Kurtuluş’un Mührü: Büyük Taarruz

AHMET YAVUZ
EMEKLİ TÜMGENERAL

Kurtuluş Savaşı önü arkası hesaplanmış bağımsız bir ülke kurmanın bilinçli adımlar bütünüdür ve liderliği açısından bakıldığında tam anlamıyla bir adanmışlık hikâyesidir.

1919 koşullarında ülkenin hemen hemen her yanı işgal edilmiş ya da işgalci orduların müfrezelerine ev sahipliği yapmaktaydı.

Kaynak: Wikimedia.

İstanbul’daki devlet, yapısal olarak bir kurtuluş yolu arayışında değildi. Elde sadece, Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup olarak çıksa da çeşitli cephelerde başarıyla muharebe etmiş ve halkın güvenini kazanmış komutan ve subaylar vardı. Onların ve bazı aydınların arasında dahi berrak hale gelmiş bir kurtuluş savaşı verme fikri yoktu. Genel kanı Mondros’ta dayatılan koşulları kabul etmekti.

Bu, saray ve çevresinde İngiltere’nin müstemlekesi olmak demekti. Buna karşı çıkanların bir kısmı da dönemin ABD başkanı Wilson’un ileri sürdüğü ilkelere güvenerek ABD mandasına taraftı.

Ancak bir kişi başka bir tasarıma sahipti: Mustafa Kemal… Öyle veya böyle Anadolu’ya geçilecek ve işgalciler kovulacaktı. Dahası vardı; yeni bir ülke kurulacaktı…

16 Mayıs 1919’da Bandırma Vapuru’nun işgalciler tarafından aranmasını müteakip, “Bunlar bir milletin istiklal aşkını ve mücadele azmini takdir edemezler” derken; belli ki büyük stratejisini ana hatlarıyla belirlemişti.

Onun büyük stratejisi, milletin ileri unsurlarıyla temas, teyakkuz ve teşkilatlanma aşamalarını içeriyordu. Millete dayanacaktı zira bu süreç aynı zamanda bir millet ve yeni bir ülke inşa etme süreciydi. Amasya Bildirisi ilk adımdı. Onu Erzurum ve Sivas Kongreleri takip etti.

İki büyük şansı oldu. Birincisi İstanbul’dan yola çıkmadan önce İzmir Yunanlarca işgal edilmiş ve işgale karşı cılız da olsa çoban ateşleri yanmaya başlamıştı. Bu sesler Reddi İlhaklar olarak büyüyecek, Müdafaa-i Hukuklara dönüşecekti. Bununla birlikte Kuvayı Milliye de vücut bulmaya başlayacaktı…    

İkinci şansı, 16 Mart 1919 günü İstanbul’da Osmanlı’nın son meclisinin İngilizlerce basılması ve bazı milletvekillerinin tutuklanarak Malta’ya sürülmesi oldu. Artık vekiller için toplanılacak yegâne yer Ankara idi.

Milletin yönetimi ele alınmıştı. Siyasi örgütlenme tamamlandı. Sırada ordunun kurulması vardı.    

1920 yılı ağırlıklı olarak iç savaştı. Halife ordusu Ağustos 1920’de Mudurnu’dan geriye atılabildi. Doğu cephesinde Ermenilere karşı yürütülen harekât sonucu Kafkas Seddi yıkıldı. Sovyetler ile doğrudan temas sağlandı. Bu, önemli bir dış destek demekti. Hem de savaş iki cepheli hale getirildi.

1921 yılında Çerkez Ethem’in tedibiyle aynı günlere rastgelen Birinci İnönü Muharebeleri düzenli orduya geçişin ilk semeresiydi. Bu savaş aynı zamanda Kurtuluş Savaşı’nın başlangıç aşamasının sonlandırılması ve stratejik savunma safhasının başlamasına işaret etmekteydi.

Ardından İkinci İnönü Zaferi geldi. Milletin makûs talihi de kırılmıştı…

Birinci ve İkinci İnönü Muharebeleri esnasında gösterilen savunma başarısı Kütahya-Eskişehir muharebeleri esnasında gösterilemedi. Mustafa Kemal’in emriyle ordu Sakarya’nın doğusuna çekildi.    

Mustafa Kemal’i başkomutan olarak seçen Meclis, savaş durumuyla sınırlı olarak kendi yetkilerini ona devretti.

Bir yandan Sakarya’da savunma hazırlıkları sürdürülürken diğer yandan Tekâlif-i Milliye Emirleri sayesinde ordunun donatılmasının yolu açıldı. İstiklal Mahkemeleri kuruldu ve firarlar önlendi, kamu düzeni sağlandı.

Sakarya ölüm kalım mücadelesiydi ve büyük zayiat pahasına direnildi ve düşmanın taarruz etme azim ve iradesi kırıldı.

Sakarya aynı zamanda Fransa ile Ankara, Sovyetler ile Moskova Antlaşması’nı getirdi. Bu, Çukurova’yı, Toros demiryolunu ve Mersin deniz kapısını kazanmak demekti. Savaş artık tek cepheli olarak sürdürülecekti.    

Böylece Kurtuluş Savaşı’nın stratejik savunma aşaması yerini stratejik taarruz aşamasına bıraktı.

Yunan ordusu Eskişehir-Afyonkarahisar hattına çekildi ancak Türk ordusunca etkili takip yapılamadı. Esasında ordu bir anlamda erimişti. Cephane tükenmişti.

Yunan ordusu takviye almıştı. Mevcudu 200 bini aşmıştı. Ancak Yunan Küçük Asya Ordu Komutanı General Hacıanestis İstanbul’u ele geçirme hayaline kapıldığı için üç alaydan fazla bir kuvveti Trakya’ya gönderdi. Bir Türk taarruzu da beklemiyorlardı.

Başkomutan, artık taarruz zamanının geldiğini yaptığı denetlemeler sonucu tespit etti ve 16 Haziran 1922’de taarruz kararını verdi. Son hazırlıklara girişildi.

220 bin kişilik bir orduya 200 bin kişilik bir orduyla taarruz edilecekti. Riskli bir durumdu. Başarı birkaç faktörü bir araya getirme becerisiyle mümkündü. Bu beceri, düşmana beklemediği yer ve zamanda olabildiğince büyük bir kuvvetle ve büyük bir süratle taarruz etmeyi; cephesini yarmayı, gerisini kuşatmayı gerektiriyordu. Yani baskın etkisi elde etmekten geçiyordu. Bunun için büyük bir gizlilikle yığınak yapmak ve yığınağın bazı aldatma önlemleriyle örtülmesi gerekiyordu.

Aldatma planı kapsamında verilen izlenime göre Mustafa Kemal Paşa Ankara’da görünüyordu. Resepsiyon vermesi planlanmıştı ama hasta olduğu yayıldı. Oysa o cephede son toplantılarını yapmaktaydı. Meclis’te yapılan görüşmelerde “Türk ordusunun taarruz kabiliyeti yoktur” şeklinde İkinci Grup üyelerinin dillendirdiği söylem, İtilaf unsurlarını ve Yunan tarafını aldatmaya katkı sağladı. Fethi Bey hükûmet adına Londra ve Paris’te barış arayışı için görevlendirilmişti. Belki de samimi olan bu barış arayışı da aldatma planına hizmet etmiş oldu. Tabii birlik intikalleri gece yapıldı, gündüzleri ise göstere göstere ters istikamette bazı birlikler ve hayvanlar yürütüldü.

Üç kolordu kadar kuvvet yaya, bir kolordu ise atlı olarak 14-24 Ağustos 1922 tarih aralığında Afyonkarahisar’ın güneyine büyük bir gizlilik içinde kaydırıldı. 1. Ordu bölgesinde 4 kolordu ve bir tümen ile yığınak tamamlandı. 2. Ordu oldukça zayıflatıldı. Kuzeyde Kocaeli Grubu yeterli kuvvetten yoksundu. En güneyde ise zaten bir süvari tümeni mevcuttu.

Başkomutan daha erken yapılmasını arzu etse de hazırlıklar ancak 25 Ağustos’ta bitirilebildi. Taarruz günü 26 Ağustos olarak belirlendi.

İki ordu karşı karşıya kaldığında sayıca 1’e 1,1 üstün olan Yunan ordusuna karşı öyle bir taarruz planı hazırlanmıştı ki düşmanın sol yanında 40 km genişliğindeki bir kesimde 1’e 3’lük; bu alanın sağ yanında 14 km. genişliğindeki dar alanda 1’e 6’lık kuvvet üstünlüğü sağlandı. Piyade üstünlüğü yanında topçu üstünlüğü de bu bölgedeydi. Bunun askerlikteki ifadesi asıl taarruz bölgesinde sıklet merkezi tesis etmekti. Biraz farklı bir kavram olsa da ağırlık merkezi düşmanın en kuvvetli bölgesinde oluşturuldu. Bu tercih başarının esas kaynağı oldu.

Başarı kaynaklarından bir diğeri ise, Yunan Küçük Asya Ordusu Komutanı cepheye 450 km. uzaktayken Türk tarafında Yüksek Komuta Heyeti olarak nitelendirdiğimiz Başkomutan, Genelkurmay Başkanı ve Batı Cephesi Komutanı’nın esas taarruz bölgesindeki birliklere 7-8 km. uzaklıkta olması ve adım adım harekâtı yönetmeleriydi. 30 Ağustos günü Başkomutan Meydan Muharebesi’nin yaşandığı saatlerde Mustafa Kemal Paşa taarruz eden birliklerimize birkaç km. uzaktaydı.

26 Ağustos günü cepheye taarruz başladığında, Süvari Kolordusu üç tümeniyle Sincanlı ovasına inmişti. Bu, Yunan ordusunun ikmal yollarının, iletişim hatlarının kesilmesi demekti. İlk gün çok sınırlı hedefler ele geçirilebildi ancak cephe yarılamadı. 27 Ağustos günü cephenin bir tümenle takviye edilmesiyle sabah erkenden taarruza yeniden girişildi ve süratle yarma gerçekleştirildi. Yunan ordusu da cepheyi bir tümenle takviye etti ama ihtiyatını tam olarak devreye sokamadı. Bedelini de ağır ödedi.

28 ve 29 Ağustos günleri Yunan ordusu geri çekilmeye, Türk ordusu da onu kuşatmaya çalıştı. Birkaç fırsat da kaçırıldı.

Sonuçta 30 Ağustos sabahı erken saatlerde Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’nın önüne konulan durum haritası Yunan ordusunun merkezde ve Çalköy istikametinde çekilen kuvvetlerinin kuşatılarak imha edilebileceğini işaret etmekteydi. İsmet Paşa Binbaşı Tevfik Bıyıklıoğlu’nu hemen Başkomutan’a gönderdi. O da durum haritasına göz atar atmaz Fevzi ve İsmet Paşaları toplantıya davet etti.    

Toplantıda vardıkları kanaat, “Türk’ün gerçek kurtuluş güneşinin doğmakta olduğu” idi.

Hemen yola koyuldular. Gereken emir yazıldı. Ama bir tedbir daha aldılar: Fevzi Paşa 2. Ordu ve 5. Süvari Kolordusu bölgesine, Başkomutan da 1. Ordu bölgesine giderek gereken emirleri bizzat komutanlarına verdiler.

Akşama kadar süren çatışmalar düşman ordusunun Çalköy güneyi-Dumlupınar kuzey doğusu arasındaki bölgede çembere alınmasını geciktirse de akşamüzeri Kızıltaş Deresi bölgesinde birkaç km. genişliğinde bir bölge kapatılamadı. Gece yarısına kadar süren çarpışmalar sonucu, Yunan ordusunun kaçan unsurları hariç diğerleri imha veya esir edildi.

İmhadan kurtulan Yunan kuvvetlerinin önemli bir bölümü de takip harekâtı boyunca yapılan muharebelerle esir veya imha edildi.

31 Ağustos günü muharebe sahasını gezen Mustafa Kemal Paşa’nın gördüğü manzara karşısında üzüldüğü bilinmektedir. O gün 1. Ordu ve 2. Ordu’nun 6. Kolordusu’yla İzmir genel istikametinde, 3. Kolordu’yla Bursa istikametinde takip yapılmasına karar verildi.

1 Eylül günü Başkomutan Türk ordusuna tarihî emrini verdi: “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir! İleri!

“Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” Türkiya Büyük Millet Meclisi Reisi Başkumandan Mustafa Kemal.

Türk ordusu kahraman süvarileri önde olmak üzere 9 Eylül’de İzmir’e girdi. 16 Eylül itibariyle en son düşman askeri Çeşme’den ayrıldı. 18 Eylül günü de Kapıdağ Yarımadası’ndaki Yunan askerleri son gemiye bindiler. O gün Büyük Taarruz’un zafer günüdür.

Büyük Taarruz, her yönüyle muhakeme edilmiş, ayrıntılı planlanmış, titizlikle uygulanmıştır; Kurtuluş Savaşı’nın final muharebesi; kurtuluşun mührüdür. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına ve Türk milletinin yeniden doğuşuna yol açmıştır.

Makale, yazarın Büyük Taarruz (Cumhuriyet Kitap, 2022) kitabından yazarın kendisi tarafından derlenmiştir.

Yorum bırakın