İttihatçıların Hahambaşısı: Hayim Nahum Efendi

HAKAN DUMLU
İstanbul Beykent Ünİversİtesİ Sİyaset BİLİMİ ve Kamu YÖNETİMİ BölümüNDE Araştırma GÖREVLİSİDİR.

Giriş

Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Millet Sistemi, gayrimüslimlerin edindiği millî bilinç sebebiyle 19. yüzyıldan itibaren değişmeye başlamıştır. Bu bağlamda imparatorluğun bünyesindeki Rumlar, Sırplar, Bulgarlar ve Ermeniler; Babıâli’den çeşitli imtiyazlar talep etmiştir. Buna rağmen Osmanlı Musevîlerinin herhangi bir talebi olmamıştır çünkü onlar, Osmanlı Hristiyanlarının aksine Avrupalılardan destek ve himaye görmemiştir. Ancak tıpkı Osmanlı Hristiyanları gibi onlar da anayasanın restorasyonunu desteklemiştir. Bu bakımdan anayasayı yeniden ilan ettirmek isteyen İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) ile Osmanlı Musevîlerinin neden güçlü bir ilişki kurduğu daha iyi anlaşılmaktadır. Ayrıca İTC’nin Makedonya’da, özellikle de Selanik’te güçlü olması da tesadüf eseri değildir çünkü Osmanlı Musevîleri, Selanik’teki nüfusun önemli bir kısmını oluşturmuştur. O halde İttihatçılar ile Osmanlı Musevîleri arasındaki iş birliğini başlatan başlıca motivasyon nedir?

Anayasanın 1878’de ilk defa yürürlüğe girmesiyle özellikle kapitülasyon mağduru halklara haklar verilmiştir. Bu halkların çoğunluğunu ise Türkler ve Osmanlı Musevîleri oluşturmuştur. Böylece bunlar, kendi burjuva sınıflarını kurma fırsatını yakalamışlardır. Ancak anayasayı ilga ederek yeniden mutlakıyet tesis eden II. Abdülhamid’in idaresi altında, hem Türkler hem de Osmanlı Musevîleri, daha önce kavuştukları uygun ortam ve koşulları kaybetmiştir. Bunun yanı sıra Osmanlı Musevîleri de tıpkı Jön Türkler gibi modern olmayı arzulamıştır. Bu sebeple Osmanlı Musevî Cemaati’nde modernistler ile muhafazakârlar arasında ciddi bir çatışma yaşanmıştır. Bu çatışma, hiç şüphesiz, Osmanlı Devleti’nde mevcut olan ikilikten de kaynaklanmıştır. Sonuç itibarıyla Osmanlı Musevîleri ile İttihatçıların ortak çıkarları olmuştur. Böylece Jön Türkler, anayasanın restorasyonu amacıyla Osmanlı Hıristiyanlarının yanı sıra Osmanlı Musevîleriyle de iş birliği yapmıştır.

Kaynak: https://www.salom.com.tr/arsiv/uploads/news/157101.jpg

Bu iş birliğinin en önemli aktörlerinden biri Hayim Nahum Efendi’dir. Hayim Nahum, adım adım Osmanlı Musevî Cemaati’ndeki modernist kanadın lideri haline gelmiştir. Bununla birlikte kendisi, Siyonizm karşıtı olması sebebiyle İttihatçılar için makul bir ortak olmuştur. Böylece İttihatçılar, Osmanlı Musevîlerinin modernist kanadıyla yakın ilişkiler kurarak Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğüne yönelik Siyonist tehdidi ortadan kaldırmayı da ummuştur. Bütün bu sebeplerden dolayı İTC, 1908’deki Jön Türk Devrimi’nden sonra Hayim Nahum Efendi’yi Osmanlı Musevî Cemaati’ne hahambaşı olarak atamıştır.

Devrimin ardından Jön Türkler, devrim karşıtlarını ve mutlakiyetçi unsurları devlet mekanizmasından ve sivil örgütlerden temizlemek için çabalamıştır. Böylece devleti
daha kolay kontrol etmeyi ve sivil örgütleri de daha etkin kullanmayı amaçlamışlardır. Sonuç itibarıyla adım adım kendi otoritelerini kurmaya ve yeni rejimin merkezîleşmesini sağlamaya başlamışlardır. Bu bağlamda Hayim Nahum Efendi’yi hahambaşı olarak atayan İTC’nin başlıca amacı, Osmanlı Musevî Cemaati’ni tamamen merkezîleştirmek olmuştur.

Örtüşme

Hayim Nahum Efendi, zamanla Osmanlı Musevî Cemaati’ndeki modernist kanadın öncüsü olmuştur. Böylece onun çıkarları ve temsil ettiği reformcu kesimin amaçları, İTC’nin eylem planıyla örtüşmüştür. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ikiliğin, Osmanlı Musevî Cemaati’ndeki modernist ve muhafazakâr kanatlar arasındaki ciddi çatışmalara da yansıdığı varsayılmaktadır. Cemaat’in modernist kanadında önemli bir rol oynayan Osmanlı Musevîleri, özellikle II. Abdülhamid’in mutlakiyetçi politikalarına karşı direniş konusunda benzer amaçları paylaşan Jön Türkler gibi eğitim için Fransa’ya gitmiştir. Nitekim Hayim Nahum Efendi’nin Jön Türklerle ilk kez ilişki kurduğu yıllar, Alliance Israelite Universelle (Alyans) bursuyla Paris’te okuduğu döneme rastlamaktadır. [1]

Alyans, genç Musevî öğrencileri modernist bir yaklaşımla eğitmeyi amaçlamış bir vakıftır. Bu sebeple Alyans’ın Osmanlı Musevî Cemaati üzerinde önemli bir etkisi olmuştur. Böylece modernist kanatta yer alan Osmanlı Musevîleri de Hayim Nahum Efendi’nin hahambaşı seçilmesinin ardından muhafazakârlık kisvesindeki Siyonizm’in Cemaat içindeki etkisini kırmayı başarabilmiştir.

Aslında Osmanlı Musevî Cemaati içindeki bu rekabet, aynı zamanda Fransa ile Almanya arasında cereyan eden bir nüfuz mücadelesinin de yansımasıdır. Çünkü Fransa, Almanya’nın desteklediği Siyonizm’e karşı Doğu Musevîleri meselesinde Alyans’ı desteklemiştir. Elbette Hayim Nahum Efendi başta olmak üzere Osmanlı Musevî Cemaati’nin önde gelenleri de Siyonizm karşıtı olmuştur.[2] Bu yüzden İttihatçılar da Osmanlı Filistini’nde bağımsız bir Yahudi devleti kurmayı amaçlayan Siyonizm tehdidine karşı Fransa’nın desteklediği Osmanlı Musevîlerinin modernist kanadıyla iş birliği yapmıştır. Böylece Filistin, en azından Birinci Dünya Savaşı’na kadar elde tutulabilmiştir.

Hayim Nahum Efendi, Fransa’daki öğreniminin ardından Türkiye’ye döndüğünde Jön Türklerle yakın ilişkilerini sürdürmüştür. Hatta İttihatçıların en güvenilir müttefiklerinden biri olmuştur. Aynı zamanda Osmanlı Musevî Cemaati’nde de giderek yükselmiştir. Milliyetçilik, 19. yüzyılın başlarında Osmanlı’da yükselişe geçerken Osmanlı Musevîleri bu eğilimden etkilenmedikleri için Babıâli’nin yanında yer almıştır. Hatta öyle ki Selanik, Jön Türklerin gizli operasyonlarının merkezi haline gelmiştir. Bu durum, 1913’teki Yunan işgaline kadar devam etmiştir.[3] Selanik’teki Osmanlı Musevîleri, Jön Türk hareketini localar aracılığıyla padişahın hafiyelerinden koruyarak onlara güçlü bir destek vermiştir. Bunun sebebi, Osmanlı Musevîlerinin Osmanlı toplumunun bir parçası olmaktan başka bir kimlik
istemeyerek toplumla güçlü bir biçimde bütünleşmeleri olmuştur. Nitekim İttihatçılar da Osmanlı Musevîlerini, imparatorluğun toprak bütünlüğüne yönelik bir tehdit olarak görmemiştir.

İttihatçılar ile Osmanlı Musevîleri arasındaki yakın ilişkiler, İTC’nin II. Abdülhamid’in istibdadına karşı çıktığı dönemde kurulmuştur. Hayim Nahum Efendi’nin hahambaşı seçilmesinin ardından da ilişkiler, sağlam bir zeminde devam ettirilmiştir.[4] Bu ilişkiler sayesinde Osmanlı Musevî Cemaati’ni merkezîleştirmeyi amaçlayan İttihatçılar, hem amaçlarına ulaşmış hem de önemli bir müttefik elde etmiştir. Öte yandan Osmanlı Musevî Cemaati’ndeki modernist kanat ise muhafazakâr kanada karşı bir zafer kazanmıştır. Ancak Osmanlı Musevîleri Meclisi tarafından yapılan seçimden sonra bile Cemaat içindeki ciddi çatışmalar sona ermemiştir.

Siyonizm, bağımsız Yahudi devleti uğruna toprak talebiyle Osmanlı Filistini’ni tehdit ederken İTC’nin temel ilkesi ise imparatorluğun toprak bütünlüğünü korumak ve savunmak olmuştur. Bu bağlamda Hayim Nahum Efendi, kendisi de bir Musevî olmasına karşın Siyonistleri düşman olarak görmüştür. Zira ona göre Osmanlı Musevîleri, Osmanlı Devleti ile her zaman yakın ilişkiler içerisinde olmuştur. Bu sebeple Siyonizm’in Doğu Musevîleri ile ilgili niyetinin aksine, onların Osmanlı Filistini’nde bağımsız bir Yahudi devleti kurmak gibi bir düşüncesi asla olmayacaktır.[5] Eğer Hayim Nahum’un bu görüşü, Osmanlı Musevî Cemaati’ndeki genel kanıya ilişkin bir gösterge olarak kabul edilirse diğer Osmanlı Musevîsi elitlerin de aynı görüşe sahip olduğu iddia edilebilecektir.[6]

Hal böyleyken İttihatçılar ile Osmanlı Musevîlerinin modernist kanadı arasındaki iş birliği sayesinde Siyonist hareket, Osmanlı Musevî Cemaati’ni kendi çıkarları doğrultusunda kullanamamıştır. Siyonizm’in o dönemde görece zayıf olması ve Jön Türk Devrimi’nin ardından açıkça uygulanan Osmanlıcı politikalar, bu birlikteliği pekiştirmiştir. Zira Osmanlı Sefaradları, Aşkenaziler gibi kimliklerini uzak bir vatanla ilişkili olarak tanımlamak yerine kendilerini zaten Osmanlı Musevîsi olarak görmüş ve bu kimliği benimsemiştir.[7] Bu realite, Siyonizm aracılığıyla oluşturulması amaçlanan Alman nüfuzunun Frankofonlar tarafından bozulduğunu da göstermektedir.

Eleme

Aslında Doğu Musevîlerini etkileme hususunda Alyans ile Hilfsverein der deutschen Juden (Alman Musevîleri Hayırsever Cemiyeti) ciddi bir rekabete girişmiştir. Bu bağlamda Alyans, Siyonistlere düşman muamelesi yaptığı için onlar da Hilfsverein ile iş birliği yapmaya başlamıştır. İttihatçılarla iş birliği yapan Hayim Nahum Efendi ise Osmanlı Devleti’ne bağlılığı sebebiyle Siyonizm karşıtı cephede yer almıştır. Jön Türklerin Hayim Nahum liderliğindeki modernist kanada destek vermelerinin başlıca sebebi, Siyonist hareketin Osmanlı Musevîleri üzerindeki olası etkisini engellemek olmuştur. Ayrıca zaten zararlı olduğu iddia edilen muhafazakâr kanadı ortadan kaldırarak Osmanlı Musevî Cemaati’ni merkezîleştirmeyi amaçlamışlardır. Nitekim Hayim Nahum hahambaşı olarak seçilip atandıktan sonra Siyonistler tarafından ciddi bir anti-propagandaya maruz kaldığı zaman İTC, buna karşılık olarak onun arkasında durmuş ve desteğini geri çekmemiştir.

Hayim Nahum Efendi hahambaşı olarak atanıncaya kadar Osmanlı Musevî Cemaati’nde merkeziyetçilik görülmemiştir. Başka bir deyişle İTC döneminden önce İstanbul hahambaşısı, diğer hahamlardan üstün ve güçlü bir konuma sahip olmamıştır. Bu sebeple Hayim Nahum Efendi’nin hahambaşı olarak tasdik edilmesini sağlayan seçim sonuçlarından hem Osmanlı Musevîlerinin modernist kanadı hem de İTC beraberce istifade edebilmiştir. Ancak Osmanlı Musevileri Meclisinde yapılan seçim sonrasında Hayim Nahum Efendi ezici bir çoğunlukla hahambaşı seçilse de bu sonuca itiraz amacıyla Adliye ve Mezâhib Nezâretine çok sayıda dilekçe yazılmıştır. Söz konusu itiraz ve şikâyet dilekçeleri, çoğunlukla Almanlara yakın olan Aşkenazi mezhebi gibi Hayim Nahum’un ateşli muhalifleri tarafından hazırlanmıştır. Bunun sebebi, İTC’nin hahambaşıyı diğer hahamlardan üstün ve güçlü göstermeyi hedefleyen merkeziyetçi politikasının önüne geçmek olmuştur. Bunun üzerine Babıâli, seçim sonuçlarında usulsüzlük olup olmadığının tespit edilmesi amacıyla Adliye ve Mezâhib Nezâreti tarafından soruşturma başlatılmasına karar vermiştir.[8]

Osmanlı Musevi Meclisi’nin saygın üyeleriyle birlikte yürütülen soruşturma sonucunda Hayim Nahum Efendi’nin hahambaşı seçilmesine ilişkin usulsüzlük iddialarının asılsız olduğu ortaya çıkmıştır.[9] Bir süre sonra Bakanlar Kurulu, Hayim Nahum Efendi’nin arkasında durmaya karar vermiştir.[10] Sonuçta Hayim Nahum Efendi, kendisi için çıkarılan fermandan bir gün sonra Babıâli tarafından hahambaşı olarak atanmıştır.[11] Başka bir deyişle Osmanlı Devleti, asılsız iddiaları dikkate almamıştır. Padişah, Hayim Nahum Efendi’ye ruhsat verdikten sonra sadrazam da onu resmen hahambaşı olarak atamıştır. Böylece Osmanlı Devleti’nin, egemen bir devlet olarak hem iç hem de dış menfaatleri bakımından en faydalı tarafı seçtiği varsayılabilecektir. Elbette Jön Türk Devrimi’nden bu yana Osmanlı Devleti’nin menfaatlerinin İTC tarafından şekillendirildiği de göz ardı edilemeyecek bir gerçektir.

Alyans’tan Ziyade Osmanlı

Hayim Nahum Efendi’nin çabaları ve Alyans’ın da desteği sayesinde Doğu Musevileri meselesinde Siyonistlerin söz sahibi olmaları bir süre engellenmiştir. Sonuçta Siyonistler, Osmanlı Musevi Cemaati’ni bölmeyi başaramamıştır. Hayim Nahum’un hahambaşı seçilmesi ve seçim sonuçlarının Osmanlı hükûmeti tarafından onaylanmasıyla birlikte Cemaat içindeki muhafazakâr hegemonya da sona ermiştir. Böylece Osmanlı Musevi Cemaati, Alyans’ın etkisi altına girmiştir. Bu sebeple Hayim Nahum’un ateşli muhalifleri onu Alyans’ın aşırı destekçisi olmakla itham etmeye başlamıştır.[12] Nitekim Alyans, Hayim Nahum’un seçim zaferini, kendisine bir tebrik mektubu yazarak memnuniyetle karşılamıştır.[13] Zira Hayim Nahum’un Alyans ile birlikte elde ettiği başarı, Alman etkisine karşı kazanılan bir zaferin de göstergesi olmuştur. Hakikaten Siyonistler ve Osmanlı Musevi Cemaati’nin muhafazakâr kanadı, Alyans’ın onlara düşman muamelesi yapması sebebiyle Alman menşeli Hilfsverein ile iş birliği yapmıştır.[14]

Bu durum, aslında modernist ve muhafazakâr kanatlar arasında Osmanlı Musevi Cemaati içinde güç kazanma uğruna yaşanan çatışmaların da uzun yıllar boyunca devam edeceğini göstermiştir. Nitekim Hayim Nahum Efendi’nin resmî olarak hahambaşı olarak atanmasından sonra da Cemaat içindeki çatışma ve rekabet devam etmiş ve bu durum Osmanlı arşivlerine de yansımıştır. Örneğin Osmanlı Musevileri Umumî Meclisinin unsurlarından Meclis-i Cismânî, 1912’de hahambaşı Hayim Nahum Efendi’nin Umumî Meclisin toplanmasına ilişkin talebini reddetmiştir.[15] Bunun temel sebebi, iktidardaki modernist kanada muhalefet etmek olmuştur. Zira Meclis-i Cismânînin çoğunluğunu muhalifler oluşturmuştur. Islahat Fermanı’ndan sonra oluşturulan hahamlık teşkilatına göre Meclis-i Cismânî, Osmanlı Musevi Cemaati’nin dünyevi işlerini düzenlemek ve Osmanlı Devleti’nin verdiği emirleri yerine getirmekle görevlendirilmiştir.[16]

Bahsi geçen krizin ardından Hayim Nahum’un istifası gündeme gelmiştir. Bunun üzerine Aşkenaz Musevileri, istifanın onaylanması için Adliye ve Mezâhib Nezâretine telgraf çekerken[17] Ortaköy Musevileri Derneği, Hayim Nahum’a karşı yazılan protesto mektubunu imzalamayı reddederek[18] Haydarpaşa ve Kadıköy Musevi Dernekleri ile birlikte onun arkasında durmuştur.[19] Bu ahvâl ve şartların, Osmanlı Musevi Cemaati içinde modernist ve muhafazakâr kanatlar arasındaki çatışmaların devam etmesine sebep olduğu ve bu çatışmaların artık sıradan insanları da böldüğü açıkça görülmektedir.

Krizin çözümü için Adliye ve Mezâhib Nezâreti de sürece dahil olmuştur. Bakanlık,
kanuna dayalı bir çözüm kararı alarak Osmanlı Musevileri Umumî Meclisi bünyesinde bir iş birliği teklif etmiştir.[20] Böylece Hayim Nahum’un istifası bakanlık tarafından resmî olarak kabul edilmemiş, bilakis işe yarayacak bir çözüm sunulmuştur. Üstelik Babıâli de Hayim Nahum Efendi’nin istifasını geri çekmesinin hem Osmanlı Devleti hem de Osmanlı Musevi Cemaati için daha iyi olacağını düşünmüştür. Sonuç olarak Hayim Nahum Efendi, devletin tavsiyesine uyarak istifasını geri çekmiştir.[21] Demek ki Hayim Nahum Efendi, görünüşte Alyans’ın güdümünde olmasına rağmen Osmanlı Devleti’nin verdiği emirler doğrultusunda
hareket etmiştir.

Öte yandan Hayim Nahum Efendi, Dünya Savaşı yaklaştıkça Avrupa’daki güç dengeleri de belirginleştiği için artık Alyans’a önem vermemiştir. Zira Osmanlı Devleti, İtilaf Devletleri’nden tamamen uzaklaşmış ve Almanya’ya giderek daha fazla yakınlaşmıştır. Osmanlı dış politikasında belirlenen yeni rotayla birlikte Hayim Nahum, İTC’nin politikalarında hayati rol oynayan Talat Paşa gibi önemli bürokratlar tarafından bu bağlamda ikaz edilmiştir. Talat Paşa, Hayim Nahum’un Fransız yanlısı tavrı konusunda Alman elçiliğinden gelen şikâyetler sebebiyle ona Almanlarla ilişkilerini iyileştirmesini tavsiye etmiştir. Bunun üzerine Hayim Nahum, Fransız yanlısı olmasına rağmen hiçbir zaman Alman düşmanlığı yapmadığını beyan etmiştir.[22] Bu sebeple merkeziyetçi hale getirilen Osmanlı Musevi Cemaati’nin, her durumda İTC’nin güttüğü davayla eş güdümlü hareket ettiği varsayılabilecektir. Başka bir deyişle Osmanlı Musevileri, diğer gayrimüslimlerden farklı olarak Osmanlı İmparatorluğu’na sadık kalmıştır. Bunun en önemli sebebi, İTC’nin Osmanlı Musevi Cemaati’ne yönelik yürüttüğü merkeziyetçilik politikası olmuştur.

Bununla beraber Osmanlı Musevilerinin gösterdiği sadakatin temel motivasyonu, Tanzimat reformlarının siyasi ve ekonomik sonuçlarından kaynaklanmıştır. Zira Tanzimat reformları, Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün vatandaşları arasında hiçbir etnik ya da dinî ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşitliği güvence altına almıştır. Ancak bu süreçte, Osmanlı Hristiyanlarını himaye eden Avrupalı ​​güçlere verilen kapitülasyonlar sebebiyle Osmanlı Rumları ve Osmanlı Ermenileri, Türklere ve Osmanlı Musevilerine göre daha zengin hale gelmiştir. Bu sebeple Tanzimat reformları, siyasi ve ekonomik çıkarlar bakımından Türklerin yanı sıra Osmanlı Musevileri için de sakıncalı olmuştur.[23] Zira Museviler ile Hristiyan Avrupa devletleri arasında inanç ve din birliği yoktur. Bu sebeple Osmanlı Hristiyanlarının aksine Osmanlı Musevilerini, inanç ve din konularında kışkırtmak mümkün olmamıştır.[24] Osmanlı Musevileri de bu koşullar altında, çıkarlarını korumak ve geliştirmek amacıyla İTC’nin politikalarına uygun bir hareket tarzı belirlemiştir.

Merkezîleşme: Locum Tenens yerine İttihatçıların Hahambaşısı

İTC, Osmanlı Musevi Cemaati’ni güvenilir bir müttefik aracılığıyla merkezîleştirmek isterken Hayim Nahum Efendi ise Cemaat içindeki muhafazakâr kanadı etkisiz hale getirerek Siyonizm kaynaklı yeni ortaya çıkan tehlikeyi önlemek istemiştir. Böylece
Jön Türkler ile Hayim Nahum liderliğindeki modernist Osmanlı Musevileri, örtüşen çıkarları etrafında yakın ilişkiler kurmuştur. Zira Siyonizm ortak düşman olarak görülmüş ve iki taraf da muhafazakâr kamplardan mustarip olmuştur. İTC de modernist Osmanlı Musevileri de kendi toplumlarını kalkınma yoluna yönlendirebilmek için modern olmayı arzulamıştır. Bu benzerliklerin dışında, özgürlük vaadiyle iktidara gelen İTC, her türlü sivil kuruluşta olduğu gibi devlet mekanizmasında da merkezîleşmeyi içeren gizli bir gündem belirlemiştir. Böylece İTC, gayrimüslim cemaatleri doğrudan kendisine tâbi kılarak Osmanlı İmparatorluğu’nun bütünlüğünü korumayı ummuştur.

İTC’nin ideolojisi, devlet mekanizmasını ve devlet ile dinî cemaatler arasındaki ilişkileri değiştirmiştir. Osmanlı Musevileri, örtüşen çıkarlar sayesinde güvenilir bir müttefik haline gelmiştir. İTC’nin politikasına göre Osmanlı Musevi Cemaati, konumu diğer hahamlardan daha üstün ve güçlü olan hahambaşı tarafından yönetildiği sürece yeni ortaya çıkan Siyonizm tehlikesinin de önlenebileceği hesap edilmiştir. Hayim Nahum Efendi ise merkezîleştirilmiş ve güçlendirilmiş hahambaşı pozisyonu için uygun bir aday olmuştur. Öte yandan Osmanlı Musevileri de muhafazakâr kanattan kurtulmak için merkeziyetçiliğin işe yarayabileceğini düşünmüştür. Böylece başhahamlık makamı, Hayim Nahum’un döneminde idari ve siyasi açıdan güçlendirilirken protokol bakımından da Osmanlı Musevi toplumunda üstün bir konuma yükseltilmiştir.[25] Nitekim padişahın verdiği tayin beratıyla Osmanlı Musevi Cemaati’nde de tıpkı Osmanlı Rumlarında ya da Osmanlı Ermenilerinde olduğu gibi merkezî yönetim tesis edilmiştir.[26] Üstelik merkezî yönetim sayesinde Osmanlı Musevi Cemaati, muhafazakâr akıma ve Siyonizm tehlikesine karşı da güçlendirilmiştir.

Eski hahambaşı, Sultan II. Abdülhamid’e yakınlığı sebebiyle Jön Türk Devrimi’nin hemen ardından istifa etmiştir. Zira Osmanlı Musevi Cemaati’ni Jön Türklerle ciddi bir çatışmaya sürüklemek istememiştir. Nitekim eski hahambaşı, liberal ve seküler Osmanlı Musevileri tarafından Sultan Hamid’in müttefiki olmakla suçlanmıştır.[27] Bunun üzerine Hayim Nahum Efendi, devrimden sonra İTC’nin teklif ettiği hahambaşılığı kabul etmiştir. Osmanlı Musevilerinin eski hahambaşısı Moşe Levi’nin istifası, 1908’de, Jön Türk Devrimi’ni takip eden günlerde hükûmet tarafından onaylanmıştır. Dahası hükûmet, seçim sonucunda Moşe Levi’nin görevini devralan Hayim Nahum Efendi’nin mevkiini de tasdik etmiştir.[28]

Gerçek şu ki aralarında Moşe Levi’nin de bulunduğu eski hahambaşılar, imparatorluğun diğer şehirlerinde görev yapan hahamlardan üstün ve güçlü olmamışlardır. Başka bir deyişle Hayim Nahum Efendi’ye kadar İstanbul’daki hahambaşı, diğer hahamlarla eşit yetkiye sahip bir din görevlisi olmuştur. Nitekim seleflere Latincedeki Locum Tenens terkibine karşılık gelen ve aynı zamanda vekillik anlamı taşıyan kaimmakam adı verilmiştir.[29] Bu sebeple İTC’nin döneminden önce Osmanlı Musevi Cemaati’nde merkezîleşmenin olduğunu söylemek zordur.

Osmanlı Musevilerinin 1865’te yürürlüğe koyduğu Hahamhâne Nizâmnâmesi’ne[30] göre İstanbul hahamlığına bağlılık bir zorunluluk olmasına rağmen ülke genelinde İstanbul da dahil olmak üzere 20’ye yakın farklı haham bulunmuştur.[31] Nitekim hükûmet, kaimmakamın yerine bir hahambaşı atamak için Osmanlı Musevileri Umumî Meclisinde seçim yapılmasına ilişkin talimat da vermiştir.[32] Seçim sonucunda Hayim Nahum Efendi hahambaşı seçilmiştir. Aslında Osmanlı Devleti, II. Mahmud döneminden itibaren imparatorluktaki tüm hahamları doğrudan İstanbul’a bağlayarak Osmanlı Musevi Cemaati’ni merkezîleştirmeye çalışmıştır. Ancak Osmanlı Musevi Cemaati’nin geleneksel yapısı bu çabaya karşı direnmiştir.[33] Yine de Hayim Nahum Efendi, 1865’te yürürlüğe konulan Osmanlı Musevileri Anayasası’nın kanunlarına göre seçilen tek hahambaşı olmuştur. Ayrıca Osmanlı Devleti sınırları içerisinde yaşayan Musevilerin tek temsilcisi haline gelmiş ve padişahın verdiği berat sayesinde en yüksek rütbeli haham olmuştur.[34]

Osmanlı Musevîlerinin Anayasası: Hahamhâne Nizâmnâmesi

Nizâmnâmeler, cemaatlerin hem iç işlerini hem de Osmanlı Devleti ile ilişkilerini düzenleyen bir anayasa işlevi görmüştür. Bu bakımdan devletin merkezî yönetimini güçlendirmek amacıyla Osmanlı Musevilerinden de Osmanlı Musevi Cemaati için bir anayasa hazırlamaları istenmiştir. Bunun sebebi, Tanzimat reformlarından sonra değişen devlet mekanizması olmuştur. Nitekim Osmanlı Musevilerinin anayasası, Cemaat’in modernist kanadının beklentileri ve Osmanlı Devleti’nin reformist istekleri doğrultusunda oluşturulmuştur. Sultan Abdülaziz’in 1865’te verdiği ruhsatla Osmanlı Musevilerinin anayasası resmen yürürlüğe girmiştir. Osmanlı Devleti’nin bu anayasadan temel beklentisi, Osmanlı Musevi Cemaati’nin merkezî bir otorite tarafından yönetilmesi olmuştur.[35]

Öte yandan Musevilikte, dünyanın her yerindeki Musevileri kapsayan bir din adamı
yoktur. Bu sebeple Osmanlı Musevi Cemaati’nde de hahamlar arasında bir hiyerarşi bulunmamıştır. Hahamlık, daha ziyade yalnızca geleneklere ya da topluluk içinde
oluşturulan dinî nizama bağlı olmuştur.[36] Ancak Hayim Nahum Efendi’nin hahambaşı olmasından sonra İstanbul’daki hahambaşının, imparatorluğun diğer şehirlerinde görev yapan tüm hahamlardan üstün ve güçlü olduğunun tanınmasına dair politika, eski dönemlere göre daha ciddi bir biçimde takip edilmiştir.[37] Aslında Osmanlı Musevileri, Osmanlı İmparatorluğu’nda güçlü bir merkezî otorite kurulması fikrini benimseyen tek gayrimüslim ve Türk olmayan grup olmuştur. Buna bağlı olarak Alyans’ın yanı sıra Osmanlı Devleti’nin de desteklediği Hayim Nahum Efendi’nin otoritesi altında merkezî bir topluluk oluşturarak Siyonistlerin desteklediği Aşkenazileri engelleyebileceklerini düşünmüşlerdir.[38] Görüldüğü üzere Siyonizm’in Osmanlı Musevi Cemaati’ndeki insicamlı ilişkileri tehdit etmesi sebebiyle Osmanlı Musevilerinin modernist kanadı, İTC’nin politikalarıyla uyumlu
bir biçimde hareket etmiştir.

Geç Gelen Nüfuz: Siyonizm

Hayim Nahum Efendi, Siyonistlerin Filistin’de ikamet taleplerinin engellenmesine yönelik İttihatçı politikaları desteklemiştir. Profesör İlber Ortaylı, Batılı güçler arasındaki sömürgecilik rekabetine Almanya’nın çok geç katılması sebebiyle Almanların Türk topraklarında nüfuz sahibi olabilmek için kendilerine özgü bir strateji izlemek zorunda kaldıklarını savunmuştur. Nitekim Almanlar, halihazırda diğer Avrupalı ​​güçlerin etkisi altına girmiş yerel azınlık gruplarıyla ilgilenmek yerine, Alman kültürüne ve diline sadık yeni azınlık grupları yaratmak için çabalamıştır.[39] Bu doğrultuda farklı kökenlerden gelen Museviler Osmanlı Filistini’ne yerleştirilmiştir. Elbette bunların büyük çoğunluğunu, Alman kültürüne ve Alman diline sahip Musevîler teşkil etmiştir. Hilfsverein, bu Musevi Almanları
teşkilatlandırmış ve bunlara mali destek sağlamıştır.[40] Alman İmparatorluğu’nun çıkarları için Osmanlı Filistini’ne sızmaya çabalayan Alman diplomatlar, bu doğrultuda Theodor Herzl’i ve Siyonizm’i de mutlaka göz önünde bulundurmuşlardır.[41] Fransa ile Almanya arasında meydana gelen nüfuz mücadelesi de dikkate alındığında, Almanya ile Siyonizm’in Osmanlı Filistini’ne nüfuz etme amacıyla başlattığı iş birliği daha iyi anlaşılmaktadır.

Osmanlı Musevileri ise Siyonizm’e teveccüh etmemiştir. Üstelik Osmanlı Musevi Cemaati’nin hahambaşısı olarak Hayim Nahum Efendi’nin kendisi de bir Siyonizm karşıtı olmakla beraber zaten Alyans’ı kılavuz olarak görmüştür. Bu sebeple İstanbul’daki Siyonist temsilciler ve hatta Alman diplomatlar, Hayim Nahum’un Fransız kültürüne olduğu kadar Fransız çıkarlarına da yakın olmasını gerekçe göstererek ona karşı çıkmışlardır.[42]

Sonuç olarak Hayim Nahum Efendi, her ne kadar Fransa’nın etkisi altında görülse de İTC’nin politikaları bağlamında da Siyonizm’e karşı bir tutum belirlemiştir. Zira Siyonizm, Filistin bölgesinde bağımsız bir Yahudi devletini hedeflediğinden ötürü Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünü doğrudan tehdit etmiştir. Öte yandan Siyonist medya, özellikle Filistin’deki Yahudi yerleşimi konusunda Hayim Nahum Efendi’yi itibarsızlaştırmak için onun hakkındaki iftira ve dedikoduları yaygınlaştırmıştır. Söz gelimi Hayim Nahum Efendi’nin hahambaşı olarak atanmasından yaklaşık bir yıl sonra, yani 1909’da yazılıp Dâhiliye Nezâretine sunulan bir polis raporuna[43] göre Siyonist medya, Hayim Nahum’un Talat Paşa ile görüşmesinde yabancı Musevilerin herhangi bir kısıtlama olmaksızın Kudüs’e yerleşmeleri için izin istediğini ve bu izni aldığını iddia etmiştir. Öte yandan aynı rapora göre Osmanlı Musevîlerinin kamuoyunu yansıtan Siyonizm karşıtı medya ise Hayim Nahum’un söz konusu talebinin devlet politikası açısından imkânsız olduğu gerekçesiyle Talat Paşa tarafından reddedildiğini iddia etmiştir. Üstelik anti-Siyonist medya, eğer söz konusu talep bir hakikat ise Hayim Nahum Efendi’nin yabancı
Museviler üzerinde ve hatta Osmanlı Musevilerinin siyasi talepleri üzerinde herhangi bir yetkisinin bulunmadığını açıklamıştır. Bu sebeple Osmanlı Musevilerinin kamuoyunda, Siyonizm’in herhangi bir saygınlığının olmadığı ileri sürülebilecektir.

Sonuç

İTC, Osmanlı Musevilerinin modernist kanadıyla yakın ilişkiler kurarak Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğüne yönelik Siyonist tehdidi ortadan kaldırmayı başarmıştır. Hayim Nahum Efendi ise modernist kanadın liderlerinden biri olarak İTC’nin merkeziyetçilik politikasında hayati bir rol oynamıştır. Karşılıklı çıkarlar, Jön Türkler ile Osmanlı Musevilerinin iş birliği için güçlü bir temel oluşturmuştur. Bu iş birliği sonucunda İTC, Osmanlı Filistini’ne yönelik Siyonist tehdidi engellerken modernist Osmanlı Musevileri de Osmanlı Musevi Cemaati’ne uzun yıllar boyunca tahakküm eden muhafazakâr kanadı devirebilmiştir.

Aslında iç ve dış olmak üzere iki boyutu olan bir tür alan mücadelesi meydana gelmiştir. Bu boyutlu mücadele giderek Osmanlı Musevi Cemaati’nden Osmanlı İmparatorluğu’na yansımıştır. Osmanlı Musevi Cemaati’ndeki muhafazakâr kanat, Siyonizm’i bir siyasi araç olarak kullanan Almanya tarafından desteklenmiştir. Almanya, sömürgecilik faaliyetlerine geç katıldığından ötürü özellikle Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’de kendi nüfuzunu kurabilmek için Alman yanlısı Musevilerin Osmanlı Filistini’ne yerleştirilmesini amaçlamıştır. Öte yandan Osmanlı Musevi Cemaati’ndeki modernist kanat ise Fransa tarafından desteklenmiş ve bu ülkenin de Osmanlı Musevileri üzerinde önemli bir etkisi olmuştur. Bu arada Osmanlı Devleti de egemen bir devlet olarak hem iç hem de dış çıkarları bakımından en faydalı tarafı seçmek zorunda kalmıştır. Bu sebeple İttihatçılar, Osmanlı Musevi Cemaati’ndeki modernist kanadı desteklemek suretiyle doğrudan İTC’ye bağlı olan hahambaşıyı merkezîleştirmek yönünde bir strateji geliştirmiştir. Sonuç itibarıyla değişme eğilimindeki kırılgan dengeler bozulmuştur.

İttihatçılar, bu strateji sayesinde Alman-Siyonist irredantizminin desteklediği muhafazakâr kanadı ortadan kaldırarak imparatorluğun toprak bütünlüğünü korumayı amaçlamışlardır. Bununla beraber Osmanlı Musevileri de Osmanlı İmparatorluğu’na sadık kalmışlardır. Çünkü hem Türkler hem de Osmanlı Musevileri, Avrupa’nın Osmanlı Hristiyanlarını himaye etmesine sebep olan kapitülasyonlardan mustarip olmuştur. Böylece her ikisi de özgürleşmeyi modernist yaklaşımda aramışlardır. Bu sebeple Jön Türk Devrimi’nin kuluçka döneminde Osmanlı Musevileri, özellikle Sultan Hamid’in otoritesinden nispeten uzak olan Makedonya’da İTC’nin etkin üyelerini korumuş ve desteklemişlerdir. Neticede Hayim Nahum Efendi de hahambaşı olduktan sonra Osmanlı Musevi Cemaati’nin hem iç hem de dış politikasının İTC’nin güttüğü davaya uygun olarak belirlenmesine razı olmuştur. Hayim Nahum, gerek görevi sırasında ve gerekse sonrasında Osmanlı Devleti ile daima eş güdümlü hareket etmiştir.

Not: Bu makale, yazarın Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümünden mezun olmak için 2019’da hazırladığı araştırma projesinin tercümesidir. Tercüme, yine yazarın kendisine aittir.

Kaynaklar

I. Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi

BOA, BEO, 3378/253327

BOA, BEO, 3488/261530

BOA, BEO, 3502/262617

BOA, BEO, 4006/300415

BOA, DH.EUM.THR, 104/24

BOA, İ.AZN, 84/11

II. Basılı Kaynaklar

Ahmad, Feroz. Jön Türkler ve Osmanlı’da Milletler: Ermeniler, Rumlar, Arnavutlar, Yahudiler ve Araplar. çev. Ayşen Gür. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2017.

Benbassa, Esther. Son Osmanlı Hahambaşısının Mektupları: Alyans’tan Lozan’a. çev. İrfan Yalçın. İstanbul: Milliyet Yayınları, 1998.

Güler, Ali. Osmanlıdan Cumhuriyete Azınlıklar. Ankara: Tamga Yayıncılık, 2000.

Güleryüz, Naim A.. Toplumsal Yaşamda Türk Yahudileri. İstanbul: Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın A.Ş., 2012

Güllü, Ramazan Erhan. Türkiye’de Gayrimüslimlerin Yönetimi: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e. İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2018.

Lehmann, Matthias B. “Rethinking Sephardi Identity: Jews and Other Jews in Ottoman Palestine.” Jewish Social Studies, New Series, 15, no. 1 (2008): 81-109. http://www.jstor.org/stable/40207035.

Ortaylı, İlber. Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu. İstanbul: Kronik Kitap, 2018.

Ortaylı, İlber. Osmanlı’da Milletler ve Diplomasi. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2010.

Yetkin, Çetin. Türkiye’nin Devlet Yaşamında Yahudiler. İstanbul: Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın A.Ş., 1996.


[1] Esther Benbassa, Son Osmanlı Hahambaşısının Mektupları: Alyans’tan Lozan’a, çev. İrfan Yalçın (İstanbul: Milliyet Yayınları, 1998), 21.

[2] Feroz Ahmad, Jön Türkler ve Osmanlı’da Milletler: Ermeniler, Rumlar, Arnavutlar, Yahudiler ve Araplar, çev. Ayşen Gür (İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2017), 135.

[3] A.g.e., 130.

[4] A.g.e., 130.

[5] Isaiah Friedman, The Question of Palestine: British-Jewish-Arab Relations, 1914-1918, 2nd ed.(New Brunswick: Transaction Publishers, 1992), 298’den aktaran Feroz Ahmad,  Jön Türkler ve Osmanlı’da Milletler, 141.

[6] Ahmad, a.g.e., 141.

[7] Matthias B. Lehmann, “Rethinking Sephardi Identity: Jews and Other Jews in Ottoman Palestine,” Jewish Social Studies, New Series, Vol. 15, No. 1, Sephardi Identities (Fall, 2008), 102.

[8] Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi (BOA), Bâb-ı Ali Evrak Odası (BEO), 3488/261530-1, 26 Kanunusani 1324 (8 Şubat 1909).

[9] BOA, İrâde (İ.), Adliye ve Mezâhib (AZN.), 84/11-8, 27 Kanunusani 1324 (9 Şubat 1909).

[10] BOA, İ., AZN., 84/11-7,  15 Şubat 1324 (28 Şubat 1909).

[11] BOA, BEO, 3502/262617, 17 Şubat 1324 (2 Mart 1909).

[12] Ali Güler, Osmanlıdan Cumhuriyete Azınlıklar (Ankara: Tamga Yayıncılık, 2000), 232.

[13] Benbassa, a.g.e., 168.

[14] Güler, a.g.e., 233.

[15] BOA, BEO, 4006/300415-1, 9 Şubat 1327 (22 Şubat 1912).

[16] Ramazan Erhan Güllü, Türkiye’de Gayrimüslimlerin Yönetimi: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e (İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2018), 167.

[17] BOA, BEO, 4006/300415-3.

[18] BOA, BEO, 4006/300415-2.

[19] BOA, BEO, 4006/300415-9.

[20] BOA, BEO, 4006/300415-6, 21 Şubat 1327 (5 Mart 1912).

[21] BOA, BEO, 4006/300415-7, 13 Şubat 1327 (26 Şubat 1912).

[22] Isaiah Friedman, Germany, Turkey, and Zionism, 1897-1918 (Oxford: Clarendon Press, 1977), 210’dan aktaran Feroz Ahmad,  Jön Türkler ve Osmanlı’da Milletler, 137.

[23] Çetin Yetkin, Türkiye’nin Devlet Yaşamında Yahudiler (İstanbul: Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın A.Ş., 1996), 103.

[24] A.g.e., 109.

[25] İlber Ortaylı, Osmanlı’da Milletler ve Diplomasi (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2010), 49-50.

[26] Güler, a.g.e., 229-231.

[27] Güllü, a.g.e., 254.

[28] BOA, BEO, 3378/253327-1, 6 Ağustos 1324 (19 Ağustos 1908).

[29] Naim A. Güleryüz, Toplumsal Yaşamda Türk Yahudileri (İstanbul: Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın A.Ş., 2012), 197.

[30] Güllü, a.g.e., 158-159.

[31] A.g.e., 155.

[32] BOA, BEO, 3378/253327-1, 6 Ağustos 1324 (19 Ağustos 1908).

[33] Güllü, a.g.e., 154-155.

[34] Güleryüz, a.g.e., 197.

[35] Güllü, a.g.e.,156-169.

[36] Güleryüz, a.g.e., 197.

[37] Güllü, a.g.e., 255.

[38] Ahmad, a.g.e., 135.

[39] İlber Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu (İstanbul: Kronik Kitap, 2018), 168-169.

[40] A.g.e., 159.

[41] A.g.e., 169.

[42] A.g.e., 169.

[43] BOA, Dâhiliye Nezâreti (DH.), Emniyet-i Umûmiye Müdüriyeti (EUM.), Tahrîrat Kalemi (THR.), 104/24-1, 19 Teşrinievvel 1325 (1 Kasım 1909).

Yorum bırakın