Duyguların Ölümü: Diderot Etkisi

Rus ressam Dmitry Grigorievich Levitzky tarafından 1773 yılında yapılan, Fransız filozof Denis Diderot’nun (1713-1784) yağlı boya portresi.

“Yoksulluğun kendi özgürlükleri vardır; zenginliğin engelleri vardır.” (Denis Diderot)

Fransız filozof Denis Diderot, Aydınlanma Çağı’nın önemli isimlerinden biridir. Ancak, bugün hâlâ popülerliğini sürdürüyor olmasını, eline geçen bir kızıl sabahlığa borçlu olabilir. Diderot’nun bu sabahlığa nasıl sahip olduğuna dair kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte, bazı kaynaklarda sabahlığın kendisine hediye edildiği belirtilir. Ancak asıl mesele, onun sabahlığı nasıl elde ettiği değil, bu sabahlığın hayatında nasıl bir değişime yol açtığıdır.

Diderot, sabahlığını sandalyesine asarken sandalyesinin ne kadar eski ve bakımsız olduğunu fark eder. Bu gösterişli kızıl sabahlık, böylesine özensiz bir sandalyeyle uyumsuzdur. Ertesi gün, eski sandalyesi yerine daha gösterişli, döşemeli ve deri bir sandalye satın alır. Artık sabahlığı, ona layık bir sandalyeye sahiptir. Ancak sabah uyanıp sabahlığını giyen Diderot, sandalyesine oturduğunda bu kez gözü çalışma masasına takılır. Yeni ve şık sandalyesinin karşısında duran eski masa gözüne batar. Sonunda masasını da değiştirir. Ancak bu değişim yalnızca masayla kalmaz; evindeki neredeyse tüm eşyaları yenileriyle değiştirir. Diderot, Eski Sabahlığımı Bırakırken Duyulan Pişmanlıklar adlı denemesinde, bu sabahlığın hayatında yarattığı değişimi anlatır. “Eski sabahlığıma tam anlamıyla hükmediyordum ama yeni olana köle oldum” der. (Abidor, 2005).

Amerikalı antropolog Grant McCracken, Diderot’nun bu denemesinden etkilenerek 1988’de Diderot Etkisi kavramını literatüre kazandırır. Diderot Etkisi, bir ürünün satın alınmasının, başka ürünlerin de satın alınmasını tetikleyen bir döngü yarattığını ifade eder. Diderot, kızıl sabahlığını giyip aynaya baktığında gördüğü ihtişam hoşuna gider ve evinde büyük bir değişim başlatır. Ancak işler beklediği gibi gitmez. Denemesinin ilerleyen sayfalarında Diderot, derin bir melankoliye kapılır. Eski sabahlığını özler. Evi artık lüks ve şatafat içindedir, ancak bu ona mutluluk getirmez (McCracken, 1988, s.121). Diderot, yaşadığı bu duygunun yalnızca bireysel bir deneyim olmadığını, sistemin bir sonucu olduğunu dile getirir: “Ağlamıyorum, iç çekmiyorum ama her an şunu söylüyorum: Sıradan bir malzemeyi kırmızıya boyayarak fiyat biçme sanatını icat edene lanet olsun. Saygı duyduğum değerli giysiye lanet olsun. Eski, mütevazı, rahat günlük paçavram nerede? Dostlarım, eski arkadaşlarınıza sahip çıkın. Dostlarım, zenginliğin dokunuşundan korkun. Örneğimin size bir ders vermesine izin verin. Yoksulluğun kendi özgürlükleri vardır; zenginliğin engelleri vardır.

Telaş Çağı

“Geyik yaralandı mı, Ölünceye kadar alabildiğine koşar.” (Mavi Sürgün, Halikarnas Balıkçısı)

Diderot Etkisi, reklamcılık ve pazarlama alanlarında sıkça kullanılan bir kavram olmasının yanı sıra sosyal psikolojiye de ilham vermiştir. Bugüne baktığımızda, tüketim sarmalının ve sonrasındaki pişmanlığın yalnızca maddi nesnelerle sınırlı olmadığını görüyoruz. Aynı döngüyü duygularımızda ve ilişkilerimizde de yaşıyoruz. Türkiye İstatistik Kurumu’nun 17 Şubat 2025’te yayımladığı “Yaşam Memnuniyeti” araştırması, 2016’dan bu yana Türkiye’de mutluluk seviyesinin düştüğünü ortaya koydu. 2024 yılı verilerine dayanan bu raporda çağımıza dair dikkat çeken iki önemli nokta bulunuyor. İlk olarak, ekonomik sıkıntıların bireylerin mutlulukları üzerindeki etkisi büyük. Gelecek kaygısı ve maddi olanaksızlıklar, insanları daha fazla tüketmeye yöneltiyor. Geleceğe dair umudu olmayan bireyler, geçici tatmini tüketim yoluyla elde etmeye çalışıyorlar. İkinci olarak, kamu kurumlarına duyulan güvenin azalması dikkat çekiyor. Güven, insan yaşamı için temel bir ihtiyaçtır. Bir bebek, yalnızca fiziksel gereksinimlerinin karşılanmasıyla yetinmez; güven ve sevgi de onun için en az beslenme kadar önemlidir. İnsanların yaşadıkları ülkedeki kamu kurumlarına duyduğu güvensizlik, aidiyet hissini zayıflatıyor. Kendini güvende hissetmeyen bireyler, mutsuzluğa sürükleniyor.

Değişim hızlandıkça değer kayboluyor. Ülkedeki ani değişimlerin bireylerin kültürünü ve hayata bakışını etkilemesi, yaşamın anlamını da aşındırıyor. Sadece bireyler değil, duygular da değersizleşiyor. Eşyalara, insanlara, doğaya karşı duyarlılığımız yerini umursamazlığa bırakıyor. Bu da insanların duygularını ve sosyal destek alabilecekleri insanları kolayca hayatlarından çıkarmalarına neden oluyor. Diderot Etkisi’nin sarmalı, bireyin zihnine yerleşiyor. Artık yalnızca evimizdeki eşyaları değil, hayatımızdaki insanları da yenileriyle değiştiriyoruz. Derin ilişkiler kuramıyor ve yüzeysel bağların ağırlığı altında eziliyoruz. Diderot’nun eski sabahlığına duyduğu özlem gibi biz de geçmişe özlem duyuyoruz çünkü eski olanla bağ kurabiliyoruz. Duygulara yer olmayan ilişkileri tercih ediyoruz çünkü emek vermek istemiyoruz. Avcının attığı okla yaralanan geyik gibi durmamak için sürekli koşuyoruz.

Karl Marx, “İnsanın özü yoktur, insanın özü toplumsal koşulların ürünüdür” derken mevcut kültürel yapıyı eleştiriyordu. Günümüz toplumsal koşulları, insanı bugünkü haline getirdi. Oysa insanı hayvandan ayıran en temel özellik “emek”tir. Ancak içinde bulunduğumuz toplumsal düzen, emek vermeyi, ilişkileri var etmeyi, çaba harcamayı, duyguları anlamayı ve yansıtabilmeyi giderek imkânsız hâle getiriyor. Yeni ilişkilerde duygular artık buzdağının altında.

İlişkilerde Diderot Etkisi

Sosyal medyada popüler olan içerikleri tüketirken hayatımızdaki en özel kısımları bu tüketime uyumlu hale getirmeye uğraşıyoruz. Kurduğumuz ilişkileri algoritmalara benzetmeye uğraşıyoruz. Ancak tıpkı Diderot’nun yeni eşyalarının onu tatmin etmemesi gibi, bu yeni kimliklerle yaptıklarımız da bizi tatmin etmiyor. Bu tüketim sarmalı, sadece eşyalarımızı ve ilişkilerimizi değil, duygularımızı da içine alıyor. Artık duygular bile hızla tüketiliyor. Birine duyduğumuz heyecan kısa sürede sönüyor. Derinleşmek yerine yüzeyde kalmayı tercih ediyoruz, çünkü yeni olanın peşinde koşarken derin bağlar kurmaya fırsat bulamıyoruz. Modern dünyada duygular bile metalaşmış durumda. Sosyal medyada paylaştığımız mutluluk anları, gerçek mutluluğumuzdan daha değerli hale geliyor. Birine duyduğumuz sevgiyi, onunla geçirdiğimiz vakitten çok, ona aldığımız hediyelerle ölçüyoruz. İlişkiler bile artık yatırım gibi değerlendiriliyor; emek vermek yerine “bana ne kazandırıyor?” sorusu soruluyor. Bağ kurduğumuz nesneler gibi, bağ kurduğumuz insanlar da hızla değişiyor. Anlamlı dostluklar, uzun soluklu aşklar ve yıllarca süren sadakatler günümüzde giderek daha nadir bulunur hale geliyor. Tıpkı Diderot’nun eski sabahlığını özlemesi gibi, biz de daha derin, daha sahici ilişkilerin yokluğunu hissediyoruz. Ama tıpkı onun gibi, geri dönmekte zorlanıyoruz çünkü eski olanı hatırlasak da yeni olanın içinde sıkışıp kalmış durumdayız.

Diderot’nun düştüğü sarmaldan bir çıkış yolu var mı?

Belki de asıl çözüm, sürekli yeniyi aramaktansa, elimizdekini anlamlandırmakta yatıyor. Tüketmek yerine üretmek, hız yerine anlam aramak ve ilişkilerde derinleşmeyi tercih etmek, bu kısır döngüden kurtulmanın tek yolu olabilir.

S. Deniz Yılmaz, Bahçeşehir Üniversitesi

Kaynaklar

Abidor, M. (2005). Diderot 1769 – Regrets for my old dressing gown, or a warning to those who have more taste than fortune.

Halikarnas Balıkçısı. (1961). Mavi sürgün. Varlık Yayınları.

Marx, K. (1844). Ekonomi ve felsefe el yazmaları (Çev. M. A. Yalçın). (1981). Sol Yayınları.

McCracken, G. (1988). Culture and consumption: New approaches to the symbolic character of consumer goods and activities. Indiana University Press.

Yorum bırakın