RÖPORTAJCI: BURAK SÜME
Bilgelik, sabır ve zekâ… Dr. Ulvi Sulaoğlu’nu nasıl anlatmalı, kendisinin yaşantısını birkaç satıra nasıl sığdırmalı bilemiyorum. Kendisi diş hekimliğinin yanı sıra yaşadığımız dönemin son koleksiyonerlerinden. Ulvi Bey’le tanışıklığımız çok eskiye dayanıyor. Feriköy Antika pazarında Türkan Şoray kartpostalları toplarken bir sahaf dostumuz tanıştırmıştı bizi. Sohbetine, anlatımlarına hayran kaldım. Hazırladığı Cüneyt Arkın sergisinde büyük bir nezaket göstermiş beni de sergiye dahil etmişti. Türk sinemasının ilk gayrımüslim kadın oyuncusu Rozali Benliyan’ın taş plağını Montevideo’dan bulup, sipariş verdiğimde ilk kapısını çaldığım kişi Ulvi Bey olmuştu. Beni Beylikdüzü’ndeki ofisine davet etmiş etmiş, plağı beraber dinlemenin heyecanını yaşamıştık. Sizler için Dr. Ulvi Bey’le buluştuk ve koleksiyonerlik hakkında bir söyleşi gerçekleştirdik.

Burak Süme (BS): İlk aldığınız ürünü hatırlıyor musunuz? Nasıl başladınız bu sürece?
Dr. Ulvi Sulaoğlu (US): Hiç kimse koleksiyon yapayım diye birşey almaz ama aldığı nesnelerin, objelerin bir araya geldiğini, toparlandığını gördükçe ne olduğunu anlamaya başlar. Detaylı bir araştırma yapmak ister. Elindeki objenin geçmişini, geleceğini, kullanım ve oluşum sürecini anlamaya ve kavramaya çalışır. Dahası o nesnenin dönemine ait ne varsa onları bulmaya ve o nesnenin diğer nesneler arasındaki yerini ve konumunu öğrenmeye çalışır. Bunları yaptığınız zaman koleksiyoncusunuz demektir. Yoksa sadece toplayıcı olursunuz, alıp bir kenara koyarsınız ve onu orada unutursunuz. Kısaca, temin ettiğiniz objenin size mutlaka birşeyler ifade etmesi gerekiyor, sizden onu geliştirmenizin isteğini uyandırması gerekiyor.

Rozali Benliyan’ın “Leblebici Horhor” adlı taş plağını dinlerken.
BS: Afife Jale’den Latife Hanım’a birçok kadın temalı dergiler var arşivinizde. Bana da kapağında Eliza Binemeciyan’ın göründüğü Rebab dergisinin 1923 tarihli bir sayısını hediye etmiş, içeriğini okumuştunuz. Osmanlı dönemine ait olan bu dergileri toplama ve arşivleme sürecinizden bahsedebilir misiniz?
US: Koleksiyon yapmaya başladıkça Osmanlıca daha doğrusu Arap harfleriyle eski Türkçe’yi öğrenmek ihtiyacı hissettim. Sultanahmet’teki Caferağa Medresesi’nde bir hocamız vardı, ismi Eftâl Kılıç idi. 1998 yılıydı. Ücretini ödeyerek Eftâl Hocamızdan dersler aldım. Bu harfleri öğrenmeye başlayınca bendeki merak ve araştırma duygusu iyice arttı. Her yeni harfi öğrendikçe eski Türkçe yazıyı okuyabilmenin keyfine ulaştım. Bu bağlamda da o dönemde çıkmış olan dergi ve gazeteleri temin etmeye ve onlar hakkında bilgi sahibi olmaya başladım. Özellikle Halit Ziya Uşaklıgil, Güzide Sabri, Hüseyin Rahmi gibi edebiyatçıların ilk dönem baskı eserlerini toplamayı ve okumayı seviyorum. Zaman geçtikçe araştırmaya başladım. “Aaa bu kitap ben de yok!” diyerek bir sürü kitap toplamaya başladım. Dediğim gibi bunlar genellikle Arap harfleriyle yazılmış Türkçe eserlerdi. Nereden baksanız böyle bir 700 – 800 tane kitabım vardır. Latin harfleri söylemiyorum çünkü onlar sayılmayacak kadar çok fazla tabii ki…

Cüneyt Arkın Başrolde sergisinde kurdele keserken.
BS: Başta Türkan Şoray ve Cüneyt Arkın, akabinde rahmetli Tarık Akan, Cem Karaca ve Halit Refiğ için çalışmalar hazırladınız. Türkan Şoray serginizi çok beğenmiş ve “Benim için hazırlanan en güzel sergi en güzel kitap oldu.” demişti. Rahmetli Cüneyt Arkın’ın da vefatından kısa bir süre önce hazırladığınız bu sergi benim de şeref madalyalarım arasında yerini alıyor. Koleksiyonumda yer alan filmlerin gazete ilanlarını sergide katılımcılara sunma imkânı ve Cüneyt Bey’le tanışma fırsatım olmuştu. Size ne kadar teşekkür etsem az. Gördüğüm üzere bu sergiler aynı zamanda gayet yıpratıcı oluyor. Hazırlanma sürecinizle ilgili neler söylemek istersiniz?
US: Evet… Hem çok keyifli hem çok meşakkatli çünkü benim topladıklarımı arşivlediğim güzel bir yerim yok. Genelde bunlar kağıt nesneler ve üst üste yığılmış durumundalar. Onları devamlı karıştırıp, “Aaa bu gazete küpürünü de koyayım, bu dergi kapağı da olsun sergide.” diyerek belirli bir süre geçiyor ve o süre zarfında da unuttuğum ve ilave etmek istediğim şeyler de olmuyor değil. Lakin genel olarak ortaya güzel şeyler çıkıyor diye düşünüyorum. En güzeli Türkan Şoray için yaptığımız sergi ve o serginin kitabı oldu. Orada da bir sahaf kardeşim, rahmetli Atilla’dan aldığım Türkan Şoray’la ilgili fotoğraf diaları vardı. O dialar serginin ana temasını oluşturdu. Kitapta da bunları kullandık. Bu arada ben sergilerime özellikle artistlerle ilgili bir sergi yapıyorsam “Artist Defteri Başrolde…” başlığıyla sunuyorum.
Aslında toplamak insanın doğasında var. Farkına varmadan gittiğimiz bir konserin biletini atmıyoruz. Gittiğimiz bir ünlünün cenazesi sonrası dağıtılan yaka kartını atamıyoruz, bir kenarda saklıyoruz. Bunlar toplanınca o kişi hakkında ve atamadığımız biletin konseri hakkında kafamızda oluşan fikirleri bir kenara yazmamıza ve otomatikman yeni koleksiyonları türetmemize neden oluyor. Gördüğümüz bu koleksiyon grubu belirli bir zaman sonra bir yazıya dönüşebiliyor ve daha da ileri giderek herkesin görebileceği, duyabileceği bir sergi haline gelebiliyor. Bu da bizi mutlu ediyor. Şunu biliniz ki, biz her sergi yaptığımızda kimi zaman ne kadar eksik olduğumuzun da farkına varıyoruz. Hangi materyallerin eksik olduğunu araştırıp, yeniden yola çıkıp, falanca için masraf yapmak durumunda kalabiliyoruz.
BS: Koleksiyon parçalarınız tam olarak nelerden oluşuyor?
US: Benim koleksiyonum en ağır koleksiyonlardan birisi diyebilirim. Ben böyle tabir ediyorum. Metal biriktiren arkadaşlarım gülüyorlar bu sözüme. Ağırlıktan kastım özellikle bütün milli günlerin gazeteleri bende mevcuttur. 23 Nisan, 19 Mayıs, 29 Ekim olsun sergi yapabilecek ve üzerinde konuşabileceğim kadar topladığım gazetelerim var. Ama özellikle Ulu kurtarıcımız Ata’mızın ölüm günü 10 Kasım’la ilgili gazeteler yoğunlukta. Şu an yaşamakta olan Cumhuriyet Gazetesi’nin 1938 yılından gününüze kadar olan tüm 10 Kasım sayıları arşivimde mevcut. 10 Kasım için bitmeyecek bir koleksiyon yapıyorum. Çünkü 10 Kasım hiç bitmeyecek. Ulu kurtarıcısının o gününü devamlı hatırlayacaktır ülkemiz. Bunun yanı sıra Ulus, Kızılay, Son Telgraf, Vatan, Anadolu isimli Türkçe’yle yazılmış olan bu beş gazetenin de 10 Kasım 1938 gününden 20-21 Kasım’a kadar olan haber sürecide koleksiyonumdadır. 10 Kasım’la ilgili çok sergi yaptım. Film afişleri, lobi kartları, siyah beyaz fotoğraflar, plaklar, taş plaklar, eski radyolar, ciltlettiğim gazete ekleri gibi basınla alakalı çok şey topladım.
BS: Hem Beylikdüzü hem de Aksaray’da bulunan muayenehaneniz adeta bir müze. Hastalarınıza nostalji yaşatıyorsunuz. Benim de bekleme odanızda radyolarla beraber en çok ilgimi çeken gazete küpürlerinden hazırladığınız defterlerdi. Neler söylemek istersiniz?
US: O defterleri ben gençliğimden beri hazırlarım. Sergilerime de zaten az önce söylediğim gibi “Artist Defteri” adını veririm. Çoğu sergim bu defterlerden hazırlandı. Gazetelerden önemli olayları kesip, yapıştırıp bir defter haline getiriyorum. Bizim dönemin gençleri bu defterlerden hazırlardı hep. Bununla beraber muayenehanede çok önemli bir radyo koleksiyonum var. Düşünün benzer objeleri yan yana getirdiğinizdeki ahengi, görüntüyü… Hastaların ilk girişte dikkatini çekiyor. Duvarda 1927 yılına ait orijinal bir haritam da var. Bir tarafında Mehmetçik, diğer tarafında cumhuriyeti temsil eden kadın figürü ve Atatürk’ümüzün bir fotoğrafının olduğu eski dilde yazılmış olan bir haritadır bu. Ayrıca raflarda oyuncak arabalar, bir tane at ve tahta kutularım da var. Gelen hastalar bekleme odasında bu objeleri gördükçe mutlu oluyorlar. Muayene sonrası bazılarıyla keyifle sohbet ediyoruz. Hastaların o objelere baktıktan sonra size karşı olan bakış açıları değişiyor. Hemen o ailenin radyosundan daha önceden sahip olduğu falanca oyuncak arabadan veyahut duvara asılmış bir tablonun kendi evlerinde olduğundan da bahsederek sizinle dostluk kurmaya çalışıyorlar
BS: Türkan Şoray ve Ekrem Bora’nın başrolü paylaştığı Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu adlı filmin senaryosunda Engin Ayça şöyle bir söz kaleme almış. “Eski eser meraklıları arasından bilir misiniz kötü insan çıkmaz hiç.” Sizce de öyle mi?
US: Ben de bu söze katılıyorum. Bir toplayıcı topladığının değerini bilen insandır ve kötü olamaz. Çünkü o topladığı objenin bir gün mutlaka insanların işine yarayacağının bilincindedir. İnsanlar ondan mutlaka bir feyiz alacaktır.
BS: Son soru olarak, bu röportajı okuyacak olan gençlerimize neler tavsiye etmek istersiniz?
US: Gençler maalesef işin kolayına kaçıyorlar. Bugün herhangi bir soruyla karşılaştıklarında telefonlarını açıp hemen kendilerinin tabiriyle “Google babaya soralım.” diyerek, konu hakkında bilgi almaya çalışıyorlar ve orada kalıyorlar. Keşke o aldıkları bilgiden sonra peşine düşseler, keşke onu daha çok geliştirebilecek bir hale getirseler. Sadece yüzeysel olarak araştırdıkları konunun anlamını öğrenip, bırakıyorlar. Bu da onların fikrinde yer etmiyor. Sadece o anlık bilgiyi gelip, geçiştirmiş oluyorlar. Lisede bir öğretmenimiz vardı. Kitaptan kopya çeken bir arkadaşımızı yakalamıştı. Kaldırdı onu sırasından ve kitabı da koltuğunun arasına koydu. Sıradan kalkarken çocuğun omzuna vurup, kitabı yere düşürdü. Çocuğa döndü dedi ki, “Bak bilgi seninle geliyor mu? Çalışsaydın eğer, kitaplaki bilgiyi öğrenmiş olsaydın bu bilgi seninle gelecekti.”

Yorum bırakın