Funda Helin Coşkun
GRENOBLE-ALPES ÜNİVERSİTESİ SCIENCES PO GRENOBLE yüksek lisans öğrencisidir.
Size böylesine hâkim olan kişinin iki gözü, iki eli, bir bedeni var ve herhangi bir insandan daha başka bir şeye sahip de değil. Yalnızca sizden fazla bir şeyi var: O da sizi ezmek için ona sağlamış olduğunuz üstünlük. Eğer siz vermediyseniz, sizi gözetlediği bu kadar gözü nereden buldu? (Étienne de La Boétie – Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev)
En basit ifadesiyle kolektif bir eylem biçimi olarak tanımlanan toplumsal hareketler, 20. yüzyılın son çeyreğine gelindiğinde var olan uluslararası ve ulusal konjonktürlerin etkisi altında bir dönüşüm geçirmiştir. Yeni toplumsal hareketlerin amaçları, katılan eylemcilerin profilleri, eylemlerin stratejileri, kazanımları ve sonuçları eski toplumsal hareketler ile karşılaştırıldığında başka bir nitelik ve yön kazanmıştır. Bir diğer deyişle, 1970’li yıllar itibariyle gelişmiş sanayi ülkelerinde yaşanan kolektif eylemlerin biçimi ve niteliğindeki değişim, toplumsal hareketlerin o zamana değin var olan özüne dair bir değişimi veyahut dönüşümü beraberinde getirmiştir. Bu değişiklik özellikle kıta Avrupası literatüründe “Yeni Toplumsal Hareketler” olarak kavramsallaştırılmıştır. Kendisinden önceki toplumsal hareketlerin aksine yeni toplumsal hareketler, “devlet” olgusunun dönüşümüne de eşlik etmekte ve post-modernitenin etkisi altında devlet ve toplum arasındaki yeni ilişkileri de göz önüne alarak yeni bir paradigma yansıtmaktadır.[1] Nitekim bu paradigma, modernleşme sürecinin ve 20. yüzyıl refah devletinin ortaya koyduklarına dair bir eleştiridir: post-endüstriyel toplum yapısı ve ortaya koyduğu çelişkilere karşı bir duruştur. [2] Var olan toplumsal düzende maddi ve somut taleplerin yanı sıra, post-modernitenin sebep olduğu bir kimlik buhranıyla bir hak arayışı ortaya çıkmıştır. Yeni toplumsal hareketler artık ideolojik bilinç ya da sınıf bilinci ile açıklanamayacaktır. Nitekim bu hareketleri oluşturanlar tek bir talep veya tek bir gruba aidiyet belirtmemekte ve heterojen bir yapı sergilemektedir. Bir diğer deyişle, yeni toplumsal hareketlerin talepleri arasında tek bir odak yoktur; gündelik olan siyasete dâhil edilmek istenir. Genel çerçevede karşımıza “hayatı anlamaya yönelik yeni bir paradigma arayışı”, yaşam kalitesi ve kültürel değişim[3] talepleri çıkar.
Bunların yanı sıra küreselleşmenin, olguların, fikirlerin, değişimin ve dönüşümlerin; sınırları, bölgeleri ve coğrafyaları aşarak hızlı ve kontrolsüz bir şekilde yayılmasını sağlayan özü, eski ve yeni olarak ayrım yaptığımız toplumsal hareketlerin yapısında, niteliğinde, yayılabilme ölçeğinde ve başarısında belli başlı değişiklikler yaratmıştır. Aslında, eskinin yeniden ayrılmasını gerektiren en önemli özelliklerden biri de küreselleşmenin toplumsal hareketlere kattığı bu yeniliktir: Mobilizasyonların çok hızlı ve efektif gerçekleşebiliyor olması ve hareketlerin “ulus-ötesi” hareketler olarak nitelendirilmeleri. Bu yenilik, teknolojinin ilerlemesiyle ortaya çıkan kitle iletişim araçları ve sosyal medyanın sivil halkı bir araya getirmekte eskisine nazaran çok daha efektif olabilmesiyle yakından ilgilidir.

Yeni Toplumsal Hareketler, talepleri ile bağlantılı ve kendi kimliklerine özgü bir eylem repertuarı barındırır ve siyasi alanda kendisine ait bir yer talep eder. Bu, muhakkak kurumsallaşmış siyaset alanlarında olmak zorunda değildir. Asıl amaç iktidarı ele geçirmek değildir. İstenen, iktidarın güdülmesinde efektif olabilecek bir kamuoyu yaratımıdır.[4] Bunun yanı sıra hareketlerin örgütlenmesi, sosyal medya ve ağlar, forumlar ve platformlar gibi çağın getirdiği yenilikler aracılığıyla sağlanmaktadır. Özellikle Facebook ve Twitter, eylemcilerin haberleşme ağı olarak öne çıkan iki sosyal medya aracıdır. Burada eylemciler arası koordinasyon sağlanabilmesinin yanı sıra polis şiddetine karşı güdülecek eylem repertuarları dahi kararlaştırılabilmektedir.[5] Tilly, yeni toplumsal hareketlerdeki bu “yeniliğin” önemini gösterebilmek için 2011 Yılında Sınır Tanımayan Gazeteciler’in Basın Özgürlüğü 2011 raporunu işaret ederek, 2006’dan beri devletlerin sosyal medyayı kendisine yönelik bir tehdit olarak gördüğünü söyler. [6]
Bu yazının amacı, özellikle 20. yüzyıl sonunda toplumsal hareketlerin kavramsallaştırılması sonucu ortaya çıkan “Yeni Toplumsal Hareketlerin” kriterleri göz önüne alınarak son dönemlerde Fransa’yı büyük ölçüde etkisi altına alan emeklilik protestolarının ve protestolara dair kişisel gözlemlerin okuyucuya sentezlenerek aktarılmasıdır.
Avrupa’da Emeklilik Reformu Dalgası
Aslında emeklilik reformlarına dair tartışmalar, son birkaç senedir Brüksel merkezli düşünce kuruluşlarının ajandasını meşgul eden bir konu. Özellikle Ukrayna-Rusya savaşının etkisiyle ekonomik olarak zor bir dönemden geçen Avrupa ülkeleri, bütçe açıklarını kapatabilmek için yıllar önce tartışılmaya başlanmış bu konuyu tekrar gündeme getirdi. Konu ulusal olduğu için Avrupa Birliği’nin müdahale yetkisi yok; fakat reform tartışmalarının arkasında yatan düşünce işçiliği diğer birçok konuda olduğu gibi Brüksel merkezli.
Fransa’da bir yüksek lisans öğrencisi olarak gerçekleştirdiğim staj programının sorumluluklarından biri de Avrupa’yı etkisi altına alan tartışmaların çeşitli düşünce kuruluşları ve kurumlar tarafından nasıl ele alındığını aktarmak ve konu üzerinde perspektif kazanmak. Bu bağlamda, otoriteler tarafından Avrupa ekonomisinin yeşil dönüşüm ve dijitalleşme ile paralel şekilde yol alması teşvikinin yanı sıra kamu reformları konusunda atılacak adımlara da bir ivme kazandırılmak isteniyor. Brüksel’de katıldığım Centre for European Policy Studies tarafından gerçekleştirilen “Public Pension Systems: Changing Narratives, Changing Realities?” adlı panelde İspanya ve İtalya ekonomi bakanları ve bakanlık çalışanları emeklilik reformunun kendi ülkeleri açısından ne derecede hayati bir önem taşıdığının önemi üzerinde uzun uzun durmuştu. Panelde bize aktarılan meselenin özü şuydu: Avrupa’da gittikçe artan ortalama yaşam süresi, emeklilik hakkına sahip olmuş her kişinin, hayatının sonuna kadar almaya devam edeceği emeklilik maaşını daha uzun süreyle almasıyla sonuçlanacağından devletler hazinelerini korumayı görev ediniyor ve emeklilik yaşlarını yukarıya çekmeye yönelik reformları empoze etmek istiyor.
Bir diğer deyişle, devlet mekanizması gözünü yıllarca vergisini aldığı vatandaşının güvencesine dikmiş aç bir canavara dönüşmüş durumda. Fransa’da ise halk, devlete hiçbir şey borçlu olmadığına ve alacaklı olanın kendisi olduğuna emin; bu nedenle de sokaklarda.
“Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor” [7]
“Macron İstifa” pankartlarının görüldüğü grev gösterileri ilk büyük çaplı eylem değil aslında. 2018 sonbaharında da Fransa’nın bütün şehirlerini ele geçiren büyük çaplı bir rüzgâr yaratılmıştı. Sarı Yelekliler Hareketi, Yeni Toplumsal Hareketler kavramsallaştırmasına büyük ölçüde uyum sağlıyordu. Karbon vergisinin artırılmasının tetiklediği protestolar, büyük ölçüde ekonomik sebeplerle sosyal medyadan mobilize olan halkı sokağa dökmüştü. Halk, vergi yükünün orta sınıfın üzerine düşürüldüğünden şikâyetçiydi ve yatırım bankası Rothschild & Cie’nin yönetim ortaklarından biri olan başkanlarının istifasını istiyordu. Katılımcıların profilleri de çok genişti, öyle ki eksenin en zıt cepheleri olan radikal sol ve ekstrem sağ tabanlarının ikisi de Sarı Yelekliler hareketini “ideolojisiz” olmakla suçluyor ve düşmanı gördüğü bileşenlere sahip bir harekete katılmayı açıkça reddediyorlardı. Bununla beraber, Sarı Yeleklilerin bütün ülkeyi etkisi altına alması hiç de zor olmadı. Gerçekten de halk eski toplumsal hareketlerin aksine bir siyasi parti ya da sendika bayrağı altında birleşmektense toplumsal bir sorun olarak gördüğü problemlerin ortadan kaldırılabilmesi için “birey” sıfatıyla harekete katılıyordu. Hareket daha sonra İtalya, Belçika ve Hollanda’ya sıçradı. Nitekim Sarı Yelekliler Hareketi sırasında Devlet Bahçeli’nin, sosyokültürel yapısı bambaşka olan ve binlerce kilometre ötemizde yaşanan bu hareketin Türkiye’ye sıçraması endişesiyle yaptığı “Sarı yeleklilere özenen olursa bedelini öder” [8] konuşmasını hatırlamakta fayda var.
Yeni Toplumsal Hareketler gerçekten de sınırları devirip çevresinde böylesine etkili bir rüzgâr oluşturabilecek güçte miydi? Evet. 2011 – 2012 İspanya Protestolarını hatırlayalım. “Indignados” adlı, Türkçeye “Öfkeliler Hareketi” olarak çevirebileceğimiz bu hareket İspanya’dan sıçrayarak bütün Avrupa’yı etkisi altına almıştı. [9] Neoliberal ve kapitalist sistem eleştirisini merkezine alan bu hareket aynı zamanda okyanusu aşarak New York’ta gerçekleştirilen “Occupy Wall Street” hareketinin de tetikçisi haline gelmişti. [10] Bunların yanı sıra, lisanstan mezun olurken Latin Amerika’ya ve toplumsal hareketlere olan ilgim sebebiyle bitirme tezimi Şili ve Bolivya’da gerçekleşen toplumsal hareketler üzerine yazdım. Bu hareketlerin sonucunda, halkın kendi liderini iktidara taşıdığını ve hareket sırasında da kendine özgü bir demokrasi mekanizması güderek “kurumsallaşmış siyaseti” inşa edebildiğini savundum. Araştırma yaparken beni oldukça şaşırtan bazı bulgulara da rastladım.
Latin Amerika’daki toplumsal hareket kültürünü ve geleneğini anlayabilmem için büyük ölçüde eski hareketlerden veri toplamam gerekliydi. Brezilya’da 2013 yılında gerçekleşen Devlet Başkanı Dilma Roussef karşıtı protestolar sırasında röportaj yapılan birkaç kişi, Türkiye’deki Gezi Parkı Protestolarını işaret ederek Türkiye’de olanlardan etkilendiklerini söylüyorlardı.[11] Biz de Gezi Parkı Hareketi’nin Arap Baharı’nın sonuçlarından biri olup olmadığına dair yapılan tartışmaların tanığı değil miyiz? Veyahut şimdiki Rus-Ukrayna savaşının tetiklerinden biri olan 2014 Maidan Olayları sırasında eylemcilerin Gezi Parkı’nın “Zıpla, Zıpla, Zıplamayan Tayyip’tir!” sloganını Başkan Yanukovych’a uyarlayarak kullandıklarını biliyor muydunuz?[12]
Fransa’da Direnmenin Estetiği[13], Sarı Yelekliler’den Emeklilik Reformu’na
Fransız halkının emeklilik reformuna karşı başkaldırısı, ülke çapında sendikaların başlattığı grevler olarak cereyan etti. Benim bu harekete dair kişisel gözlemlerim ise çoğunlukla öğrenci merkezli. Yüksek lisansımı yaptığım Avrupa’nın Yeşil Başkenti Grenoble şehri Yeşiller (Europe Écologie-Les Verts) tarafından yönetiliyor. Bunun bir getirisi olarak şehir çoğunlukla sol eksende ve Grenoble küçük bir şehir olmasına rağmen mikro düzeyde toplumsal hareketlerin çokça yaşandığı bir geleneğe sahip. Bunun yanı sıra okulum Sciences Po Grenoble, gerek kendi akademik kadrosu gerek öğrenci profili olarak solun en kuvvetli olduğu fakültelerden biri. Nitekim ulaşım sendikalarının grev ilan etmesinden sonra okulun öğrenci meclisi ve kampüs sendikalarının iş birliği çerçevesinde, benim daha önce emsaline tanık olmadığım bir “blocage” süreci yaşandı. Bu süreç daha önceki jenerasyonların bıraktığı bir miras olmalı ki öğrenci sendikası ve öğrenci meclisi arasında konsensüs sağlandıktan sonra okul yönetiminin kendisi resmi bir bildiriyle derslerin iptal edildiğini ve okulun öğrenci işgali altında bulunduğunu ilan etti. Fakat yalnızca kendi okulum nezdinde değil; Fransa’daki birçok okul ve fakültenin de greve katıldığını, şu anki süreçte 3 ayı aşkın süredir okul işgallerinin eylem ve protestolara eşlik ettiğini söylemem gerek. Bu nasıl mı gerçekleşiyor? Yalnızca öğrenci kesimi değil, gündelik hayatın devam etmesini sağlayan iş ve endüstri sektörleri, sendikalarıyla hem sokaklarda hem de politik hayatta kendi temsillerini sağlamakta. Eylem ve protestoların 3 ayı aşkın süredir devam ettiğini göz önüne alırsak, kamuoyunda buna karşı bir tavır alınması da söz konusu değil. Eylemciler ve polis arasındaki çatışma sonrası yangın çıkan bir sokakta yemeklerini yemeye devam eden Fransızların görüntüsü sosyal medyada oldukça tartışılmıştı. Fransızlar içinse gelinen süreçte bu normalleştirilmek zorunda. Şehirler arası trenlerin grev sebebiyle iptal edilmesine yönelik dahi bir eleştiri yok. Paris içinde normalde metroyla 20 dakika sürebilecek bir yolu 3 saatte gidebiliyor olmak da garipsenmiyor. Bir diğer deyişle, toplumun bütün tabakalarının dâhil olduğu bu grev ve protestolar ağı örgütlülük anlamında oldukça kuvvetli. Devlet tarafından kıskaca alınmasını gerektiren, yasal olmayan hiçbir etiketi de yok. Hareket, bir politik parti bayrağına sahip değil; katılımcılar kendi özneleriyle bu hareketin bir parçası ve Macron’un istifasını istiyor.
Eylem repertuvarları ise 21. yüzyılın gelmesiyle cereyan etmeye başlayan toplumsal hareketlere nazaran daha klişe ögelerden oluşuyor. Hareketin tabanı, ilan edilen gün ve saatlerde yürüyüşler düzenleyerek grevler aracılığıyla direnişlerini devam ettireceklerini duyuruyor. Fakat bu süreçte aslında söz edilmesi ilgi çekici olabilecek ve belki Fransa’daki politik hayatın bir dönüşümden geçtiğini gösterebilecek bir olay yaşandı. Bir kadın direnişçinin kortej sırasında yaptığı dans hem Türk hem de Fransız kamuoyunun oldukça dikkatini çekti. [14] Yazımızın en başında da bahsettiğimiz gibi, yeni toplumsal hareketler kendi özüne uygun bir eylem repertuvarı ortaya koyuyor. Örneğin 2011 Şili Baharı gösterilerinde, parasız ve eşit eğitim hakkı için öğrenciler Michael Jackson’un Thriller şarkısı eşliğinde 3000 kişilik bir dans performansını sokağa taşımışlardı.[15] Fransa’da şu anda gerçekleşen protesto gösterileri sırasında bir kadın direnişçinin kortej sırasında yaptığı dansa verilen tepkiler ise Fransa solunun birçok konuda içine düştüğü kırılmanın bir yansıması olarak nitelendirilebilir. Fransa başkaldırış tarihinin bir geleneği olan sokak çatışmaları ve devlet kurumlarının ateşe verilmesinin yerini kortejlerde eylemciler tarafından performe edilen dansların alması, Fransız sol geleneğinde ve daha genel olarak Avrupa solunda bazı çözülüşler yaşandığının da habercisi aslında. Ateşe verilen kamu binalarının yerini dans gösterilerinin alması yeteri kadar güçlü bir karşı koyuş mudur? Veya iktidar bu eylem biçimini kendi varlığına yönelik bir tehdit olarak algılayacak mıdır? Göreceğiz.
[1] Claus Offe, “New Social Movements: Challenging the Boundaries of Institutional Politics”, Social Research, 1985, Vol. 52, No. 4, Social Movements, pp.826
[2] Alain Touraine, Moderniliğin Eleştirisi, Çev: Hülya Tufan, YKY, İstanbul, 2007, p.274
[3] Nelson A. Pichardo, “ New Social Movements: A Critical Review ”, Annual Review of Sociology, 1997, Vol. 23 p.414
[4] Alain Touraine, Moderniliğin Eleştirisi, Çev: Hülya Tufan, YKY, İstanbul, 2007, p.274
[5] Charles Tilly, Ernesto Castaneda, Lesley J. Wood, Toplumsal Hareketler, Çev: Orhan Düz, Alfa Yayınları, 1.Baskı, Şubat 2022, p. 31
[6] Ibid, p.185
[7] Marshall Berman, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, İletişim Yayınları, 2021
[8] Devlet Bahçeli: Sarı yeleklilere özenen olursa bedelini öder https://www.evrensel.net/haber/368247/devlet-bahceli-sari-yeleklilere-ozenen-olursa-bedelini-oder
[9] Indignados : quelles leçons pour la démocratie ? http://www.nouvelle-europe.eu/indignados-quelles-le-ons-pour-la-democratie
[10] Castañeda, Ernesto. (2012). The Indignados of Spain: A Precedent to Occupy Wall Street. Social Movement Studies https://www.researchgate.net/publication/239800759_The_Indignados_of_Spain_A_Precedent_to_Occupy_Wall_Street
[11] Brezilyalı göstericiler: ‘Türkiye’deki eylemlerden etkilendik’ https://www.bbc.com/turkce/haberler/2013/06/130621_brezilya_eylemciler
[12] Ukraine On Fire (Belgesel Film), Igor Lopatonok, 2016
[13] Peter Weiss, Direnmenin Estetiği, Çev: Çağlar Tanyeri, Turgay Kurultay, İletişim Yayınları, 3.Baski, Eylül 2018
[14] On a retrouvé Mathilde, la danseuse star des manifestations, Le Parisien, https://www.youtube.com/shorts/-x-AhnVEM_A
[15] Spirit of the Chilean Students Protests… We Love You! https://www.youtube.com/watch?v=mInwTgalfKc&ab_channel=99thminer