Miras sadece bireysel bir mal aktarımı değil, aynı zamanda toplumun adalet anlayışını, aile ilişkilerinin dinamiğini ve devletin vatandaşına karşı yükümlülüklerini yansıtan sosyo-hukuki bir olgudur. Türkiye’de uzun yıllar boyunca kadınların mirastan mahrum bırakılması, sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal açıdan da bir görünmezlik yarattı. Bu bağlamda ilk defa 1926 yılında Medeni Hukuk reformu ile Türk Medeni Kanunu ilan edilerek, şer’î hukuktan büyük ölçüde farklı olarak, eşit paylaşım ilkesiyle önemli bir reform gerçekleşti. Cumhuriyetin bu kazanımıyla kadınların da erkek kardeşleriyle eşit miras hakkına sahip olduğu açıkça güvence altına alındı.
Ancak 2024 yılının Kasım ayında Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü tarafından yayımlanan 2024/5 Sayılı Genelge’nin, taşınmazların paylaşımında önemli bir değişiklik getirdiği iddia ediliyor. Bu Genelge’ye göre, arabuluculuk süreci sonunda hazırlanan anlaşma belgesi, noter veya mahkeme denetimi olmaksızın doğrudan tapu işlemlerinde kullanılabilecektir. Uygulamadan da hareketle, her ne kadar pratik bir kolaylık gibi görünse de özellikle kadınlar ve toplumun zayıf kesimi açısından ciddi hak kayıplarına ve eşitliğin bertarafına yol açabilecek bir düzenlemedir.
Bu yazı, mirasın eşit paylaşımı ilkesinin korunması, Genelge’nin Türk Medeni Kanunu’na aykırılık durumu, düzenleme ile oluşan boşlukları ve uygulamada karşılaşılan güç ilişkilerini incelemekte; aynı zamanda yeni öneriler sunmaktadır. Sorunun merkezinde yalnızca hukuk değil, aynı zamanda etik ve toplumsal vicdan da yer almaktadır.

Eşitlik İlkesinin Temelleri
Türk Medeni Kanunu’nun 495. maddesi, mirasın alt soy arasında eşit olarak paylaşılmasını öngörür. Bu madde, Medeni Hukuk’un temel ilkelerinden olan eşitlik ve adalet anlayışının doğrudan bir yansımasıdır. Miras hukuku da Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen “eşitlik” ilkesi ile paralel biçimde, tüm bireylerin kanun önünde eşit olduğunu kabul eder. Bu düzenleme, yalnızca hukuki bir güvence değil; aynı zamanda tarihsel bağlamda dezavantajlı olan grupların güçlendirilmesini amaçlayan bir politikadır.
Bu ilkenin kadınlar açısından ekonomik bağımsızlığın teminatı niteliğinde olduğu söylenebilir. Türkiye’de -özellikle kırsal bölgelerde- hâlâ yaygın olan ataerkil anlayış, kadınların mirastan feragat etmeleri yönünde aile baskısı oluşturmaktadır. Bazı örneklerde de değerli araziler erkek çocuklara verilirken değersiz araziler kız çocuklara verilmekte yahut miras bırakan, sağlığında tüm mal varlığını erkek çocukları arasında paylaştırırken kız çocuklarının uzun ve çileli bir hak arayışına girmesine sebep olmaktadır.
Bu noktada belirtmek gerekir ki, miras eşitliği yalnızca kişisel hakların bir yansıması değil, aynı zamanda ekonomik eşitsizliklerin kuşaklar arası aktarımını önleyen bir mekanizmadır. Bir kız çocuğunun mirastan mahrum kalması, sadece o bireyi değil, onun çocuklarını da yoksulluğa sürükleyebilir. Örneğin, toprak sahibi bir babanın kızı, ekonomik olarak kötü bir ailenin oğlu ile evlenmişse ve ataerkil düzenin gereği olarak kız çocuğa mirastan pay verilmemişse (yahut değersiz bir pay verilmişse), torunlar bakımından düşünüldüğünde, dededen kalma yüklü bir mirasın varlığına rağmen torunlar mirastan mahrum kalacaktır. Bu yönüyle miras hukuku, uzun vadede toplumsal sınıf hareketliliğini etkileyen bir araç olarak karşımıza çıkmaktadır.
Genelgenin Getirdiği Değişim
2024/5 sayılı Genelge’nin, Türkiye’de miras hukukunun uygulamasında önemli bir kırılma noktası olduğu iddia ediliyor. Genelgeye göre, arabuluculuk süreci sonunda taraflar arasında imzalanan bir anlaşma belgesi, mahkemeden icra edilebilirlik şerhi alınmak şartıyla, tapu işlemlerinde doğrudan geçerli sayılacak. Görünüşte herhangi bir olumsuzluk yok ise de suistimale açık olan bu durum, Türk Medeni Kanunu’nda yer alan eşitlik ilkesini zedeleyebilecek bir durumu bünyesinde barındırıyor.
Bu uygulamanın savunucuları, arabuluculuk yoluyla ihtilafların daha hızlı ve dostane çözüldüğünü ileri sürüyor. Ancak özellikle taşınmaz gibi değeri yüksek ve duygusal bağ içeren miras kalemlerinde, bu sürecin denetimsizliği ciddi riskler doğuruyor. Örneğin, bir arabuluculuk görüşmesinde ekonomik veya psikolojik baskı altında karar veren bir kadın mirasçı, yasal hakkından gönüllü olarak feragat etmiş, kendi yasal payını diğer mirasçılarına gönül rızasıyla devretmiş gibi görünebilir. Ancak bu devrin, irade fesadı iddiasına rağmen yargı yoluyla geri alınması son derece zor bir süreci de beraberinde getirir.
Örneğin, mirası bırakacak olan kişi vefat etmiş ve mirasçılar da arabulucu huzurunda taşınmazın paylaşımını kararlaştırmış olsun. Mirasçılardan biri (bu genellikle bir kadındır), diğerleri tarafından irade fesadına uğratılmak suretiyle tüm haklarını diğer mirasçılara devretmişse, bu işlem ancak hata, hile veya korkutma gibi irade fesadı halleri nedeniyle işlemin geçersizliğine ilişkin uzun ve çileli bir yargı yoluna götürülmek suretiyle geçersiz kılınabilir. Dikkat edin, arabuluculuk anlaşmasının uygulanabilmesi için mahkemeden icra edilebilirlik şerhi alınması gerekir fakat bu usulî bir incelemedir, esasa yönelik incelemeyi barındırmaz. Dolayısıyla mahkeme, gerçekten mirasçıların kendi hür iradeleriyle bu kararı alıp almadığını kendiliğinden denetleme yetkisine sahip değildir. Bu durum, halihazırda sosyolojik olarak zayıf konumda bulunan tarafları daha da büyük bir zorluk içine itmektedir.
Toplumsal Cinsiyet ve Miras: Sessiz Feragatler
Miras hukukunda toplumsal cinsiyet rolleri, yalnızca hukuki değil aynı zamanda sosyolojik bir sorun olarak ortaya çıkıyor. Kadınların, özellikle kırsal bölgelerde, “gönüllü feragat” adı altında miras hakkından vazgeçmesi Türkiye’de oldukça yaygın. Örneğin, kendi üst soyumda da uygulamasını gördüğüm bir yöntem olarak, miras bırakan kişi sağlığında tüm mal varlığını oğulları arasında paylaştırma niyetindeyse, kız çocukları ve bunların alt soyunun da mirastan herhangi bir pay almasının önüne geçmek isterse, ivazlı feragat yoluna başvurur, yani feragat etmeleri karşılığında bu kişilere bir miktar para verilir. Bu sayede bir taş ile iki kuş vurulur: hem kız çocuklarının miras paylarından feragat etmesi sağlanır hem de kız çocukların alt soyunun da mirastan pay alması engellenir. İşte bu feragatlerin büyük çoğunluğu açık baskı değil de “aile huzuru”, “toplumun beklentileri” gibi örtük normlar altında gerçekleşiyor.
Hatta öyle ki, kız çocuklarının babalarından miras payı alması halinde erkek çocuklarına haksızlık olduğu bile söyleniyor. Zira kadın “hem babasından hem kocasından” miras payı alırsa, erkek çocukları ne yapar! Bu anlayışın oluşmasında, ortalama kadın ömrünün erkeklerden daha uzun olmasının da etkisinden söz edilebilir, zira çoğunlukla kadınlar, eşlerinden sonra vefat etmekle beraber eşlerinin mirasından pay alabilmektedir. Eğer ortalama erkek ömrü, kadınlardan fazla olsaydı bu durumdan söz edilir miydi, bilemeyiz.
İşte bu Genelge ile birlikte bu “sessiz feragatler” ne yazık ki artık resmiyet kazanma potansiyeline sahip oluyor. İçerik denetiminden yoksun olarak imzalanan bir belge, hukuki geçerlilik kazanmakta ve kadınların miras hakkından yoksun bırakılma tehlikesi yasal zemine oturtulmaktadır. Oysa hukuk, yalnızca bireyin rızasını değil, bu rızanın ne ölçüde özgür verildiğini de dikkate almak zorundadır.
Hukuki Değerlendirme: Normlar Hiyerarşisi ve Anayasal Sınırlar
Türkiye’de hukuk normlarının geçerlilik sıralamasına bakılacak olursa, en üst norm Anayasa olup bunu sırasıyla kanunlar, yönetmelikler, tüzükler ve diğer düzenleyici işlemler takip etmektedir. Buna göre, alt normda yer alan bir kuralın üst normda yer alan kural ile çelişmemesi gerekmektedir; çelişen hükümler, iptal davasına konu edilebilir.
Türk Medeni Kanunu da yasama organımız olan TBMM tarafından çıkarılmış bir yasadır ve Kanun’un 495. maddesi açıkça alt soyun mirastan eşit şekilde pay alacağını düzenler. Bu düzenlemeyi uygulamadan kaldırmak, ancak bir yasa değişikliğiyle mümkün olabilir. Oysa Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’nün 2024/5 sayılı Genelgesi, bu ilkeyi şeklen olmasa da uygulama yoluyla fiilen ortadan kaldırmakta ve arabuluculuk anlaşması ile tapu devrinin, mirasçılar arasında eşitlik ilkesini ihlal edecek biçimde gerçekleştirilmesine imkân tanımaktadır.Yani, yasal miras paylarının korunması amacıyla getirilen düzenleme, idari bir düzenleme ile arkadan dolanmakta ve miras hukuku sistematiğinde ciddi bir yetki-sınır aşımı sorunu ortaya çıkmaktadır.
Bir yandan da ifade etmemiz gerekir ki, Türk Medeni Kanunu’nda mal varlığının devri veya mirastan feragate yönelik işlemler sıkı şekil şartlarına tabi iken salt arabuluculuk anlaşması yoluyla bu iş ve işlemlerin icra edilebilir hale getirilmesi de Kanun hükmünü dolanma anlamına gelecektir.
Daha da önemlisi, Anayasa’nın 10. maddesi herkesin kanun önünde eşit olduğunu hükme bağlamaktadır. Bu bağlamda, ekonomik, cinsiyet temelli ya da sosyal konumdan kaynaklanan ayrımcılığa zemin hazırlayan her düzenleme, Anayasa’da yer alan “eşitlik” ilkesine aykırıdır. Bir ailenin erkek üyelerinin, kadınları feragat etmeye zorlayarak mirastan daha fazla pay almasının eşitliği bozduğu gibi, devletin buna imkân tanıması yahut tanıyacak uygulamalar oluşturması da eşitlik ilkesine aykırı görülmelidir. Nitekim, Anayasa Mahkemesi içtihatlarına göre, kamu gücünü kullanan idarelerin, toplumsal cinsiyet eşitliğini zedeleyen veya ayrımcılığı meşrulaştıran işlemleri, yalnızca yasa ile çelişmekle kalmaz; aynı zamanda temel hak ve özgürlükleri de ihlal eder. Bu çerçevede, söz konusu Genelge’yle oluşturulan fiili durumun, mirasçılar arasında güç dengesizliğini derinleştirdiği, kadın mirasçıların mülkiyet hakkına yönelik dolaylı bir kısıtlama doğurduğu ve devletin pozitif yükümlülükleriyle bağdaşmadığı açıktır. Dolayısıyla böylesi bir düzenleme, hem Anayasa’nın 10. maddesindeki eşitlik ilkesini hem de 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkını ihlal eden sonuçlar doğurabilir.
Nihayetinde, hukuk devleti dediğimiz şeyin temelinde yasallık, öngörülebilirlik ve denetim vardır. İdari veya yargısal bir organın gözetimi olmadan yapılan işlemler, bu üç kuralı birden çiğner. Hukuk, kişilerin keyfine göre değil, açık kurallara göre işler. Aksi halde, idarenin yetkisi, sınırını aşıp insanların temel haklarını sessizce ortadan kaldırabilecek bir güce dönüşür. Bu da sadece miras hukukunun mantığını değil, yasama ile yürütme arasındaki dengeyi de bozar. TBMM’nin kanunla koyduğu kurallar gerek fiilen gerekse şeklen idarenin hazırladığı bir genelgeyle değiştirilemez. Böyle bir şey olursa hem mahkemelerin denetim gücü zayıflar hem de vatandaşın “devletin adaletine” olan güveni sarsılır. Hukuk devleti dediğimiz sistem, ancak kanuna sadık kalınarak ve idarenin her adımının yargı denetimine açık olmasıyla ayakta kalır.
Ne Yapmalı?
Ortaya çıkan bu eşitsizliği düzeltmek, yalnızca hukukçuların değil, toplumun tüm bileşenlerinin ortak sorumluluğudur. Ancak sistemsel bir çözüm önerilecekse, aşağıdaki adımlar kaçınılmazdır:
1. Arabuluculuk görüşmeleri sonunda düzenlenen anlaşma metinleri, mahkemeler tarafından özellikle irade fesadına yol açabilecek durumlar açısından incelenmeli; taraflardan birinin hata, hile veya korkutma altında olup olmadığı titizlikle değerlendirilmelidir. Bu yargısal denetim, hem tarafların gerçek iradesinin ortaya çıkmasını sağlar hem de ekonomik veya sosyal baskı yoluyla zayıf durumda olan mirasçıların haklarının gasp edilmesini engeller.
2. Feragat edecek tarafın, özellikle kadınların ve yaşlıların, sürece avukat eşliğinde katılması zorunlu hale getirilmelidir. Zira miras paylaşımı, sadece mal varlığının devri değil, aynı zamanda kişilerin gelecekteki ekonomik güvenliğini doğrudan etkileyen bir işlemdir. Bu nedenle, haklarından feragat edecek kişilerin, feragat kararının hukuki sonuçlarını, doğurabileceği riskleri ve ileride telafisi mümkün olmayan kayıplara yol açabileceğini tam olarak anlamaları gerekir. Hatta bu noktada, baroların adli yardım birimlerinin de aktif biçimde rol alması etkin bir çözüm sunar.
3. Üniversiteler ve hukuk fakülteleri, toplumsal cinsiyet eşitliği ve miras hukuku ilişkisini merkezine alan çalışmalar üretmeli fakat bunu topluma yayabilecek şekilde hazırlayarak bu alandaki sessiz eşitsizliğin görünür kılınmasına katkı sunmalıdır.
Bunlara ek olarak, Türkiye’deki hukuk eğitimi ve uygulamasında “sosyal eşitlik duyarlılığı”nın artırılması, uzun vadeli yapısal değişim için temel koşuldur.
Sonuç
Miras hakkı, bireyin ölümünden sonra dahi sosyal adaletin bir unsuru olarak yaşamaya devam eden bir kurumdur. Özünde, mal varlığı kadar eşitlik ve haysiyet de devredilir. 2024/5 Sayılı Genelge ile getirilen düzenleme, görünüşte hızlı ve pratik bir çözüm sunsa da derinlemesine incelendiğinde bireysel hakların, özellikle de kadınların yasal güvencelerinin zayıflatıldığı bir sonuca işaret etmekte, Medeni Hukuk reformu ile kadınlara adeta “bahşedilen” eşit paylaşım ilkesini zedeleyici sonuçlara yol açmaktadır.
Eşitlik, sadece yasa metinlerinde yer almakla gerçekleşmez. Gerçek eşitlik, irade beyanlarının özgürce şekillendiği, bilgilendirme ve denetim mekanizmalarının etkili olduğu ortamlarda mümkündür. Türkiye’nin miras hukukunda attığı bu adım, yalnızca mirasçıların haklarını değil, aynı zamanda hukuk sisteminin adalet ilkesine bağlılığını da sınamaktadır.
Bu nedenle çözüm, kolaylık adına adaletten ödün vermek değil; adaletin uygulanmasını kolaylaştıracak sistemler inşa etmektir. Eşit miras hakkı, yalnızca bireysel bir kazanç değil; toplumun vicdan terazisidir.
Av. Mert Burak Ersan
Kaynaklar
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü. (2024, 29 Kasım). Genelge 2024/5. 02.08.2025 tarihinde https://www.tkgm.gov.tr/sites/default/files/2025-01/2024-5%20Tapu%20Sicilinde%20Arabuluculuk%20Uygulamalari-2.pdf adresinden erişildi.
Kocayusufpaşaoğlu, N. (1987). Miras Hukuku. İstanbul: Filiz Kitabevi.
Topak, S. (2025). Ortaklığın Giderilmesinde Arabuluculuk Süreci ve Anlaşma Belgesinin İcra Edilmesi. Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, 61, s.377-406
Kıyak, E. (2023). 6325 Sayılı Kanun’un Milletlerarası Sulh Anlaşma Belgelerinin İcrasına İlişkin m. 17/A ile Taşınmazın Devrine veya Taşınmaz Üzerinde Sınırlı Ayni Hak Kurulmasına Yönelik Uyuşmazlıklarda Arabuluculuğa İlişkin m. 17/B Düzenlemelerine Genel Bakış. LEXPERA Blog. 04.08.2025 tarihinde https://blog.lexpera.com.tr/6325-sayili-kanunun-m-17-a-ile-17-b-duzenlemelerine-genel-bakis adresinden erişildi.
Değirmenci, R. (2022). Anayasa Mahkemesinin Kadın Haklarına Dair Kararlarındaki Değişimin Pierre Bourdieu’nun Hukuk Teorisi Çerçevesinde Değerlendirilmesi, Yıldırım Beyazıt Hukuk Dergisi, 2022/2, s.435-477


Yorum bırakın