muamelelerinin zirveye ulaşmasıyla katılımlarına dair eleştiriler de Eurovision gündeminin ana meselesi haline geldi. Bu çatışma ve gerginlik, temsilcilere de yansıdı. İçlerinden bazıları İsrail’in insanlık dışı muamelesine karşı olduklarını açıkça belirttikleri için İsrail delegasyonu tarafından sözlü sataşma ve izinsiz kameraya alınma yoluyla taciz edildiklerini iddia etti. Sahne arkasındaki huzursuzluk öyle bir noktaya ulaştı ki, yarışmayı kazanacak olan İsviçre temsilcisi Nemo da dahil olmak üzere bazı temsilcilerin büyük finalde sahneye çıkmak istemedikleri ve ancak gösteriden hemen önce EBU ile yapılan kriz toplantısında sahne almaya ikna oldukları konuşuldu (Ostbø, 2025). Yarışma sonrasında, İrlanda ve İtalya temsilcileri ortamdaki havayı “fazlasıyla gergin” ve hatta “korkunç” olarak tanımlarken, Litvanya temsilcisi bunu “travmatik bir deneyim” olarak niteledi (Savage, 2024; Vautrey, 2024). Ne yazık ki bu durum, müzik ve kültür çeşitliliğinin kutlandığı keyifli bir etkinlik olması gereken Eurovision’a tamamen gölge düşürdü.

Oylama Sistemine Yönelik Eleştiriler

Yarışmanın kazananının belirlendiği büyük finalde oyların yarısı ‘televote’ yani halk oylarından, diğer yarısı ise jüriden geliyor. Bu yüzden kazanmak için genellikle hem jüriden hem de halktan yeterli sayıda oy almak gerekiyor. Özellikle son üç yıldır bahisler, yarışın jüri favorisi ile televote favorisi arasında geçecek olacağına işaret ediyordu. Nitekim bu üç yılda da jüri birincisinin yarışmayı kazanmasıyla bir derece haklı çıktılar. Yanıldıkları nokta ise bu yıl İsrail’in televote dengesini tamamen altüst etmesi oldu. Yarışmayı jüri oylamasında birinci gelen Wasted Love adlı şarkısıyla Avusturya temsilcisi JJ kazandı; ancak onun zaferinden çok, İsrail’in genel sıralamada ikinci olmasına yetecek kadar baskın olan televote birinciliği konuşuldu, endişe ve memnuniyetsizlikle. Bu sonuç, oylama sisteminin dürüstlüğü hakkında huzursuzluğa sebep oldu, çünkü İsrailli yetkililerin, insanları yarışmayı izlemeden de İsrail’e oy vermeleri için teşvik etmeleri ve diğer ülkelere onların dillerinde oy istemek için ısrarcı reklamlar vermeleri yarışmanın etik ve adil rekabet sınırlarını zorluyor (Belam, 2025). Daha da sıkıntılı olan nokta ise, farklı ülkelerdeki İsraillilerin ve İsrail destekçilerinin mümkün olan en yüksek oyu verebilmek için birden fazla SIM kart aldıklarını açıkça belirtmeleri. Yarışmaya ne kadar az ülke katılırsa oy havuzu da o denli küçük oluyor ve birçok Doğu Avrupa ülkesinin yokluğunda, özellikle Batı Avrupa ülkelerindeki bu kitlesel oy kullanımı, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da halk oylarını önemli ölçüde İsrail lehine çarpıttı. Önümüzdeki yıllarda ise bu durumun tekrar yaşanmayacağının şimdilik hiçbir garantisi yok. Özellikle bu yılki sonuçlardan sonra, birçok ülkenin yayıncısının talep ettiği üzere, oylama sistemi EBU tarafından değiştirilmezse, İsrail’in bu hırslı tutumunu sürdürmesi halinde düşük puanlı bir jüri birincisi karşısında zafer elde etmesi oldukça olası görünüyor (Fortuna, 2025).

CDN media
all things die — BETHANY ANTONIA as BAELA TARGARYEN HOUSE OF THE...

İsrail’in Zaferi, Eurovision’ın Sonu mu?

İsrail Eurovision’ı kazanırsa, bu bir sonraki Eurovision’ın İsrail’de düzenleneceği anlamına geliyor. Böyle bir gelişmenin güvenlik açısından ve etik açıdan yanlış olması bir yana, halihazırda İsrail’in katılımına karşı olan birçok ülkenin o yılki Eurovision’a katılmayı reddedeceğini varsayabiliriz. 2022’de Rusya’nın katılımıyla ilgili benzer bir durum yaşandığında EBU Rusya’yı diskalifiye etme konusunda isteksizdi, ta ki diğer ülkeler Rusya katılırsa çekileceklerini açıklayana kadar. Onların kararlı duruşu, sonunda EBU’yu harekete geçmeye ikna etmişti. İsrail konusunda ise EBU’nun nasıl bir tutum göstereceği hâlâ belirsiz. Sonuç olarak EBU İsrail’i yarışmadan diskalifiye etmediği sürece yarışmanın o yıl ve belki de gelecek yıllar için tamamen iptal olması ihtimali yüksek görünüyor. Bu da Eurovision’ın sonunu getirebilecek bir kan kaybına sebebiyet verebilir gibi duruyor. Eurovision takipçileri olarak dileriz ki EBU, 2025 yılında bu olası senaryonun gerçekleşmesini kıl payı atlattığını fark edip yarışmayı tehlikeye atmaktan vazgeçer ve biz de yakın zamanda ülkemizi sadece müziğin, temsiliyetin ve dostluğun konuşulduğu bir Eurovision’da izleyebiliriz.  

İrem Ayar

“12 Puanlık Soru: Eurovision’ın Geleceği Tehlikede mi?” için bir cevap

  1. TCav Avatar

    Şunu hep merak etmişimdir: EBU yeteri kadar şeffaf mı? Her ülkeye eşit uzaklıkta mı? Ardındaki karar veren güç kim? Yeterince demokratik mi? Bana nedense hep biraz şüpheli görünmüştür. Eurovision’a tekrar katılır mıyız veya geleceği ne olur bilemem ama birçok Eurovision severin olduğunu düşündüğüm ülkemizde de İsveçteki gibi tutkulu, güzel ulusal şarkı yarışmalarımızın olmasının iyi olacağını düşünmekteyim.

    Beğen

Yorum bırakın