ALİHAN İLBAY
BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ TARİH BÖLÜMÜ ÖĞRENCİSİDİR.
Asırlar boyunca farklı millet ve halkların evi olarak anılan Kırım yarımadası; belki de çok az bilinen ve artık unutulmaya yüz tutmuş, sayıları yok denecek kadar azalmış ve tarihin bir parçası haline gelmiş iki farklı grubun da vatanıydı. Karay ve Kırımçaklar olarak bilinen bu iki halk; kültür, dil, âdet, gelenek ve görenek açısından her ne kadar diğer Tatar gruplarına benzese ve tarihleri bu gruplarla az çok beraber başlasa da dinî açıdan sahip oldukları farklılıklardan dolayı kendilerine has ve özel bir geçmişin ve hikâyenin sahibi olmuşlardır. Hazarların yarımadaya gelmesi ile başladığı kabul edilen tarihleri, Tatarca ve İbranice ile birleşmiş dilleri, Musevilik inanç ve ibadetleri, onları Kırım, Nogay, Kazan gibi yerlerdeki Tatarlardan ayrı bir noktaya getirmiş ve diğer Türkî gruplar içinde neredeyse benzersiz kılmıştır. Lakin bu farklılıkları, onları yarımadanın kaderinden ayırmamış; sürgünler, savaşlar, soykırım ve keder dolu günleri geride bırakan bu iki topluluk günümüzde binler ile ölçülen nüfusları ile yok olmanın, unutulmanın eşiğine gelmişlerdir.

Kırım’ın Musevilik[1] inancı ile tanışması Karaim ve Kırımçak Tatarlarından çok daha önceye dayansa da Hazar Hanlığı’nın Kırım bölgesine gelmesi ile Türkî gruplar Musevilik ile tanışmaya başladı. Daha tam manasıyla yerleşik hayata geçmemiş, yarı göçebe olarak yaşayan ve bölgede hakimiyet kurmaya başlayan Hazarlar, Arap seyyahların kitaplarında kendilerine dinî açıdan kompozit olma özellikleri ile yer buldu. “Pax Khazaria” olarak adlandırılabilecek olan Hazar hakimiyeti ile bölge içerisinde farklı dinî grupların – İslamiyet, Hristiyanlık, Musevilik ve Tengricilik – kendi inanç ve şeriatlarını rahatça yaşadığı, bu dinler arasında bir barış ve dengenin hakim olduğu söylenebilir. Bu barış ve dengenin kısmen Hazarların da ait olduğu bozkır kültürünün bir sonucu olması muhtemeldir. Asya’da genel olarak – Çin’deki hanedanlıklar ve Moğol İmparatorluğu’nda benzer durumların yaşandığı gibi – farklı dinlere karşı olan müsamaha anlayışı Hazar Hanlığı döneminde de kabul görmüş. Fakat burada – belki de – Hazarların belli bir noktada bu üç farklı dinin de etkisi ile “inter-religious” bir anlayış geliştirerek farklı dinlerin bir araya geldiği bir kabul de inşa etmiş olmaları olağan bir durum. Çünkü elimizde bulunan örnekler, Dağıstan’daki Hazar liderinin üç farklı dine birden iman etmiş olduğunu ve aynı anda üç semavi dinin kutsal günlerine dikkat ettiğini gösterirken aynı anda dört farklı din için toplamda yedi hakimin bulunması iki görüşü de destekler niteliktedir.[2]
13. yüzyılda artık yarımadadaki Müslüman nüfusun etkisi baskın olmaya başlasa da geçmişten beri süregelen kompozit yapı 13.-15. yüzyıl boyunca devam etti. Müslümanlar (çoğunlukla Tatar-Kıpçak gruplar), Ortodoks Rum ve diğer gruplar, Katolikler (Cenova kolonileri) yaklaşık iki yüz yıllık bu süreçte kısmi bir birliktelikle yaşamaya devam etti. Bu birlikteliğe ek olarak yarımadanın doğu tarafları Hazar Hanlığı’nın mirasçılarından – Karay ve Kırımçaklardan – dolayı 14. yüzyıla kadar Hazarya adıyla anıldı.[3][4]
Kırımçakların ve Karayların, Hazar mirasçılarından farklı iki gruba dönüşmesinin nedeni belki de Moğolların yarımadaya gelmesi olarak kabul edilebilir. Cengiz Han fetihleri ile bölgeye gelen Moğollardan sonra yarımadada daha önceden bulunan gruplar kendilerine Kırımçak demeye başladı. Tabii bu dönem bölgenin de “Kırım” adı ile anılmaya başlandığı zaman olarak kabul edilebilir[5]. Fakat “Musevi” grupların var olması ya da yarımadaya gelmelerinin farklı zamanlarda olduğu düşünülmektedir. E. Dejnard’ın (1878), Kırımçak teriminin Tatarların bölgeye gelmesiyle kullanıldığını öne sürmesine karşın Kırımçak tarihçisi I.S. Kaya, Kırımçakların bölgede 2000 yıldan fazla bir süredir var olduğunu ve isimlerinin sadece Tatar-Moğol akınları ile Kırımçak’a evrildiğini iddia etmiştir. Bunların dışında, Musevi inancının M.S. 1. yüzyıl civarında yarımadaya misyonerlik faaliyetleri için gelen gruplarla getirildiği, daha sonrasında bölgeye yerleşen farklı milletlerin bu inancı benimsediği, en sonunda yarımadaya yerleşen Tatar-Moğol-Kıpçak grupların birleşmeleri sonucu günümüzdeki kimliğini tamamlayarak ortaya çıktığı da kabul edilen yaygın görüşler arasındadır.
Kırımçak ve Karayların nereden geldikleri ve hangi kültürlere ait olduklarına ilişkin bu itilaflar Kırım’ın kaderini belirleyen ana unsurlardan birisi olmuştur. Kırım’ın Giray Hanlığı’nın hakimiyeti altında bulunduğu dönemde İslami şeriat tarafından ehl-i kitap sayılarak belli başlı haklardan yararlanabildiği bilinmektedir. Bu belgelerden en önemlileri arasında Mengli Giray’ın Kırk Yer üzerinden Musevi ve Ermeniler ile yaptığı ahit sayılabilir. Anlaşmada iki tarafa kendisi tarafından hiçbir zaman zarar verilmeyeceğini temin eden Mengli Giray Han, Musevi ve Ermenileri de kendi tebaası gibi kabul ettiğini belirtmiştir.[6]
Kırım’ın Rus hakimiyetine girmesi ise Kırımçaklar ve Karaylar için bir dönüm noktası olmuştur. Karaylar, Kırımçakların aksine Museviliğin Karait koluna bağlı oldukları için kendilerini diğer Rabbani Musevilerden farklı görmüşlerdi. Aralarındaki “bizler ve onlar” ayrımının ne zaman başladığı kesin olmasa da Giray Hanlığı’nın çöküşüne kadar diğer Musevi topluluklarla – Kırımçak ve Aşkenaziler ile – eşit sayılmaları Rus Çarlığı’nın yarımadayı ele geçirmesiyle değişti. Çarlık Rusyası’nda Hristiyanlığın sonucu olarak Musevi inancı olan gruplar arazi satın alma gibi belli başlı haklardan mahrum bırakılırken 1917 Devrimi’ne kadar daha fazla vergi vermek gibi yükümlülüklere sahipti. Karaylar açısından ise durum farklıydı. Çariçe Katerina zamanında yarımadanın Rus hakimiyetine geçmesiyle bir Karay delegasyonu Çariçe tarafından kabul edilmişti. Karaylar ile Rabbani Museviler arasındaki farklılıklar ve Karayların “Mesih İsa” çarmıha gerildiğinde orada bulunmamaları gibi sebeplerden kendi tebaalarında bulunan “Yahudiler” ile aynı şekilde muamele görmelerinin uygun olmayacağını belirten Karaylar bu durumun değiştirilmesini talep etmişti. Pek tabii bu taleplerin bazıları kabul edilmiş ve Karait grupları Rus tebaa ile eşit haklara sahip olmuştu[7]. Fakat Rusya dışında, özellikle de Litvanya’da bulunan grup – her ne kadar belli dönemlerde Yahudilerden farklı görülseler de – Yahudilerle benzer muamelelere maruz kalmıştı (Gedmintas, The Karaim of Lithuania, 239).
Çarlık Rusyası’nda değişen şartlar ikinci kez ve belki de en ağır haliyle 2. Dünya Savaşı’nda tekrar değişecekti. 1939 yılında başlayan işgallerle Nazi Almanyası’nın üst ırk ve anti-semitizm fikirleri, Doğu Avrupa’daki gayr-ı Slav ve Türkî topluluklarda karşılık bulamamış, Berlin hükûmeti bir bilinmezlik içinde bu milletlere nasıl davranacağını düşünmeye başlamıştı. Doğu Avrupa, Kafkas ve Orta Asya’daki Sovyet hakimiyetini kırmak için bu coğrafyalarda bulunan milletleri kullanma fikri Nazi Almanyası’nı SS-Waffen içerisinde bu milletlerden oluşan lejyonlar kurmaya itmişti. ine de bu milletlere nasıl davranılacağı, onlara karşı ne şekilde konumlanılacağı hâlâ bir muammaydı. Tabii bu muamma, bu bölgeleri işgalden sorumlu olan birliklerin komutanlarını da Berlin’den sürekli fikir almaya zorluyor ve Berlin’i de bu milletleri kendi ideolojilerindeki kast sisteminde nerede konumlandıracağına dair araştırmalar yapmaya itiyordu.
Bu gruplar içerisinde en çok tehlikede olanlar Kırımçaklar ve Karaimlerdi. Nazi Almanyası için Aşkenazi ve Sefarad Yahudileri yabancı değildi. Ama Kırım-Litvanya arasındaki bölgede yaşayan, Türkî bir dil konuşan ve pek çok âdeti diğer Türkî gruplara benzeyen bu insanlar koca bir bilinmezlikten ibaretti. Karay problemi Nazi Almanyası’nın ilgilendiği ilk konuydu çünkü Polonya işgali sırasında Yahudilere benzeyen ama bir noktada da onlardan farklı olan bu insanlarla neredeyse ilk kez etkileşime geçilmişti. Almanya’ya daha önceden göç eden Karaylar bu anti-semitist hareketlere karşı Reich İçişleri Bakanlığı’na kendilerinin Yahudiler ile aynı şekilde tanımlanmamaları için taleplerde bulunmuş ve bu talepler 5 Ocak 1939 tarihinde cevap bulmuştu (Green, 170-171). Bu çabalar sonucunda bakanlığın Soy Araştırmaları Departmanı (Reichsstelle für Sippenforschung) Karaitlerin Musevi bir inanç sistemine sahip olduğu fakat Yahudi gruplarla kan ve benzeri. bağlara sahip olmadığı kararını vermiş ve Reich Vatandaşlık Kanunu 1. düzenlemesi 2. paragrafın 2. maddesine tabi olmayacaklarını belirten bir mektubu Serge von Douvan, Rusya’dan gelen Karay grupları temsilcisine göndermişti.[8] Yine de durum Kırım işgali sürecinde daha karmaşık bir hal almaya başlamıştı. Kırım’daki Yahudi-Musevi varlığı Nazi Almanyası için bölgenin bu gruplardan “temizlenmesini” gerektiriyordu.
25 Eylül 1941 tarihinde Mareşal Erich van Manstein komutasındaki 11. Alman Ordusu Kırım’ı kontrolü altına aldı ve bölgenin sorumluluğu Einsatzgruppe D komutanı SS-Tümgeneral Otto Ohlendorf’a verildi. Ohlendorf yönetiminde bölgede bulunan yaklaşık 90.000 sivil “Kırım Sorunu” adı altında katledildi. Kırımçaklar da bu sorunun parçası olarak görüldü. Einsatzgruppe D Kırım’da bulunan üç farklı Musevi gruba – Otto Ohlendorf’un tabiriyle – nasıl davranılacağı problemiyle karşı karşıya kalmıştı. Bu üç farklı grup; Aşkenazlar, Karaylar ve Kırımçaklardı ve 1926 yılında yapılan Sovyet nüfus sayımlarına göre bölgede 60.000 Aşkenaz, 6400 Kırımçak ve 8300 Karay yaşamaktaydı. Otto Ohlendorf, Karay ve Kırımçak gruplarını Berlin’den gelecek daha iyi bir bilgilendirmeye kadar Yahudilerden ayrı tutmaya karar vermiş ve “Yahudi sorununun” çözümüne devam etmişti. Fakat Berlin, Karayların 1939’da benimsediği gibi Yahudiler ile bir bağlarının olmadığına, Kırımçakların ise sadece yarımadada bulunan Müslüman Türkî gruplar ile etkileşimde bulunarak asimilasyona uğrayan Yahudiler olduğuna karar vermişti. 1941 yılı geldiğinde ise Otto Ohlendorf komutasındaki birlikler Reich’ın düşmanlarının – yani Aşkenaz, Kırımçak ve Çingenlerin – elimine edilmesinin tamamlandığını duyuracaktı. Her ne kadar bölgede katliamdan kurtulan az sayıda Kırımçak olsa da bu Çağatayca konuşan, Türkîleşmiş Musevi grubun, Kırım yarımadasında Reich için sorun olmaktan çıktığı belirtiliyordu. Karaylar ise Nazi Almanyası’nın katliamından kurtulsalar da Sovyet karşı taarruzu sırasında “Nazi iş birlikçisi” sıfatıyla anılmalarından dolayı ya bölgeden göç etmek zorunda kalmış ya da yarımadada bulunan Kırım Tatarları ile 1944 Büyük Kırım Tatar Sürgünü’nde ana vatanlarından kopartılmıştı (Green, The Fate of the Crimean Jewish Communities, 174-175).
Sürgün, katliam, savaş ve daha nice zorluklara şahit olan Kırımçak ve Karaylar, günümüzde ana vatanlarından uzakta ya da ana vatanlarında, çok küçük gruplar halinde hayatlarını ve kültürlerini sürdürme çabasındadır. Bir zamanların zengin kültürlü iki halkı artık eski günlerinden uzakta ve unutulmanın eşiğinde tarihin bir parçası olarak dünyanın birçok yerinde yaşayıp gördükleri onca zorluğa rağmen unutulmamak için çabalıyor.
Lapa lapa kar yava
Erbi baba koy soya
Baylarımız toy çala
Hazar oğlu at çapa… (bir Karay türküsü)
Kaynaklar
Banek, Kazimierz. “The Krymchaks: An Ethnic and Religious Group”, Anthropos 2014, Bd. 109, H. 1 (2014): 235-43
Gedmintas, Aleksandras. “The Karaim of Lithuania: a Case of Ethnic Survival”, Journal of Baltic Studies Sonbahar 28, no. 3 (1997): 235-46
Green, Warren. “The Fate of the Crimean Jewish Communities: Ashkenazim, Krimchaks and Karaites” Jewish Social Studies Bahar 46, no. 2 (1984): 169-76
Loewenthal, Rudolf. “The Extinction of the Krimchaks in World War II”, The American Slavic and East European Rewiev Nisan 10, no. 2 (1951): 130-36
Vásáry, István. “A Contract Of The Crimean Khan Manglı Giray And The Inhabitants Of Qırq-Yer From 1478/79”, Central Asiatic Journal 26, No. 3/4 (1982): 289-300Zajączkowski, Ananiasz. “Khazarian Culture and Its Inheritors”, Acta Ortientalia Academiae Scientiarum Hungaricae 12, no. 1/3 (1961): 299-307
[1] Her ne kadar günümüzde Yahudi-Musevi ayrımı pek yapılmasa da mezhepsel olarak Karaim (Karait) ve Rabbani Yahudilik’in birbirinden farklı olması ve günümüzde Karaim mezhebine bağlı başka grupların da var olmasından dolayı ayrımın daha iyi anlaşılması için “Musevilik” dinin kendisinden bahsetmek için, “Yahudi” ve “Karay/Karait” kelimeleri ise mezhep ve grup farklılıklarını göstermek için kullanılacaktır.
[2] Ananiasz Zajączkowski, “Khazarian Culture and Its Inheritors”, Acta Orientalia Academiae Scientiarum Hungaricae 12, no. 1/3 (1961): 301 https://www.jstor.org/stable/23682777
[3] Kazimierz Banek, “The Krymchaks: An Ethnic and Religious Group”, Anthropos 2014, Bd. 109, H. 1, (2014): 237
[4] Kırım 14. yüzyıla kadar Karaim inancının ana merkezi olmayı sürdürmüştür. Daha sonra yaşanan göçlerle bu özellik Litvanya’da Trakai bölgesine geçti.
[5] Her ne kadar “Kırım” kelimesinin kökeni etimologlar tarafından kesin olarak bir noktaya dayandırılamasa da – o zamanki ana yerleşimlerden biri olan – “Solhat” yerleşkesinin adının “Eski Kırım” olması nedeniyle bölgeye bu adın verildiği düşünülüyor (Bkz. Banek, “The Krymchaks”, 327.)
[6] Dahası için bkz.: Istvan Vasary, “A Contract Of The Crimean Khan Manglı Giray And The Inhabitants Of Qırq-Yer From 1478/79”, Central Asiatic Journal 26, No. 3/4 (1982): 289-300
[7] Warren Green, “The Fate of the Crimean Jewish Communities: Ashkenazim, Krimchaks and Karaites”, Jewish Social Studies Spring 1984, 46, no.2 (1984): 170
[8] YIVO, Archives, New York, Berlin Collection, Occ E, 3 Box 100, mektup tarihi 5 Ocak 1939

Yorum bırakın