Karada Yaşananlara Denizden Bakmak: Karadeniz’de Mavi Vatan’ı Çevreleyen Riskler

ERKİN ÖNCAN
GAZETECİ

Devletlerin kendi sınırları içerisindeki yetki ve hakimiyetini ifade eden ‘egemenlik’ kavramı, yalnızca kara parçalarında değil, askerî/teknolojik ve politik gelişmelerle birlikte deniz ve havada da benzer ‘sınırları’ ortaya çıkardı.

‘Kara parçasının’ sınırlarını aşan bu egemenlik kavramı, kategorik olarak ayrı ayrı ifade edilen -kara, hava, deniz ve hatta uzay- başlıkların hepsinin birbiriyle bağlantılı olduğunu, biri olmadan diğerlerinin boşa düşeceğini gösteriyor.

Ülkelerin egemenlik stratejisini oluşturan bu parçalar, içinde bulunduğumuz emperyalizm çağının doğası gereği, yalnızca ‘yasal’ sınırlar değil, aktif savunma cepheleri haline geldi. 

Türkiye ise, bütünlüklü aktif savunma stratejisi kapsamında, deniz alanlarına ilişkin ulusal stratejinin doktrinasyonunu, ilk kez emekli Tümamiral Cem Gürdeniz tarafından geliştirilen Mavi Vatan Doktrini[1] ile tamamladı. Atılan bu adımların ‘aktif savunma stratejisi’ olduğunu gösteren en büyük şey ise, Gürdeniz başta olmak üzere Türkiye’nin aktif savunma stratejisine katkı sağlayan veya bu yönde tavır alan asker-sivil isimlerin Ergenekon/Balyoz kumpas davalarıyla hedef alınmasıydı.

Kaynak: TRT World.

Bu davalar, ‘bir devletin diğer bir devlet üzerinde siyasi, ekonomik ve askerî üstünlük kurmak ve bu üstünlüğü sürdürmek için uyguladığı sistematik  baskı ve kontrol mekanizmasından’ başkası değildi: Emperyalizm.

Hedef alınan devletin hem gelişimini hem de dış dünya ile bağlarını sınırlandırmayı veya kendi çıkarlarına göre yönlendirmeyi amaçlayan emperyalizm, bu amacını ‘çevreleme’ stratejisiyle hayata geçirir. 

Çevreleme stratejisinin genellikle eksik bırakılan yanı ise, bunun yalnızca ‘düşman’ olarak tanımlanan devletlere değil, dost ve müttefik olarak görülen ülkelere de uygulanmasıdır. Türkiye-ABD ilişkilerinin dostluk/müttefiklik ile gerilimler/yaptırımlar arasında salınan yapısı ise, sıkça sorulan “Mavi Vatan neden hükûmetler üstüdür?” sorusunun da açık bir cevabıdır.

1964 Johnson Mektubu[2], 1975 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası uygulanan silah ambargosu, 2018 Rahip Brunson Krizi, Rusya’dan S-400 alınması üzerine CAATSA (Amerika’nın Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Yasası)[3] kapsamında uygulanan yaptırımlar, Türkiye’nin F-16 modernizasyonu talebinin geciktirilmesi, ek vergiler ve tarife politikaları bu ‘sopalı müttefiklik’ ilişkisinin örneklerinden bazıları…

Türkiye’nin kara ve deniz komşularında son yıllarda yaşanan önemli gelişmeler de Türkiye’nin ulusal çıkarlarına yönelik tehditler bakımından aynı niteliğe sahip. Türkiye’nin çevresinde yaşanan siyasi ve askerî gelişmeler, her biri farklı görünüyor olsa da aslında ortak bir kesişim noktasında birleşiyor: Mavi Vatan.

Peki, denizden baktığımızda, karada yaşananlar Türkiye ve Mavi Vatan’ı nasıl çevreliyor?

Yunanistan

ABD, son yıllarda Yunanistan’da Dedeağaç (Alexandroupoli)[4] ve Girit’te Suda Körfezi gibi stratejik noktalarda askerî varlığını önemli ölçüde artırdı. Bu üsler, NATO’nun Doğu Akdeniz ve Karadeniz’deki operasyonları için kritik öneme sahip olsa da önemli bir işlevi daha bulunuyor: Yunanistan’daki NATO varlığının artması, emperyalizmin Türk-Yunan ilişkilerinde çözülmeden bugüne kadar gelen sorunlardan faydalanacağı bir alan yaratıyor. ‘Savaşın da barışın da’ emperyalizmin hamiliğinde kararlaştırılacağı bu ‘yasal zorunluluk’, İki ülkenin de NATO üyesi olmasından kaynaklanıyor.

Yunanistan ile ilişkilerinde defalarca egemenlik hakları ihlal edilen Türkiye, tam da bu ‘zorunluluk’ nedeniyle nihai çözümü üyesi bulunduğu ittifaktan bekliyor. Bu uzun süreli bekleyiş ve çabaların sonucu ise ABD-Yunanistan ilişkilerinin kapsamının genişlemesi ve Türkiye’nin ‘burnunun dibine’ getirilen ‘müttefik silahları’ oldu. 

Yunanistan’la süregelen bu ihtilaf coğrafi olarak Karadeniz dışında kalsa da ABD’nin Yunanistan’daki askerî varlığının muhtemel rotasının Karadeniz olması önemli işaretler barındırıyor.

Bulgaristan

Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya ve Slovenya ile birlikte 2004 yılında NATO üyesi olan Bulgaristan[5], ABD’nin gözünde kıymeti Karadeniz kıyıdaşlığından menkul bir diğer ABD müttefik ülkesidir. Güvenlik stratejisi 2004’ten bu yana ABD’nin Karadeniz stratejisiyle entegre hale getirildi ve bununla paralel olarak Rusya ile siyasi ilişkileri de kopma noktasına geldi.

Romanya

NATO’nun Karadeniz’deki en eski ve büyük ortaklarından olan Romanya, 1994’te katıldığı NATO’nun ‘Barış İçin Ortaklık’ programından bu yana, NATO ve ABD’nin Karadeniz stratejisinin en büyük ‘partnerlerinden’ biri haline geldi. NATO’nun Avrupa’daki balistik füze savunma sisteminin bir parçası olan Deveselu Hava Üssü ve Mihail Kogălniceanu[6] Hava Üssü bu ülkede bulunuyor. Ayrıca, Mihail Kogălniceanu Hava Üssü’nün geliştirilerek 2040 yılına kadar Avrupa’nın en büyük NATO üssü haline getirilmesi planlanıyor.

Ukrayna

Ukrayna, ikisi de Batı destekli 2004 Turuncu Devrim[7] ve 2014 Maydan Olayları’yla[8] birlikte politik hattı Rus karşıtı/aşırı milliyetçi bir çizgiye çekilerek emperyalizmin çevreleme stratejisinin önemli duraklarından biri haline geldi. Ukrayna NATO üyesi olmasa da başta Comprehensive Assistance Package (CAP) gibi anlaşmalarla Ukrayna’ya askerî danışmanlık, savunma ekipmanı ve siber güvenlik desteği vermeyi sürdürüyor.

Aynı zamanda NATO[9], Sea Breeze tatbikatlarıyla da Karadeniz’deki güç gösterisini sürdürüyor.

Bu ülkede yaşananlara denizden baktığımızda, Rusya yönetimine geçen Kırım ve Rusya-Ukrayna savaşının kilit bölgesi olan liman kenti Odessa’yı görüyoruz. Rusya açısından da, Ukrayna ve destekçisi Atlantik güçleri açısından da Odessa’nın[10], yani Karadeniz’e açılan kapının kimde kalacağı, Karadeniz’deki güç dengeleri açısından kritik önemde. Rusya’nın Odessa’nın kontrolünü ele geçirmesi; Moldova’daki Rus yanlısı

Transdinyester’le sınır komşusu olması ve Karadeniz’de önemli bir güç elde etmesi anlamına gelirken olası bir anlaşmayla Odessa’nın Ukrayna sınırlarında kalmaya devam ettiği bir senaryo ise Karadeniz’deki güç dengesinin NATO önderliğinde kalması anlamına geliyor.

Gürcistan

Ukrayna gibi bir ‘renkli devrim kuşağı’ ülkesi olan Gürcistan da NATO’nun Rusya’yı çevreleme stratejisinin Kafkaslar ayağını oluşturuyor. Tıpkı renkli devrimlerle rejimleri değiştirilen diğer eski Sovyet ülkeleri gibi, Gürcistan siyasetindeki ana saflaşma ‘Batı yanlısı’ ve ‘Rusya yanlısı’ olarak kabul edilen güçler arasında yaşanıyor.

1994 yılında NATO’nun Barış için Ortaklık (PfP)[11] programına katılan Gürcistan’a, NATO’nun 2008’deki Bükreş Zirvesi’nde Ukrayna ile birlikte üyelik vaat edilse de Rusya’nın karşı hamleleri nedeniyle hâlâ kesin bir takvim belirlenemedi. Ancak Gürcistan, üye olmadığı halde NATO içerisinde aktif görev alan bir ülke. 2015 yılında Tiflis’te kurulan NATO-Gürcistan Eğitim Merkezi (JTEC) ile subayları ‘NATO standartlarında’ eğitim almaya başladı, NATO’nun Afganistan’daki ISAF (Uluslararası Güvenlik Destek Gücü) kuruluşuna ve ardından Kararlı Destek Misyonu’na (Resolute Support Mission) en fazla asker gönderen ortak ülkelerden biri oldu, ordusunu ‘NATO’nun ihtiyaçlarına göre’ modernize etti.

Bu ülkeye denizden baktığımızda ise 2008 yılında kurulan NATO-Gürcistan Komisyonu’ndan (NGC) itibaren ilişkilerin Karadeniz üzerinde yoğunlaştığı görülüyor. Gürcistan, NATO’nun deniz güvenliği inisiyatifi olan Deniz Muhafızı Operasyonu’na (Operation Sea Guardian) destek oldu, Noble Partner tatbikatına ev sahipliği yaptı, NATO’nun Karadeniz’de deniz hareketlerini izleyen Deniz Durumsal Farkındalık Programı’na (MDP) dahil oldu.

Türkiye bütün bunların neresinde?

Karadeniz’in en büyük ve en önemli paydaşlarından olan Türkiye, coğrafi ve politik olarak yaşanan gelişmelerin kesişim noktasında ve tam merkezinde yer alıyor.

Bir NATO üyesi olarak Türkiye’nin de Karadeniz’de ABD ve NATO ile önemli düzeyde iş birliği mevcut. Ancak Türkiye, Karadeniz’deki NATO faaliyetlerinde iki unsura dikkat ediyor:

Rusya ile doğrudan karşı karşıya gelmekten kaçınmak ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin ihlaline engel olmak.

Örneğin, 2021 yılında ABD’ye ait savaş gemilerinin Karadeniz’e gönderilmesi gündeme gelmiş, Türkiye ise Montrö’yü uygulayarak bu sınırlara dikkat çekmişti. Aynı şekilde, 2022’de Rusya-Ukrayna Savaşı’nın başlamasıyla Türkiye, Montrö’nün 19. maddesini uygulayarak boğazları savaşan ülkelere kapatmıştı.[12]

Aynı şekilde, Karadeniz güvenliğinden söz edildiğinde 1996 yılında Türkiye, Bulgaristan, Romanya, Ukrayna, Gürcistan ve Rusya’nın katılımıyla oluşan ‘BLACKSEAFOR’un[13] kurulması da Türkiye’nin öncülüğü ve girişimleri ile gerçekleşmişti.

Ankara ayrıca, Rusya’nın Ukrayna operasyonunun başlaması üzerine Montrö’nün 19. maddesini yürürlüğe sokmuş, Boğazlar’ı sözleşme hükümleri çerçevesinde hem Rusya’nın hem de kıyıdaş olmayan ülkelerin savaş gemilerine kapatmıştı. İngiltere’nin Ukrayna’ya hibe ettiği mayın tarama gemilerinin Boğazlar’dan geçişine izin verilmemesi ise Ankara’nın üyesi bulunduğu ittifakla yaşadığı güncel gerilim başlıklarındandı.

Karadeniz’e kıyıdaş ülkelerde NATO lehine yaşanan tüm gelişmeler, yalnızca Rusya’yı değil, Türkiye’yi de ilgilendiriyor. Türkiye, Rusya-Ukrayna savaşı başta olmak üzere, bölgede yaşanan gelişmelere karşı -bütün engellere rağmen- dengeci bir yaklaşım sergilemeye çalışıyor.

Bu yılın başlarında Bulgaristan ve Romanya ile imzalanan mayın mutabakatı[14], Ukrayna’ya yönelik askerî ve siyasi desteğe rağmen Rus tarafıyla ilişkilerin ısrarla sürdürülmesi, başarısızlıkla sonuçlanan arabuluculuk çabaları… Bütün bunlar, Türkiye’nin kendi çevresinde meydana gelen çatışmalarda, bölgenin organik üyesi olmayan ABD/İngiltere gibi güçlerin dahline engel olma çabası olarak yorumlandı.

Ancak, Türkiye’nin de bu denge oyununda önemli dezavantajları var. En başa dönecek olursak, Türkiye’nin kendi egemenlik hakkını savunmasında karşısına çıkan en büyük engeller Rusya’dan değil, ABD ile kurduğu ‘sopalı müttefiklik’ ilişkisinden kaynaklanıyor.

Jeopolitik meselelere yaklaşımda yapısal zorluklar

Askerî olarak Türkiye’nin ‘NATO entegrasyonu’ dışında attığı her adım, ABD tarafından açıkça ‘tehdit’ olarak tanımlanıyor. Emperyalizm, doğası gereği, jeopolitik çıkarlardan kaynaklanan dönemsel adımları dahi kendi genişlemesinin karşısında bir engel olarak görüyor.

İdeolojik olarak AKP de dahil olmak üzere 1950’li yıllardan bu yana Türkiye iktidarlarının ideolojik çizgisi, tarihsel olarak Sovyet/Rus karşıtlığına dayanan Soğuk Savaş ideolojisinin izlerini taşıyor. Türkiye’yi yakın çevre dış politikasında Atatürk döneminin barış ve iş birliği rotasından çıkarıp SSCB ve müttefiklerine karşı konumlandıran bu ideoloji, doğası gereği Rusya, İran, Suriye gibi ABD’nin dönemsel hedeflerini uzlaşılmaz düşmanlar olarak nitelendirdi ve çeşitli gerilimlere rağmen kurulabilecek diyalog kanallarını önemli ölçüde kapattı.

Ekonomik olarak ise Türkiye, 12 Eylül 1980 askerî darbesinden itibaren ivmesi artan bir şekilde liberal/neoliberal politikalara yöneldi. Hızla yaygınlaşan özelleştirme dalgası ve dolarizasyon, iç piyasayı belirleyen temel unsur haline geldi. Dolarizasyon ve neoliberal ekonomik politikaların bir ülkenin bağımsız karar alma mekanizmasına etkisini gösteren en trajik örneklerden biri, yazının başında hatırlatılan Rahip Brunson olayıdır.

Aynı şekilde, Türkiye’nin büyük burjuvazisinin ideolojik tercihleri de Türkiye’nin bağımsız karar alma mekanizmasını etkileyen ana unsurlardandır. Bugün, NATO askerinin bulunduğu her yerde faaliyet yürüten bir Türk inşaat şirketinin bulunabiliyor oluşu (Balkanlar, Afrika, Orta Asya ve yeni yeni Ukrayna), Türkiye’nin büyük burjuvazisinin Atlantik ittifakıyla kurduğu bağımlılık ilişkilerinin bir göstergesi.

Türkiye’nin Karadeniz ve Mavi Vatan’ın diğer bölgelerindeki güvenlik kaygıları, ABD’nin Türkiye’nin uzun süredir çatışma halinde olduğu PKK/YPG’ye verdiği askerî/mali destek, Türkiye’de kanlı bir darbe girişimine kalkışan FETÖ’yle kurduğu yakın ilişkiler, Ege ve Akdeniz’de Türk deniz güçlerinin karşısına dikilen ‘müttefik’ kuvvetler ve dahası… 

Bütün bunlar yaşanırken Türkiye’nin ‘günün sonunda’ bağlı bulunduğu ittifakla ilgili yaptığı ‘bağlılık’ açıklamaları, yukarıda sayılan askerî, ekonomik ve siyasi bağımlılıklarıyla doğrudan alakalı.

ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, geçen sene düzenlenen iki Senato oturumunda Ukrayna’da devam eden savaşı, Karadeniz’deki enerji jeopolitiğini dönüştürmenin bir yolu olarak tasvir ederek Karadeniz’i Avrupa Birliği için yeni bir pazara dönüştürme potansiyelini vurguladı.

Dışişleri Bakanlığı yetkilisi James O’Brien[15], Senato’ya yaptığı yazılı açıklamada “Amerika Birleşik Devletleri, Karadeniz bölgesinin jeostratejik önemini uzun zamandır kabul ediyor. Karadeniz yalnızca üç NATO müttefiki ve birkaç NATO ortağıyla sınır komşusu olmakla kalmıyor, aynı zamanda Ukrayna tahılı ve dünya pazarlarına giden diğer ürünler de dahil olmak üzere malların sevki için hayati bir koridor ve önemli miktarda dokunulmamış enerji kaynaklarına ev sahipliği yapıyor” ifadeleriyle niyetini açıkça belli etti.

Bu noktada şunu sormak gerekiyor: Karadeniz kıyıdaşı ülkelerde yaşanmış ve yaşanmakta olan siyasi altüst oluşlar, ‘müttefiklerimizin’ tekrarlayan bir şekilde Montrö’yü delme girişimleri ve ABD’nin ilgiyle izlediği ‘dokunulmamış enerji kaynakları’…

Savunanların bir ‘güvenlik şemsiyesi’ olarak nitelendirdiği NATO üyeliği, egemenlik alanları şemsiyeyi tutan el tarafından ihlal edilen Türkiye’yi ne kadar koruyabilir?

Karadeniz bir barış denizi mi olacak, yoksa bir küresel mücadele alanı olarak yeni çatışmalara ev sahipliği mi yapacak?

Hükûmet başta olmak üzere ‘politika yapıcıların’ bu soruya vereceği yanıt, Mavi Vatan’ın ısınan sularının kaderini belirleyecek…


[1] https://www.denizcilikdergisi.com/denizcilik-gundem-haberleri/gurdeniz-mavi-vatan-bir-manifestodur/

[2] https://www.ismetinonu.org.tr/kibris-sorunu-ve-inonu/

[3] https://2017-2021.state.gov/the-united-states-sanctions-turkey-under-caatsa-231/

[4] https://www.ekathimerini.com/news/1179348/alexandroupoli-crucial-for-nato/

[5] https://www.nato.int/cps/en/natohq/news_229006.htm

[6] https://www.bbc.com/news/articles/c977wggg4pgo

[7] https://www.britannica.com/place/Ukraine/The-Orange-Revolution-and-the-Yushchenko-presidency

[8] https://www.wsws.org/en/topics/event/2014-coup-ukraine

[9] https://www.nato.int/cps/en/natohq/topics_37750.htm

[10] https://carnegieendowment.org/research/2024/10/moldova-russia-strategy?lang=en&center=russia-eurasia

[11] https://www.nato.int/cps/en/natohq/topics_50349.htm

[12] https://www.dw.com/tr/abd-ve-türkiye-arasında-yeni-gerilim-hattı-karadeniz-mi/a-67954499

[13] https://www.mfa.gov.tr/blackseafor.en.mfa

[14] https://www.msb.gov.tr/SlaytHaber/2c70cfa36968455f8e40bdbf5d99277d

[15] https://www.foreign.senate.gov/hearings/assessing-the-department-of-states-strategy-for-security-in-the-black-sea-region

Yorum bırakın