Unutulacak Dünler ve Bugünler: Steinbeck’in Rusya Günlüğü

Dr. Erdal Bilgiç
Marmara Üniversitesi İktisat Tarihi Doktora Programı’ndan mezundur.

Bu yazının amacı, John Steinbeck’in 1947 yılında Sovyetler Birliği’ne gerçekleştirdiği gezisinin ardından kaleme aldığı Rusya Günlüğü kitabı üzerinden savaşın yıkıcılığının unutulmamasını sağlamaktır. Savaş, bir yılı aşkın süredir bütün yıkıcılığı ile Ukrayna topraklarında devam ediyor. Savaşın getirdiği ve insanları mecbur ettiği açlık, ölüm, hastalıklar, yaralanmalar, çaresizlikler; gözlerimizin önünde şiddetinden hiçbir şey kaybetmeden sürüyor. Steinbeck, Rusya Günlüğü kitabında aslında tek bir cümle ile “Sovyetler Birliği coğrafyasında yaşayan ve savaş istemeyen insanların gündelik hayatlarında ne kadar da geleceğe umutla bakmak istediklerini” anlatır. Steinbeck’in anılarında yer alan Moskova, Kiev, Stalingrad, Tiflis ve Batum’un insanlarının, kaleme alındıktan yıllar sonra bile gelecekle ilgili kaygılarının değişmediğine şahit olmak gerçekten üzücü. Steinbeck’in bu eseri, Amerika’ya dönüşünden bir sene sonra basıldı. Rusça baskısı ise Gorbaçov döneminin Perestroyka’sını beklemek zorundaydı. Türkçeye Deniz Keskin’in enfes tercümesiyle kazandırıldı ve 2022’nin aralık ayında satışa sunuldu.

Okumaya devam et “Unutulacak Dünler ve Bugünler: Steinbeck’in Rusya Günlüğü”

‘Zübük’ Nereden Gelmektedir?

Z. Engin Pekel
Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğrencisidir.

2000’lerin başında televizyonda sık sık görüp izlediğim filmlerden biri de Zübük’tü. Filmde 68 plakalı araçlar kullanıldığı için hikâyenin geçtiği Gülören’in Aksaray’da olduğunu sanmıştım. Tabii bu yanılgım çok uzun sürmedi. Son zamanlarda Zübük filmini ne televizyonlarda görebiliyoruz ne de internette filmin düzgün bir kopyasını bulabiliyoruz. Fakat kitabı okumak isteyenler için Zübük romanını internetten veya bir kitapçıdan temin etmek çok kolay. Yaklaşık altmış sene önce yazılan bu roman geçen zaman içinde hem bir külte dönüştü hem de yeni bir kavram olarak dilimize yerleşti.

Okumaya devam et “‘Zübük’ Nereden Gelmektedir?”

Ölüme Giden Şair: Ali Ruhi

Orçun Aydoğdu
Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’NDE Araştırma Görevlisidir.

Ali Ruhi, 1270 (1853/1854) yılında Bağdat’ta dünyaya gelmiştir. Köklü bir aileye mensuptur. Dedesi Darbaz Ağa, babası Veys Paşa’dır. Ağabeyi ise Namık Kemal’in Kıbrıs’ta kalebentken rahat bir hayat sürmesini sağlayan Zeynelabidin Reşid’dir. Görülüyor ki Ali Ruhi’nin ailesi hem siyasette hem de edebiyatta oldukça etkindir. Gerek dedesi Darbaz Ağa gerekse de babası Veys Paşa Kıbrıs’ta mutasarrıflık görevinde bulunmuştur.

Okumaya devam et “Ölüme Giden Şair: Ali Ruhi”

Dünyayı Anlamlandırmada Edebiyatın Yeri: Yazmak Üzerine Yapıtlar

Alkan Özdemir
Boğaziçi Üniversitesi (Yeni) Türk Dili ve Edebiyatı BÖLÜMÜ’NDE yüksek lisans öğrencisidir.

Edebiyat; dil ile yeni dünyalar yaratan yanıyla insanlar için bir kaçış alanı, güvenli bir liman, bir bilgi kaynağı, alternatif bir yaşam deneyimi gibi pek çok şeyi ifade etme potansiyeline sahip. Hatta yapıtlar, yaşamımız boyunca tanık olma fırsatımızın olmadığı binlerce farklı yaşama bizi misafir edebilir, kimi zaman karakterlerle özdeşleşmemizi sağlayarak bizi anlatının bir parçası kılabilir. Böylece uzak dünyaları yakın kılarken empatik deneyimi güçlendirebilir. Edebiyat aynı zamanda insanların dünyayı anlamlandırmada yüzyıllardır başvurduğu en önemli alanlardan biri. Bu yazıda modern edebiyatın önde gelen romancılarının, edebiyatın ve yazmanın büyüsü üzerine kimi kitaplarını tanıtmayı amaçlıyorum.

Okumaya devam et “Dünyayı Anlamlandırmada Edebiyatın Yeri: Yazmak Üzerine Yapıtlar”

Merhaba

Muratcan Zorcu
Koç Üniversitesi Tarih Bölümü doktora öğrencisidir.

Kişisel bir hikâyeye hoş geldiniz. Hikâyemiz son üç dört aydır kolektif bir bilinçle hareket ediyor. Gün geçtikçe daha kolektif hâle gelecek. Ama şimdi hikâyeyi başa saralım. Üniversite yıllarında derslerimi takip ederken veya etmeye çalışırken bir yandan ders aralarında tanıdıklarımla sohbet ediyordum, diğer yandan da lise yıllarından beri biriktirmeye çabaladığım birbirinden değerli dostlarımla yılda bir iki kez buluşuyorduk. (İstanbul’da kapılarını aşındırdığım kıymetli büyüklerimden şimdilik bahsetmeyeceğim.) Bu süreçte de Feyzi, Berk, Alparslan, Engin ve Bahadır benim en yakın dostlarım oldular. Her zaman muhabbetlerinden memnun ayrıldım. Ama özellikle Alparslan’la 2010’lu yılların sonlarında Moda Sahili’nde, Kanyon’da, Boğaziçi kampüsünde yaptığımız gezintiler diğerlerinden de başka bir özellik taşıyordu: Dünyayı değiştirmek fikri ana temamızdı. Herhangi bir film yönetmeni bir filmle toplumu çevre felâketine karşı duyarlı hâle getirebiliyorsa Türkiye’nin en önemli üniversitelerinden birinde okuyan biz, niçin böyle bir çaba içine girmiyorduk? Bu fikirsel temellerle bir defterimi ‘proje defteri’ ilan edip her konu hakkında karalamalara başladım. Bu karalamaların hepsi nedense kişisel bir blog fikrine çıkıyordu; yazacaktım ve on dokuzuncu asrın büyük insanları gibi bir şeyleri değiştirecektim. Hem heveslerin hem de amatörlüğün getirdiği çabalarla her yılın Eylül ayında Ağustos’ta zihnen pişirdiğim blog açma fikrini fiiliyata döküyordum; Ekim’de, Kasım’da da bir şekilde içerik üretebiliyordum; ama dönem sonu yaklaşıp final sınavları ve assignment’lar biriktikçe blog konusundaki hevesim kaçıyordu. Bu blog açma çabam Blogger ve WordPress üzerinden üç dört yıl kadar devam etti. Sonrasında Mart 2020’de pandemi zuhur edip evlere kapandığımızda çok güzel bir proje ilgimi çekti; Gergedan Dergi(si) internet üzerinden çok kıymetli bir ekiple sağlam içerikler hazırlıyordu ve günceldi. Eski fikirleri ısıtıp ısıtıp önümüze sunmuyordu. Bu süreçte, kıymetli dostum S. Oğul Tuna’nın davetiyle yoğunluğum müsaade ettikçe ben de yazılar yazmaya başladım. Gergedan Dergi’de yazarken de kişisel bir blog fikrine saplanıp kalma gerekçem, lise yıllarında çıkardığım “Tarih Silsilesi” dergisi sırasındaki deneyimlerimden ileri geliyordu: Dergicilikteki devamlılığın önündeki ana sorun, çoğunlukla matbaa masrafları ve içerik üretim sıklığı olmuştur. Bu deneyim bana sürekli geriye ket vuruyordu.

Okumaya devam et “Merhaba”