Ekin Bayur
Sabancı Üniversitesi Çatışma Analizi ve Çözümü Programı’ndan yüksek lisans mezunudur.
Neoliberalizm, 1970’lerden itibaren özellikle Batı’da yaygınlaşan, temel olarak devletin müdahalesinin azaltılması, özelleştirmelerin ve serbest ticaretin teşvik edilmesi, vergi indirimleri ve düzenlemelerin gevşetilmesi gibi politikaları içeren bir öğretidir. Neoliberal politikalar, ekonomide özel sektörün önemini vurgulayan ve devlet müdahalesinin ekonomik kararların belirlenmesine çok az katkıda bulunduğu bir yaklaşımdır. Serbest ekonomi, sürekli özelleştirme ve esnek istihdam gibi politikalarla devletin müdahalelerini minimuma indirmeyi amaçlar.
Türkiye’de de örneğini gördüğümüz üzere, bu müdahaleden etkilenen sadece üretim değildir. Eğitim, sağlık, altyapı gibi alanlarda da özelleştirmeye gidilir ve devletin ücretsiz olarak sağladığı imkânlar, para karşılığı özel şirketler aracılığıyla yapılmış olur. Bu durumda vatandaşların vakıf ve derneklerle, genel olarak sivil toplumla ve geleneksel topluluk bilinciyle hareket etmek istediğini ve hatta buna mecbur bırakıldığını görebiliriz. Özellikle kapitalizmin insafına bırakılmış düşük gelirli vatandaşların hayatta kalmak için bu tarz topluluklarla dayanışması, yardım ve desteğe muhtaç kaldığında yanında devleti değil başka grupları bulması kaçınılmazdır.
Türkiye özeline geldiğimizde, bilindiği üzere tarikatlar Osmanlı döneminde –ve hatta Selçuklu’da da– oldukça büyük ve önemli yapılardı. Özellikle İstanbul’un fethi sonrası artan İslamlaştırma politikalarını, İstanbul’da 1826 itibariyle Bektaşi dergahlarının kapatılıp Nakşibendilere devredilmesini, Fatih ve Üsküdar ilçelerindeki dergâhları da hesaba katarak hızlı bir yaygınlaşmanın bulunduğunu göz önüne alırsak Cumhuriyet’in ilanı ve Tekke ve Zaviyelerin kapatılması ile de tarikat düşüncesinin bitmeyeceğini görebiliriz. Özellikle 1950 ve sonrasında cemaat olarak karşımıza çıkan yapılar da bu tarikatların kollarına bağlı ve belirli liderler etrafında toplanmış küçük yapılanmalar olarak düşünülebilir. Günümüzde yaygın olarak konuşulan Menzil, İsmailağa, İskenderpaşa gibi cemaatler Nakşibendi tarikatının Halidiyye kolundandır. Türkiye’de genel olarak Nakşibendi tarikatının Halidiyye kolu faaliyet göstermektedir. Nakşibendi dışında Kadiri, Mevlevi, Bektaşi, Halveti gibi tarikatların isimlerini de duymanız mümkün.[1]
Cemaatler ise ülkemizde özellikle 1980 sonrasında dernek-vakıf olarak yer bulmuş, dinî bir rehber olmanın yanı sıra, İslam’ın da esaslarına uygun olarak, sosyal yardım, eğitim, maddî yardım gibi hizmetlerde bulunmuştur ve bulunmaktadır. İslam’da “zekât,” “sadaka” ve “kurban,” toplumdaki fakir ve zengin arasındaki uçurumu daraltabilen ve kaynakların yeniden dağıtılmasını sağlayan uygulamalardır. Tarikatlar ve diğer dinî yapılar da dâhil olmak üzere cemaatler, bu bağışları toplayan ve yeniden dağıtan aracılar olarak bu görevi yerine getirir. Bu aracı konum, toplumun her kesimine ulaşmalarına ve ek olarak sosyal hizmetler sağlamalarına olanak tanır.[2]
Bu hizmetler doğası gereği kişilerle iletişim kurmalarını kolaylaştırır ve insanları kendilerine katılmaya teşvik etmelerine de yol açar. Özellikle devletin bu hizmetleri sağlayamadığı durumlarda, dinî kuruluşlar bu görevi üstlenebilir. Sonuç olarak, dinî gruplar ile devletler arasındaki iş birliği genellikle bu sosyal yardımların, eğitim ve sağlık gibi hizmetlerin üzerinden şekillenebilir.[3] Ek olarak, bu iş birliği sayesinde kamu yararına çalışan dernek statüsü elde ederek arazi tahsisi ve devletten hibe alma gibi avantajlara sahip olurlar.[4] Grup ve hükümet, grup tarafından sunulan sosyal hizmetleri birlikte gerçekleştirebileceği ve iki tarafın da çıkar sağlayabileceği ortaklıklar kurduğunda, süreç düzgün bir şekilde işler. Bu nedenle, devlet aktörleriyle iyi ilişkiler kurmak ve devlet kaynaklarına erişmek, dinî gruplar için hayati öneme sahiptir. Devlet kaynaklarına ulaşmak da haliyle hayati önem arz etmektedir. Bu nedenle, dinî gruplar etkili bir kapasiteye sahip olmayı hedefler, bu da onlara güçlü bir rekabetçi olma olanağı sağlar. Daha etkili hale geldikçe, daha iyi pazarlık yapma kapasiteleri artar, bu sayede devlet kaynaklarına daha verimli bir şekilde ulaşırlar. Bu da bir döngü halinde devlet ve dinî grubun iç içe geçme halini giderek arttırır.

Yukarıda bahsedilen süreç Türkiye’de de oldukça muntazam bir şekilde ilerledi. Geçtiğimiz günlerde “Gavs”ını kaybeden Menzil’in Sağlık Bakanlığı’nda kadrolaşması, hastaneler, sosyal yardım dernekleri ve iki köy sahibi olması bu duruma bir örnek olabilir. Bence daha önemlisi, Menzil’in uyuşturucu ve alkol bağımlıları için bedava bir rehabilitasyon merkezi yerini tutmasıdır. Birinci ağızdan duyduğum birçok hikâyede uyuşturucu bağımlısı çocuklarını Menzil köyüne gönderen aileler hiçbir ücret ödemeden özel bir rehabilitasyon merkezi hizmeti aldı. Bu çocuklar köyde kalmayıp evlerine geri döndüler ancak ailelerin Menzil ile gönül bağı devam ediyor, kurbanlarını Menzil aracılığıyla dağıtıyorlar.
İsmailağa cemaati ise daha çok dernekleri aracılığı ile sosyal ve maddî yardıma yönelmiş durumda. Yine birinci ağızdan duyduğum hikâyelerde ailelerin çocuklarına iş ve eş bulunması, kamp halinde ücretsiz dinî eğitim verilmesi, özellikle devletten sosyal yardım almayan, maddî durumu kötü ailelerin her bir ihtiyacıyla detaylı ilgilenilmesi gibi çalışmalarla gönül bağını aktif tutabiliyor. Cemaatin bağış kapasitesi hakkında bir fikir edinmek için sitelerinde bulunan İsmailağa Külliyesi’ne (yapımına 2019’da başlandı ve salgına rağmen 2021’de bitirildi)[5] ve İDDEF aracılığı ile Suriye’nin kuzeyine yapılan konutlara bakabilirsiniz. Yukarıda bahsettiğim örneklerin, devlet kurumlarının yerini alma bakımından FETÖ ayarında olamaması belki iyiye işaret olabilir. Ancak devlet kurumlarındaki kadrolaşma konusunda daha iyiye gidilmediği aşikâr. Devletin eli, özellikle ara sokaklara ve gecekondulara uzanmadıkça yukarıda bahsedilen döngünün kırılması mümkün değil. İnsanların cemaatlere mahkûm edilmediği bir düzen içinse sistemin yıkılıp yeniden inşa edilmesi şart.
[1] Nur Cemaati bu bahsi geçilen tarikatlarla alakalı değildir, Said Nursi’nin öğretilerini temel alır. Tarikatlar konusunda detaylı bilgi için TDV İslam Ansiklopedisi’ne bakabilirsiniz: https://islamansiklopedisi.org.tr/
[2] Arslan Köse, Sakine. 2019. “Faith-based organizations in Turkey as indirect political patronage tools.” Palgrave Communications 5 (1): 88. https://doi.org/10.1057/s41599-019-0301-2.
[3] Bielefeld, Wolfgang, and William Suhs Cleveland. 2013. “Faith-Based Organizations as Service Providers and Their Relationship to Government.” Nonprofit and Voluntary Sector Quarterly (SAGE Publications Inc) 42 (3): 468-494. https://doi.org/10.1177/0899764013485160.
[4] Arslan Köse, Sakine. 2019. “Faith-based organizations in Turkey as indirect political patronage tools.” Palgrave Communications 5 (1): 88. https://doi.org/10.1057/s41599-019-0301-2.
[5] İsmailağa web sitesi: www.ismailaga.org.tr

Yorum bırakın