,

21. Yüzyılın İlk Çeyreğinde Türkiye’nin Afet Karnesi

ECE ÖZEN İLDEM
BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ HESAPLAMALI BİLİMLER VE MÜHENDİSLİK BÖLÜMÜ’NDE YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİDİR.

Doğal afet: isim. İnsan eliyle önlenemeyen sel, fırtına dolu vb. felaketlerin her biri; tabii afet, katastrof.

Kaynak: https://uidder.org/yanginlar_seller_deprem_ve_konut_sorunu.htm

Çevre Felaketleri ve Toplumsal Eşitsizlik: Teknoloji Umut mu, Tehdit mi?

Bir konu hakkında nasıl konuşmaya başlayacağımı bilemediğimde sözlüklere sığınırım. Çocukluğumdan beri istemsiz yaptığım bir hareket bu, çünkü sözlükler üzerine söyleyecek bir şey bulmakta zorlandığım o şeyi somut hale getirirler. Çocukluğumun imgeleri arasında, sözlüklerin yanında tabiri caizse tonton mu tonton bir bilim insanı var, gerçi çocukluk anılarıma oldukça tezat biçimde kendisi 90’larda Türkiye’nin en seksi erkeği seçilmişti. Kimden bahsettiğimi anladınız sanıyorum, ünlü deprem bilimcimiz, benim kuşağımın ise Deprem Dede’si, Ahmet Mete Işıkara. “Türkiye bir deprem bölgesidir” cümlesini yıllarca okullarda duyup o meşhur kırmızı kuşaklı Türkiye haritasına baktık. Peki ne öğrendik? Elimizde ne var? Bugün bu yazıyı 1999 Gölcük depremini hayal meyal de olsa hatırlayan, 6 Şubat depreminde ailesinin bir kısmı Hatay’da olan -şükür ki hepsi hayatta- biri olarak yazıyorum. Yaşadığımız bu büyük depremin yıl dönümünde, Türkiye tarihinin son 25 yılındaki doğal afetleri, bu afetleri ve sonuçlarını nasıl yorumlayabileceğimizi ve tabii ki teknolojinin bu afetler karşısında bize nasıl avantajlar ve dezavantajlar getireceğini gelin birlikte düşünelim.

Doğal Afetler Ekseninde Türkiye’nin Son 25 Yılı

EM-DAT (Emergency Events Database), Belçika’daki CRED (Centre for Research on the Epidemiology of Disasters) tarafından yönetilen küresel bir afet veri tabanıdır. Aynı zamanda, iklim değişikliğinin etkileri söz konusu olduğunda literatürde başvurulan değerli bir kaynaktır. EM-DAT’a göre afetler beş ana başlıkta incelenebilir:

Jeofiziksel Afetler: Deprem, volkanik aktivite, uru heyelan

Meteorolojik Afetler: Fırtına, kasırga, ekstrem sıcaklıklar

Hidrolojik Afetler: Sel, çamur kayması, sulu heyelan

Klimatolojik Afetler: Kuraklık, orman yangınları

Biyolojik Afetler: Salgın hastalıklar, böcek istilası

Bu beş ana afet kategorisinden meteorolojik, hidrolojik ve klimatolojik afetler, iklim krizinin de etkisiyle sıklıklarında ve şiddetlerinde her geçen gün artış göstermektedirler. İklim krizine karşı adaptasyon ve kırılganlık çalışmalarında sıklıkla bu afetlere karşı erken uyarı sistemleri, dirençli şehirlerin inşası gibi konular araştırılmakta ve bu konular üzerine her geçen gün daha çok konuşulmaktadır. Çünkü iklim krizi, artık 2050 yılı sonrasında başımıza gelecekler değil, attığımız her adımda nefesini ensemizde hissetmemiz gereken bir gerçek olarak ortaya çıkmaktadır. Kırılganlığı yüksek ülkeler -ki bunlar genellikle üçüncü dünya ülkeleri ve gelişmekte olan ülkelerdir- gerek coğrafi konumları gerekse bu tür afetlere karşı hazırlıklı olmalarını sağlayacak altyapı ve imkân eksikliğinden doğal afetlerden daha çok etkilenmektedir.

Şüphesiz ki Türkiye’nin de gelişmekte olan bir ülke olmasından kaynaklanan altyapısal ve kurumsal sorunları bulunmaktadır. Var olan ve genelde üzerini örttüğümüz bu sorunlar günün sonunda can ve mal kaybına sebep olmakta, Tierney’in de dediği gibi, doğal olayları bizim nezdimizde afetlere çevirmektedir.

Toplum ve Doğal Afetler : Sosyolojinin Doğal Afetlere Yaklaşımı

Sosyoloji en basit tabirle toplum bilimidir. Afetleri başlarına geldikleri toplumların karakteristiklerini ve sosyal yapılarını bilmeden yorumlamaya çalışmak, konunun özünün kavranmasına ve kalıcı çözümler bulunmasına engel olacaktır.

Doğal ve insan kaynaklı afetlerin toplumsal yapılar üzerindeki etkilerini inceleyen, sosyolojinin alt disiplinine afet sosyolojisi denir. Afet sosyolojisinin odak noktası; afetlerin toplum ve kurumlar üzerindeki sonuçları, sosyal eşitsizlikler, toplumun dayanışma anlayışı, risk algısı, kurumlarda afet yönetimi ve afet sonrası yeniden inşa süreçleridir.

Afetler; sosyal, ekonomik ve politik yapılarda ciddi değişimlere yol açar. Afetin sebebi ve afete verilen tepki, bu yapıların etkilenme oranlarını değiştirse de günün sonunda toplum yapıları yaşanan felaketlerin öncesine göre çok farklıdır. Düşük gelirli haneler, engelliler, kadınlar gibi dezavantajlı grupların afetlerden görece daha çok etkilenmesi ve afet sonrası başlayacak olan toplumsal hareketlilik, genel toplum yapısında değişime yol açacaktır.

Afetler kolektif hafıza için de oldukça önemlidir. Özellikle deprem gibi çok kısa sürede büyük yıkımlara sebep olan afetler toplumsal travmaların oluşumuna sebep olur. Afet sonrası artan dayanışma, STK gücünün sürdürülebilmesi ve afet sonrasında gelen yardımların adil dağıtılması yine sosyolojinin konusudur.

Afet anlık bir olaydır. Birkaç saniye süren bir deprem, 15 dakikalık yağışla taşan dere, sıcak hava dalgası sebebiyle çıkan bir orman yangını olur ve biter. Tıpkı insan gibi afet de doğanın bir parçasıdır. Ancak afetleri katastroflara çeviren durum toplumun tepkisidir. Örneğin depremi ele alalım. Bu konuda her zaman sözü edilen, bizim gibi bir deprem ülkesi olan Japonya’dır. Gerek gelişmiş teknolojisi, gerek toplumun etik anlayışının bizden farklı oluşu göz önüne alındığında Japonya’nın toplumsal olarak depreme bizden daha hazırlıklı olduğu görülür. Bunun sayesinde şiddeti bizimkilerden çok daha büyük depremlerden bizim yarımız kadar hasar almadan hayatlarına devam ederler. Olası bir afete hazırlıklı olmak, devletin müdahale süreçleri, kriz yönetimi gibi başlıklar afeti afet yapan şeydir. Bu toplumsal yapıları inceleyen de yine sosyolojidir.

Afetin ardından arama-kurtarma çalışmalarının ve yardımlaşmanın yoğun olduğu kriz anı bittikten sonra tabiri caizse olayın yaşandığı bölge kendi başına kalır. İlk şok atlatılmış, maalesef ki yaşanan elim olay gündemden düşmeye yüz tutmuştur ve artık hayat devam etmek zorundadır. Burada devreye afet sonrası yeniden inşa stratejileri girer. Afet bölgesinde verilen psikososyal destek ile sağlanmaya çalışan adalet yine sosyolojinin konusudur.

Bu konuda çalışmış birçok sosyolog vardır. Şimdi gelin, bu sosyologların görüşlerine genel olarak bakalım.

E. L. Quarantelli ve Russell R. Dynesafet sosyolojisinin öncü isimlerindendir.   Çalışmalarında daha çok afetlerin toplumsal yapılar üzerindeki etkilerini ve afet yönetimi süreçlerini inceleyen Quarantelli ve Dynes, Afet Araştırmaları Merkezi’nin (Disaster Research Center) kurulmasında önemli rol oynamışlardır.

Afetlerin sosyal düzeni bozmadığını, aksine var olan toplumsal yapıları ortaya çıkardığını savunurlar. Toplum yapısı normalde dayanışma içeriyorsa kriz anında bunu çok daha net görürüz. Aynı şekilde, sosyal kurumlarda bir yozlaşma varsa bu da yine kriz ortamlarında bariz bir şekilde ortaya çıkacaktır.[1]

Risk toplumu kavramını sosyoloji disiplinine sokan ve bununla özdeşleşen Ulrich Beck’e göre modern toplum, kendi ürettiği riskler nedeniyle felaketlere daha açık hale gelmiştir. Küreselleşmenin sonucu olarak ortaya çıkan kentleşme, sanayileşme ve mekân değişiklikleri, küreselleşmenin derinleştirdiği var olan toplumsal eşitsizlikleri derinleştirmiştir. Bu durum, toplumların afetlerden etkilenme derecelerini de değiştirecektir. Afetler yalnızca fiziksel zararlar vermez, toplum içindeki adeletsizliği de derinleştirir.[2]

Anthony Giddens da afetleri modernite üzerinden inceler. Küreselleşmenin, afetlerin etkilerini yerellikten çıkarıp küresele yaydığını savunur. Afetlerin sebep olduğu zararlar gibi afetlerin tetiklediği dayanışma, yardımlaşma gibi birleştirici duygular da küreselleşir, uluslararası bir hal alır. Örneğin, 6 Şubat depremi sonrasında deprem bölgesindeki arama kurtarma çalışmalarına pek çok farklı milletten STK’lar katılmıştı. Bu durum bir yandan topluluklar arası etkileşimi artırsa da kriz anlarında afetlerin yönetimini de zorlaştırır.[3]

Kathleen Tierney,aslında yazının başında bahsettiğim yaklaşımın sahibidir. Tierney’e göre afetler sadece olaylardır, bu olayların felaketlere dönüşmesine afete verilen toplumsal tepki sebep olur. Yanlış şehirleşme, dayanıksız yapılar, bilinçsiz bireyler olayların büyümesine ve kayıpların artmasına sebep olur. Örneğin, 1999 depremi sonrasında enkaz altından bilinçsizce çıkarılmaya çalışılan pek çok yurttaş uzuvlarını kaybetmiştir. Aslında olayın geneline bakıldığında yapılmaya çalışılan şey tamamen iyi niyetlidir, ancak sonuçları kötünün iyisi denebilecek durumlar oluşturmuştur. Bu sebeple toplumsal tepki dendiğinde yalnızca kötü niyet ya da yozlaşma düşünülmemeli, olayların tamamı dikkate alınmalıdır.[4]

Naomi Klein, bu başlık altında bahsetmek istediğim son sosyolog olacak. Klein afet kapitalizmi kavramından söz ederek afetlerin ekonomik ve politik fırsatlar yaratmak için nasıl kullanıldığını inceler. Ona göre, afet sonrasındaki yeniden inşa çalışmalarında neoliberal politikalar dayatılabilir, özelleştirme ve spekülatif yatırımlar artabilir. Kısacası afetler toplumsal eşitsizlikleri derinleştirmede bir araç haline gelebilir.[5]

Afetlerin Dezavantajlı Gruplara Etkileri: Afet Çalışmalarında Kadının Yeri

Toplumsal her olayda olduğu gibi afetlerin de dezavantajlı gruplara etkisi ayrıca incelenmelidir. Dezavantajlı gruplar denince akla engelliler, kadınlar, yaşlı ve çocuklar, yoksul insanlar gelebilir. Her grubun karşılaştığı zorluk birbirinden farklı olmakla beraber hepsi başlı başına bir yazı konusu olabilir. Bu yazıda okuyucuya dezavantajlı gruplar ile ilgili genel bir bakış açısı sağlamak için feminist afet çalışmalarından da bahsetmek istiyorum.

Annemin ailesinin bir tarafı Sakaryalı. Çocukluğum ve gençliğim 1999 depremi ile ilgili hikâyeler dinleyerek geçti. Anneannem gece yatarken de düzgün giyinmemiz gerektiğini, olası bir deprem durumunda bir kadın olarak açık saçık dışarı çıkamayacağımızı söyler durur. Deprem anında evini terk etmeden önce tülbentini arayıp bulmaya çalışan kadınların hikâyelerini birinci ağızdan dinledim hep. Baş örtüsü olmadığı için, kıyafeti uygun olmadığı için enkaz altında sessiz kalmayı tercih eden kadınların hikaâyelerini dinledim. Biraz da bu sebeple feminist bakış açısından bahsetmek istiyorum size.

Afetler sırasında ve sonrasında özellikle fiziksel taciz vakalarında artış görülür, kadın ve LGBTQ+ bireyler tehdit altındadır. Dünya çapında da -örneğin Haiti Depremi sonrasında- bu vakaların artışı belgelenmiştir. Ataerkil yapının etkisiyle ailede bakım yükü genellikle kadının üzerindedir, bu da afetin etkisini ve kadın açısından yönetimini zorlaştırır. Bakıma muhtaç bir bebek ya da yaşlı, ailedeki kadının yardımına muhtaç olacaktır. Bu durum, en basit örneğiyle kadının afet bölgesinden ayrılmasını zorlaştırır. Afet sonrası kadınların işsizlik oranları çok daha çabuk yükselir, çünkü özellikle hizmet sektöründe kayıtsız çalışanlar genelde kadınlardır.[6]

Bu eşitsizlikle başa çıkmanın en etkili yolu kadın odaklı afet planları oluşturmaktır. Bunun en doğru yöntemi de ilk olarak bireylere feminist bakış açısı kazandırmaktır. Ne yazık ki, onaylasak da onaylamasak da yaşadığımız toplumlar erkek temelli toplumlar ve hepimiz bu toplumların içinde yetiştik. 6 Şubat sabahı gözümü açıp depremi duyduğumda yapabileceğim tek şeyin bölgeye yardım malzemesi göndermek olduğunu düşündüm. Bölgeye yardıma gidemezdim, yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Hatta yardıma giderek orada olanlara fazladan yük olurdum. Peki ne gönderebilirdim? Aklıma ilk gelen battaniye oldu. Daha sonra aklıma hayvanlar geldi. Sokaktakiler, sahipleriyle sokakta kalanlar… Sonra, bebek bezi. Kendini gururla feminist olarak tanımlayan bir kadın olarak aklımın ucundan dahi geçmeyen şey hijyenik peddi. Kriz anında âdet döngüsünde olan bireyler olacağı, kadınların korkudan erken âdet görebilecekleri aklıma bile gelmedi. Sanki âdet görmek hayatın genel akışına aykırıymış gibi. Bu sebeple toplumda kadınların da olduğunu her zaman göz önünde bulundurmak gerekiyor. Kişisel tecrübeme dayanarak söyleyebilirim ki benim için kadın odaklı afet planı demek, hijyenik ped ihtiyacını hesaba katabilmek demektir.

Afetler ve Teknoloji: Teknolojik Gelişmeler Afet Yönetimine Nasıl Katkı Sağlayabilir?

Teknoloji ve yapay zekânın hayatın her alanında karşımıza çıktığını düşünerek bunları afet yönetiminde de hesaba katmamız gerekir. Bu hususta karşımıza ilk olarak erken uyarı sistemleri ve risk tahmini çıkıyor. Veri işleme kapasitelerinin artması ve görüntü işleme teknolojilerinin gelişmesi afetlerin önceden tahmin edilebilmesini kolaylaştırıyor. Aynı şekilde sensörler ve nesnelerin interneti (IoT) kullanılarak afetlerin verdiği zararlar azaltılabiliyor. Tabii burada teknolojik imkânlara erişimdeki eşitsizliklerin de incelenmesi gerekliliği ortaya çıkıyor. Riski tahmin etmek tabii ki çok önemli ama daha da önemlisi bu tahminleri her türlü gelir ve teknolojik okur-yazarlık düzeyindeki topluma ulaştırabilmek.

Afet müdahale süreçlerinde de teknolojinin etkisini görüyoruz. İzmir ve Kahramanmaraş depremlerinde de kullanılan, enkaz altındaki insanların tespit edilebilmesini sağlayan  drone ve robotlar riskli alanlarda müdahaleyi kolaylaştırarak doğru adımların atılmasını sağlıyor.6 Şubat depreminde de etkisini gördüğümüz sosyal medya teknolojinin afet müdahalesindeki etkilerinden sayılabilir. Sosyal medya platformları sayesinde kullanıcılar  nokta atışı yardım isteyebilirken buradaki verinin incelenmesiyle bölge ihtiyaçları, eksikler ve yapılması gerekenler hızlıca belirlenip aksiyon alınabiliyor. Tabii ki burada teknolojik okur-yazarlığın önemi ortaya çıkıyor. Özellikle hızlı yayılan teyitsiz bilgiler kriz anında daha büyük sorunlara sebep olabiliyor.

Yeniden inşa sürecinde de teknolojinin desteği yadsınamaz. Afetlere karşı dirençli akıllı şehirlerin oluşturulması, altyapı modellemesi gibi konularda teknolojinin etkisi bulunmakta. 3D yazıcılar artık inşaat için kullanılabiliyor. Örneğin, 2018 yılında Meksika’daki deprem sonrasında 3D baskı ile evler inşa edildi. Burada da karşımıza mekânsal adaletsizlikler çıkıyor. Dirençli altyapılar ya da akıllı şehirler merkezî yerlerde oluşturulurken kırsalda bu gibi teknolojilere erişimin zor olması mekânsal eşitsizliğe bir örnek teşkil ediyor. Bu imkânlara ulaşmadaki maddi eşitsizlikler ise gelir adeletsizlikleri altında değerlendirilebilir.

Yapay zekâ ve ön yargılı algoritmalar her konuda olduğu gibi afet yönetiminde de ortaya çıkmaktadır. Yapay zekâyı eğiten veri erkek merkezli olduğu için teknolojinin bu açıdan kullanımı cinsiyet ve ırk ayrımcılıklarına da yol açmaktadır. Bu durum göz önüne alındığında yapay zekâ etiği çalışmaları da afet yönetiminde önem kazanmaktadır.

Türkiye’nin Afet Karnesi: 25 Yılda Neler Oldu?

Tüm bu anlattıklarım ekseninde ülkemizde son 25 yılda yaşanan afetlere genel olarak bir bakalım.

  1. Büyük Depremler

1999 Gölcük Depremi (17 Ağustos 1999)

  • Bölgesel etkiler: Kocaeli, Sakarya, Yalova, İstanbul ve çevresinde büyük yıkım yaşandı. Sanayi tesisleri ağır hasar gördü.
  • Sosyoekonomik sonuçlar:
    • On binlerce insan evsiz kaldı.
    • Kocaeli gibi sanayi merkezlerinde üretim durdu, ekonomik kayıplar arttı.
    • Depremzedeler için prefabrik konutlar inşa edildi, ancak uzun vadeli kalıcı çözümler zaman aldı.
  • Teknolojinin rolü:
    • 1999’dan önce erken uyarı sistemleri ve afet yönetim yazılımları yetersizdi.
    • Sonraki yıllarda sismik izleme sistemleri ve DASK (Zorunlu Deprem Sigortası) gibi mekanizmalar geliştirildi.
  • Siyaset ve afet yönetimi:
    • Afet yönetimi konusunda Türkiye’de ilk büyük tartışmalardan biri başladı.
    • AFAD (Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı) kuruldu.
  • Medyadaki yansımalar:
    • İlk kez bir doğal afet televizyon ve gazetelerde bu kadar kapsamlı yer aldı.
    • Deprem sonrası yardım eksiklikleri sert şekilde eleştirildi.

2011 Van Depremi (23 Ekim 2011)

  • Bölgesel etkiler: Van merkez ve Erciş ilçesi büyük hasar gördü.
  • Sosyoekonomik sonuçlar:
    • Soğuk hava koşulları nedeniyle barınma krizi yaşandı.
    • Depremzedeler için geçici barınma alanları oluşturuldu.
  • Teknolojinin rolü:
    • İlk kez sosyal medya yardımlaşma organizasyonlarında etkin kullanıldı.
  • Siyaset ve afet yönetimi:
    • Yardım organizasyonlarındaki eksiklikler tartışıldı.
    • Van’da kentsel dönüşüm projeleri hız kazandı.
  • Medyadaki yansımalar:
    • Sosyal medya üzerinden geniş çaplı bağış kampanyaları düzenlendi.

2020 İzmir Depremi (30 Ekim 2020)

  • Bölgesel etkiler: Bornova ve Bayraklı ilçelerinde çok sayıda bina çöktü.
  • Sosyoekonomik sonuçlar:
    • İzmir’de kentsel dönüşüm projeleri hızlandı.
    • Kiralar ve gayrimenkul fiyatları yükseldi.
  • Teknolojinin rolü:
    • Deprem sonrası enkaz altında kalanları bulmak için drone’lar ve termal kameralar kullanıldı.
  • Siyaset ve afet yönetimi:
    • Türkiye’de afet yönetimi ile ilgili yasaların daha da sertleştirilmesi gündeme geldi.
  • Medyadaki yansımalar:
    • Deprem sonrası yardım çağrıları ve dayanışma sosyal medya üzerinden büyük destek aldı.

2023 Kahramanmaraş Depremleri (6 Şubat 2023)

  • Bölgesel etkiler: 11 şehirde büyük yıkım yaşandı, Hatay ve Kahramanmaraş en çok zarar gören iller oldu.
  • Sosyoekonomik sonuçlar:
    • Bölgedeki sanayi üretimi durma noktasına geldi.
    • Deprem sonrası büyük bir göç hareketi yaşandı.
  • Teknolojinin rolü:
    • Drone’lar, yapay zeka destekli arama-kurtarma teknolojileri ve uydu görüntüleme sistemleri kullanıldı.
  • Siyaset ve afet yönetimi:
    • Afet sonrası hükûmetin müdahalesi sert eleştirildi.
    • Uluslararası yardımlar büyük önem kazandı.
  • Medyadaki yansımalar:
    • Sosyal medyada yardım çağrıları ve eleştiriler büyük yankı uyandırdı.
  1.  Büyük Seller ve Su Taşkınları
  • 2009 İstanbul Sel Felaketi: 31 kişi hayatını kaybetti, altyapı eksiklikleri gündeme geldi.
  • 2021 Batı Karadeniz Sel Felaketi: Kastamonu, Bartın ve Sinop’ta büyük hasar oluştu.
  • 2023 Ankara ve İstanbul Selleri: Ani yağışlar nedeniyle metro ve yollar sular altında kaldı.
  1. Büyük Orman Yangınları
  • 2021 Akdeniz ve Ege Yangınları: 170.000 hektar alan yandı, yangın söndürme uçaklarının eksikliği tartışıldı.

4. Tsunami

  • 2020 İzmir Depremi Sonrası Seferihisar Tsunamisi: Türkiye’de kaydedilen en büyük tsunami olarak tarihe geçti.

Sonuç

İklim krizi, yoğun nüfus, modernleşme ve küreselleşme ekseninde afetler artık daha sık, daha şiddetli ve tüm dünyayı etkileyecek şekilde yaşanıyor. Toplumsal eşitsizlikler afetlerin etkilerini artırırken afetler de bu eşitsizlikleri derinleştirmekle meşgul; bir nevi geri besleme mekanizması. Ama iyi haber şu ki bu eşitsizlikler ve afetlerin etkileri konusunda kafa patlatan sosyologlarımız, yapay zekâ uzmanlarımız var. Birey olarak ise bize bilinçlenmek düşüyor. Afet yönetimini, kendini korumayı ve bence en önemlisi örgütlenmeyi ve devletten daha iyisini talep etmeyi öğrenmek. 6 Şubat depremleri bize altyapının, inşaat denetimlerinin, kurtarma çalışmalarının, STK’ların ve birlik olmanın önemini tekrar gösterdi. Keşke bu dersi bu kadar acı bir şekilde tekrar almasaydık, keşke almamız gereken bu dersler deprem gündemden düştüğünde de bizimle kalmaya devam etseydi. Bu vesileyle yıl dönümünde olduğumuz 6 Şubat depremlerinde ve yukarıda bahsettiğim afetlerde yakınlarını kaybedenlere baş sağlığı dileyerek bu yazıyı bitirmek istiyorum. Dilerim ki yarın ülkemiz ve vatandaşları için daha güvenli ve daha umutlu bir gün olur.


[1] Daha detaylı bilgi için Dynes’in Organized Behavior in Disaster isimli eseri ile Quarantelli’nin What Is a Disaster? Perspectives on the Question isimli eseri incelenebilir.

[2] Beck ve risk toplumu hakkındaki görüşleri için ismiyle müsemma Risk Toplumu isimli kitabına göz atabilirsiniz.

[3] Detaylı bilgi için Runaway World: How Globalization is Reshaping Our Lives isimli eser incelenebilir.

[4] Tierney’in görüşleri ile ilgili The Social Roots of Risk: Producing Disasters, Promoting Resilience isimli kitabı incelenebilir.

[5] Bu konuda daha fazla bilgi için Klein’ın The Shock Doctrine: The Rise of Disaster Capitalism isimli eseri incelenebilir.

[6] Bu konuyla ilgili de size Elaine Enarson ve Ariella Hellfgot’un çalışmalarını önerebilirim.

Yorum bırakın