Mustafa Türkan
Bahçeşehir Üniversitesi Sinema ve Televizyon Bölümü Yüksek Lisans mezunudur.
Atıf Yılmaz, Necati Cumalı’nın hikâye kitabı Ay Büyürken Uyuyamam[1] ile bir müddet boğuştuğunu filmin ilk gösteriminde dağıtılan kitapçıkta şöyle ifade etmişti: “Vasfiye’nin durumu ümitsiz. Haftalar, aylar geçiyor… Bir bakıyorum Ay Büyürken Uyuyamam kitabı yine masamın üzerinde. Vasfiye’den kurtulmak için başka öyküleri karıştırıyorum. Göz Açmak, Gözleri Çalar, Dertli, İğneci, Çizme Delil Sayılmaz ve başkaları… Birden öykülerdeki ortak yanları keşfetmeye başlıyorum. Hepsi birer Vasfiye değil mi kadın kahramanların? Erkeklerin, hep kendilerini kayırarak, anlattıkları kadın kahramanlar.”[2] Yılmaz tam da bu noktada düğümü çözdüğünü hissetmiş, bir hareket alanı bulmuştu. Zihninde öykülerden oluşan bir kolaj şekillenmişti. Bu kolajı mümkün kılmak için Vasfiye’yi Vasfiye’nin hayatına giren erkeklerin anlatmasında karar kılmıştı. Böylece film, konu sıkıntısı çeken genç bir yazarın düşlerinden oluşacak, anlatılan hikâyeler ve düşler nihayetinde tutkulu bir aşka veya daha doğru bir ifadeyle takıntıya dönüşecekti. Filmin senaristlerinden Barış Pirhasan’ın usta kaleminin dokunuşlarıyla Vasfiye, Sevim Suna kılığında bir postere gizlenecek ve genç yazarın kafası kurcalanacaktı. Pirhasan’ın da belirttiği gibi Vasfiye’yi tanımış erkekler, gerçekçilik sınırlarına aldırış etmeden, ansızın yazarın karşısına çıkacak ve yazar istese de istemese de bildiklerini ona anlatacaklardır. En nihayetinde, Öteki’nin arzusu muammalı ve anlaşılmazdır. Fantezi, bu muammayı dolduran, onu dile getiren, ona belirli bir talebi somutlaştıracak şekilde biçim veren şeydir. Bu akla, Jacques Lacan’ın “arzu Öteki’nin arzusudur” iddiasını getirir.[3] Arzu nasıl Öteki’nin arzusudur? Okurlarımız için biraz vülgarize edecek olursam, Lacan’ın iddiası en bariz düzeyde, Öteki’yi arzuladığımızı belirtir. Gerçi bu, Lacan’ın arzudan çok talep olarak adlandırdığı şeyin alanına girer. İkincisi ve daha da önemlisi, Öteki tarafından arzulanmayı arzuladığımız anlamına gelebilir. Üçüncüsü, Öteki’nin istediği arzulanır. Örneğin, küçük burjuva, belirli bir evi, evin kendine has özellikleri nedeniyle değil, komşusunda/tanıdığında kıskançlık yaratacağı için arzulayabilir. Son olarak, bilinçdışı Öteki’nin söylemi olduğunu hatırlamak gerekir. Böylece arzunun Öteki’nin arzusu olduğu tezi, arzunun, gösterene dayalı her türlü semptomatik oluşumu üreten bilinçdışımıza musallat olan gösterenler ağı aracılığıyla eklemlendiğini ifşa eder. Herkesin (seyirciler dahil) kendini bir düş dünyasında bulması bu eklemlenme süreciyle alakalıdır. Atıf Yılmaz da filmi böyle tanımlar: “Bu bir gerçeğin olduğu kadar düşün de filmi.”[4] Dünyada bir otobüs dolusu konunun olduğu düşünen yazarın arkadaşının yazara “Sana renkli rüyalar” diyerek yanından ayrılmasının sebebi de budur. Scognamillo, Atıf Yılmaz’ın kariyerindeki bu noktayı “sağlam bir yaklaşım, bir biçim rahatlığı ve kendine özgü bir mizahla değerlendirdiği düşsel sinema” olarak tanımlamıştır.[5]
Okumaya devam et “Adı Vasfiye ya da Arzunun Çerçevesini Veren Fantezi”