Bakü Mektupları – II

17 Aralık 2023

Bu tefrikayı fikir dünyaları kadar gönülleri de zengin olan Firdovsiyyə Əhmədova, Jalə Qəribova ve Solmaz Rüstəmova-Tohidi’ye ithaf ediyorum.

Aziz okur,

Gerçi o da olmasa ne zaman Bakü’ye yolum düşerdi, bilmiyorum ya! Fakat bu doktora dedikleri ve benim gibi nice gencin kanına giren bela, beni Azerbaycan’a sürükleyen asıl sebep oldu. Ne diyor (bir asrı aşkın süre önce çocuklarının okumasına engel olan ebeveynleri hicveden) Büyük Sabir:

Bəsdir oxudun, az qala canın tələf oldu,
               Bu kardan əl çək!
Yazmaq, oxumaq başına əngəl- kələf oldu,
               Əşardan əl çək!

Vallahi el çekmenin vakti geldi ama önce bırak da Bakü seyahatimin değinmediğim noktalarına değinip bazı kısımları detaylandırayım.

“İmtahan öncəsi” Vəcihə Səmədova (1958).

Azerbaycan’da sohbet ettiğim okuryazar takımının, yani Azerbaycan intelligentsia’sının ortak şikâyeti insan kaynaklarını; okuyan, yazan, düşünen ve üreten kişi sayısının Türkiye’deki seviyelere ulaşamaması. Hoş, Türkiye’de böyle bir “seviye” var mı bundan emin değilim ama Azerbaycanlıların derdini anlıyorum. Öte yandan Türkiye eğer kardeş ülkesinin maddi ve manevi kaynaklarının bir kısmına sahip olabilseydi, şu an çok çok farklı yerlerde bulunabilirdi. Geçelim.

On milyonu aşkın nüfusa sahip ülkenin intelligentsia’sı çok kalabalık olmasa bile çok iyi bir eğitimden geçmiş ve birbiriyle sıkı sıkıya bağlı. Yazdıkları kitaplar, makaleler, sosyal medya paylaşımları yankı odalarında kalmıyor; çok hızlı bir şekilde farklı ideolojilere mensup, yurt içinde veya diasporadaki bütün kişiler arasında yayılıyor. Bu yüzden de zaman zaman kavgalar eksik olmuyor.

Öte yandan bundan yüz-yüz elli yıl önce Kafkas Müslümanları veya Kafkas Türklerinin çok daha etkin ve renkli bir kültür hayatı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Osmanlı padişahına da Rusya çarına da ulaşabilen Ahundov’ların, 20. yüzyılda Batı Asya’nın muhtemelen en etkili neşriyatı olan Molla Nasreddin’in doğduğu ve hüküm sürdüğü topraklar burası sonuçta. Bugünse pek çok neden sonucunda biraz hamasete dalmış, Batı dillerindeki yayınlardan ziyade ana dilinde ve Rusça yayınlarla meşgul bir intelligentsia söz konusu. Ancak panta rhei ilkesi gereğince bu değişiyor. Yeni nesillerle birlikte daha katılımcı ve enternasyonel bir Azerbaycan intelligentsia’sı yükseliyor.

Sovyet devrinde yetişmiş akademisyenler, gazeteciler, âlimler hâlâ faal ve ana akım tartışmalara yön veriyorlar ki ben bunu olumsuz değil, aksine çok olumlu bir gerçeklik olarak görüyorum. Çünkü her yeni nesilde olduğu gibi buradaki yeni neslin de üretim ve tartışma süreçlerine büyük bir reaksiyon, hem de en şiddetlisinden, getirmekte olduğu açık. Bizdeki akademisyen ve okumuş takımın aksine, üretkenliğinden bir şey kaybetmeyen daha büyük nesiller bu şekilde gelenek ile gelecek arasında bir köprü görevi görüyor. Hem de öyle bir gelenek ki Sovyet devrine ve öncesine uzanıp güncel tartışmalara damgasını vuruyor.

Sıkıldın mı benim sevgili okurum?

Hayır, dediğini duyar gibiyim. Devam edelim.

Hükûmetin ağırlığı bir yokluk biçiminde tartışmalara (siz fark etmeden) etki etse bile özellikle son birkaç yılda atılan adımların altını çizmek gerek. Azerbaycan devleti, Tanzimat dönemi Osmanlı’sını ve Kemalist Cumhuriyeti hatırlatacak biçimde güçlü bir eğitim hamlesiyle meşgul çünkü. Başarılı öğrenciler birbiri ardınca Avrupa, ABD, Rusya ve Çin’in en iyi üniversitelerine gönderiliyor. Elbette bu imkânlardan seçkinlerin çocuklarının ne kadar yararlandığı, seçkin olmayan kesimlerin ne kadar faydalanabildiğini araştırmak gerek. Fakat memleket dahilinde eğitimde eşitliğin olduğu, hatta Bakü’dekinden daha başarılı ilkokul ve liselerin Sumgayıt vb. gibi farklı vilayetlerde bulunduğunu eklemek gerekir. Türkiye’deki seviye diyorduk değil mi?..

Bütün bu gelişmeler intelligentsia’yı ve hatta halkın diğer kesimlerini de dünyaya daha fazla maruz bırakıyor. Sadece eğitim mi? İnternet, (bir önceki mektubumda çok sınırlı olduğundan söz ettiğim) turizm, ticaret, kültürel faaliyetler Azerbaycan’ı bir zamanlar olduğu gibi tekrar Kafkasların kültür merkezi yapmaya aday.

Bana “Bunları bırak, kendine bak” diyecek olursan, azizim, hadi gel, bana dönelim.

Ülkede çok sayıda ve yine eski neslin koruduğu müze var. Bunlardan en beğendiğim elbette Azerbaycan İncesanat Müzesi. Sovyet sanatı üzerine yazmaya yetkinliğim yok fakat toplumcu gerçekçi temanın en görkemli ürünlerinin özellikle Stalinist devirde verildiği benim olduğu gibi senin de malumundur. Çağdaş Azerbaycan sanatı içinse böyle bir sınır çizmek mümkün değil.

İran’dan, özellikle Kaçar devri resim ve minyatür sanatının etkileri 19. yüzyıl sanatına nüfuz etmişken Sovyetlerle birlikte bambaşka bir devir açılıyor. İncesanat Müzesinde olduğu gibi Edebiyat Müzesinde de Arif Hüseynov, Vəcihə Səmədova, Səttar Bəhlulzadə, Əzim Əzimzadə, Böyükağa Mirzəzadə ve Toğrul Nərimanbəyov’un “Türkiye seviyesini” çoktan ışık yılları geride bırakmış eserlerini temaşa etmek mümkün.

Ayvazovski dahil Batı ve Rus resminin zirve isimlerini, İranlı ve Osmanlı üstatlarının kaleminden dökülmüş harikaları, Kuba’dan Tebriz’e uzanan geniş coğrafyadan farklı halı ve kilim örneklerini Hazar kıyısında görmek ne büyük zevk! Ayrıca yukarıda zikrettiğim Azerbaycanlı dehalardan kimisinin müzeye çevrilmiş atölye ve evlerini de ziyaret etmek imkân dahilinde. Ah, bir de katalog basılsa, kartpostal ve reprodüksiyon satılsa!

Göster bana biraz bunlardan örnek, diyeceksin. Ne mümkün! Azerbaycan müzeciliğini anlayabilene aşk olsun! Kimi müzelerde fotoğraf çekmek yasak olduğu gibi bazılarında ek olarak ödeyeceğin beş manat eşliğinde bunun iznini alabiliyorsun. Beni bütün seyahatim boyunca en çok öfkelendiren mevzulardan biri bu oldu, aziz okur. Rusya’da ve Avrupa’daki koleksiyonlarla kıyaslanacak ve hatta çoğunu gölgede bırakacak eserlerin bırak fotoğrafını çekmeyi; bunları içeren katalog veya kartpostal dahi bulamıyorsun. Peki neden? Müze, kendi Facebook sayfasında paylaşıyor diye yetinmek mi gerekiyor? Bu konuda hakikaten aşılması gereken seviyeler var gibi duruyor.

“Əziz dostum məndən küsüb incidi” diye başladın, sanki okur. Asıl incindiğim kısma geçelim.

Ermenistan akademisiyle 1960’lı yıllarda girişilmiş çetin mücadele bugün hâlâ akademiyi kasıp kavuruyor. Tarih ve diğer sosyal bilimlerdeki pek çok yayın, doğal olarak, bu çerçeveye sıkışmış durumda. Belki de yine bu sebepten Azerbaycan tarihçiliği henüz dünyaya yeterince açılabilmiş değil. Oysa 20. yüzyıla dek dünya iktisat, kültür, göç yollarının kesişim noktasında olmuş bir bölgeden söz ediyoruz. Aynı bölgeden doğan Sovyet cumhuriyeti (“İkinci Cumhuriyet”?) neredeyse “Doğu devrimi”nin merkezi olacaktı. Bugün ise başta sözünü ettiğim dil bariyeri veya farklı sosyal-siyasal sebeplerle daha enternasyonel bir bakış, metot benimsenemiyor. Fakat panta rhei

Bu mektupları ithaf ettiğim ve pek çok yardımlarını gördüğüm Rüstəmova-Tohidi ve Əhmədova gibi tarihçilerin, Qəribova gibi entelektüel ve sosyal bilimcilerin eserleri ve rehberlikleri bu açıdan çok önemli. Çünkü dil bilgisi ve eğitim her zaman yetmiyor; intelligentsia’nın kökündeki intelligens ve tecrübe çok daha mühim noktalara taşıyabiliyor insanı ve eserini…

“Yahu neye incindin!” diye bağırıp çağırma. Müzelerden sonraki durak tabii ki arşivler. Pek çok dili, alfabeyi, dönemi, kişiyi nezdinde toplayan o abidevi kurumlar. Seyahatimin büyük kısmını kendisine vakfettiğim arşivlerin önemli bir bölümünde güleryüz ve olabildiğince özgürlükle karşılaştım. Mayisə Hanım gibi Sovyet devrinde yetişmiş ve arşivciliğin anahtarlarını elleriyle üretmiş emekçiler evvela korku yaratsalar da büyük bir yardım ve ilham kaynağı oldular. Hem 1980’lerin sonunda Litvanya’da araştırma yapmış üniversitemdeki geç dönem Sovyet tarihçisi beni bu gibi Soviet ladies’e karşı uyarmamış mıydı? Sovyet cumhuriyetlerinde kimsenin randevulaşma, saat/tarih verme huyunun olmadığını söylememiş miydi?

Mayisə Hanım gibi yardımsever ve yüreklendirici intelligentsia üyelerine her yerde rastlamak mümkün değil. Yeni nesiller yetiştikçe ve alana farklı yerleden insanlar geldikçe başınızda bekçi gibi dikilen, hatta bekçi dikilmesini tercih ettiren insanlar da mevut. Evet, her türlü referansa rağmen kapıları “tek milletin” bir araştırmacısı olan bana ve diğer Türk vatandaşlarına açılmayan arşivleri ve açılsa bile fotoğraf çekilmesinden dosya görüntülemeye kadar çeşitli engeller çıkaran kişileri kastediyorum. Veya dijitalleştirilmelerine rağmen herkesin kullanımına sunulmayan kaynakları. Fotokopiye izin varsa niye fotoğrafa yok? Dijitali varsa niye görüntüleme olanağı bulunmuyor? Yoksa Türkiye ve diğer Kafkas ülkeleri gibi, birincil kaynak yayımlamanın hâlâ tarihçiliğin en birincil görevi addedilmesinden mi geliyor bu?

Ama, aziz okur, nankörlük ettiğim sanılmasın. Bu gibi küsüp inciten örnekler istisnai. Her çevreden tarihçi, arşiv ve müze görevlisi bürokratik engelleri aşmada elinden geleni yaparak yardım etmeye çalışıyor. Kapıdaki polis memurundan arşiv müdürlerine ve hatta bürokrasinin zirvelerine dek pek çok yerden güler yüz ve destek gördüğümü eklemezsem, hikâye eksik kalır.

Daha ne istiyorsun ki aziz okur? Sana Bakü’nün kültür hayatından enstantaneler sunmaya çalıştım. Azerbaycan intelligentsia’sı artık dünyaya daha da açılıyor. (Nitelik değil nicelik yönünden) Türkiye’de bulunması zor bir dergicilik var. Sokakları ressamlar, müzisyenler, yazarlar süslüyor. Elektro müzik gelişse de bütün remix’ler muğamın, Sovyet mugannilerinin mahnıları üzerine bina ediliyor. Şiir yazılıp okunuyor. Şairler için jübileler, anma geceleri düzenleniyor. Şairlerini unutmayan, şiir yazan bir milletin zaten (Türkiye seviyesini geçtim, başka seviyelerdeki) intelligens’e ne ihtiyacı olur?..

Fotoğraf: Oğul Tuna
Telif hakkına sahip fotoğraf.

Bülbül prospektinde dilimde o güzel nağmelerle yürüyüp büyük şair Xaqani’nin isminin verildiği sokağa dönüyorum. Güzel Vurğun’un rölyefine selam verip Dövlət Akademik Rus Dram Teatrı’nın yanından geçiyorum. Akşam saati olmasına karşın hava serinlememiş. Azerbaycan, çok büyük bir potansiyele sahip ki sularının ve topraklarının altında bekleyen doğal kaynaklar bunların yanında hiç. Yeter ki bu mağrur insanlar diledikleri barışa tamamen kavuşup bütün enerjilerini büyük bir bilinçle ilerledikleri kalkınma yönüne harcayabilsin.

Fotoğraf: Oğul Tuna
Telif hakkına sahip fotoğraf.

Ey azad gün, azad insan,
Doyunca iç bu bahardan!
Bizim xalı-xalçalardan
Sal çinarlar kölgəsinə,
Alqış günəş ölkəsinə!

Oğul Tuna

Yorum bırakın