Japonya Anayasası’nı Değiştirmek

Yalın Akçevin
Boğaziçi Üniversitesi Asya Araştırmaları Merkezi yüksek lisans öğrencisidir.

Günümüzde Japonya dendiğinde, bilenlerin rahatlıkla belirteceği, bilmeyenlerinse şaşkınlıkla karşılayacağı bir nokta vardır: Egemen bir devlet Japonya’nın Bakanlar Kurulu’nda da bir Savunma Bakanı görev yapmasına rağmen, resmi olarak tanınan ordusunun olmamasıdır. Bugün Japonya’nın hudutlarının ve egemenliğinin güvenliğinden sorumlu olan kurum, Japonya Öz Savunma Kuvvetleri’dir (JSDF), başında da bir Genelkurmay Başkanı ile envanterinde ortalama bir ordunun ekipman, kuvvet ve hazırlığına sahiptir. Ancak sadece savunma çerçevesinde hareket edebilmektedir. Anayasa’nın getirdiği kısıtlamalar ve bu kısıtlamaların seneler içinde esnetilmesiyle ancak bu noktaya gelinebilmiştir ve gelinen noktanın ötesine geçmek için Japonya’daki bir grup muhafazakâr siyasetçinin en büyük hayalini gerçekleştirerek, Anayasa’yı değiştirmek gerekmektedir. Anayasa değişikliği ise sadece siyasi bir proje değil, aynı zamanda yirmi birinci yüzyılda Japonya’nın hem bölgesel hem de küresel düzlemde ne şekilde ve ne kadar etkili bir aktör olacağını belirleyebilecek kadar kilit bir noktadır.

Okumaya devam et “Japonya Anayasası’nı Değiştirmek”

Merhaba

Muratcan Zorcu
Koç Üniversitesi Tarih Bölümü doktora öğrencisidir.

Kişisel bir hikâyeye hoş geldiniz. Hikâyemiz son üç dört aydır kolektif bir bilinçle hareket ediyor. Gün geçtikçe daha kolektif hâle gelecek. Ama şimdi hikâyeyi başa saralım. Üniversite yıllarında derslerimi takip ederken veya etmeye çalışırken bir yandan ders aralarında tanıdıklarımla sohbet ediyordum, diğer yandan da lise yıllarından beri biriktirmeye çabaladığım birbirinden değerli dostlarımla yılda bir iki kez buluşuyorduk. (İstanbul’da kapılarını aşındırdığım kıymetli büyüklerimden şimdilik bahsetmeyeceğim.) Bu süreçte de Feyzi, Berk, Alparslan, Engin ve Bahadır benim en yakın dostlarım oldular. Her zaman muhabbetlerinden memnun ayrıldım. Ama özellikle Alparslan’la 2010’lu yılların sonlarında Moda Sahili’nde, Kanyon’da, Boğaziçi kampüsünde yaptığımız gezintiler diğerlerinden de başka bir özellik taşıyordu: Dünyayı değiştirmek fikri ana temamızdı. Herhangi bir film yönetmeni bir filmle toplumu çevre felâketine karşı duyarlı hâle getirebiliyorsa Türkiye’nin en önemli üniversitelerinden birinde okuyan biz, niçin böyle bir çaba içine girmiyorduk? Bu fikirsel temellerle bir defterimi ‘proje defteri’ ilan edip her konu hakkında karalamalara başladım. Bu karalamaların hepsi nedense kişisel bir blog fikrine çıkıyordu; yazacaktım ve on dokuzuncu asrın büyük insanları gibi bir şeyleri değiştirecektim. Hem heveslerin hem de amatörlüğün getirdiği çabalarla her yılın Eylül ayında Ağustos’ta zihnen pişirdiğim blog açma fikrini fiiliyata döküyordum; Ekim’de, Kasım’da da bir şekilde içerik üretebiliyordum; ama dönem sonu yaklaşıp final sınavları ve assignment’lar biriktikçe blog konusundaki hevesim kaçıyordu. Bu blog açma çabam Blogger ve WordPress üzerinden üç dört yıl kadar devam etti. Sonrasında Mart 2020’de pandemi zuhur edip evlere kapandığımızda çok güzel bir proje ilgimi çekti; Gergedan Dergi(si) internet üzerinden çok kıymetli bir ekiple sağlam içerikler hazırlıyordu ve günceldi. Eski fikirleri ısıtıp ısıtıp önümüze sunmuyordu. Bu süreçte, kıymetli dostum S. Oğul Tuna’nın davetiyle yoğunluğum müsaade ettikçe ben de yazılar yazmaya başladım. Gergedan Dergi’de yazarken de kişisel bir blog fikrine saplanıp kalma gerekçem, lise yıllarında çıkardığım “Tarih Silsilesi” dergisi sırasındaki deneyimlerimden ileri geliyordu: Dergicilikteki devamlılığın önündeki ana sorun, çoğunlukla matbaa masrafları ve içerik üretim sıklığı olmuştur. Bu deneyim bana sürekli geriye ket vuruyordu.

Okumaya devam et “Merhaba”