Bir Türk Gözünden İsviçre

Ceren Turna Fide
Dijital Analitik Danışmanıdır.

Yarının Kültürü dergisinin yazı işleri müdürü olan arkadaşımın bu projesinden haberdar olduğumda Zürih’te yaşadığım kültürel farklılıkları, bazı detayları ve Zürih’in bana kattıklarını paylaşmaya karar verdim. Bu dergiyi çok seveceğiz gibi duruyor, şimdiden yolu açık olsun!

Zürih’e yaklaşık iki sene önce taşındım. Taşınma nedenim, daha önceki ziyaretimde İsviçre’ye olan hayranlığımın pekişmesi ve eşimin buradan iş teklifi almasıydı. Biz de bu fırsatı değerlendirip arabamızla uzun bir yolculuğa çıktık. Birçok Avrupa şehri üzerinden geçerek son durağımız Zürih’e vardık. Bu ülke diğer ülkelerden farklıydı. Diğer ülkelerde elbette yaşama şansımız olmamıştı ama Zürih gezip gördüğümüz kadarıyla bile farklılığını ortaya koyuyordu.

Öncelikle, göze ilk çarpan detayı zenginliğiydi. Bu bir hurafe değil; Chanel mağazası önünde oluşan uzun kuyruklardan anlaşılabilecek kadar aleniydi. Daha önce, bulunduğum en lüks caddenin Paris’teki Champs-Élysées olduğunu zannetmiştim; ancak dünyanın en lüks caddesi, Zürih’teki restoran ve mağazaların olduğu İstasyon Caddesi’ymiş (Bahnof Strasse) meğer!

Zenginin malının bizim çenemizi bu kadar yorması yeterli. Asıl bahsetmek istediğim zenginlik, kültürel miraslarına, doğaya, insana, insan ve hayvan haklarına, mimarilerine ve demokrasiye ne denli sahip çıktıklarıyla ilgili. Heidi ile yetişen birkaç nesil olarak, bana kalırsa İsviçre’de doğayla yaşamın ne denli iç içe olduğunu hayal edebiliyoruz. Öyle anlar geliyor ki inek kokularından balkona çıkılamadığı oluyor, yürüyüşlerinize mükemmel manzaralar eşlik ediyor. Üstelik de güvenli! Bunu İstanbul’da defalarca tacize uğramış bir kadın olarak söylüyorum, spor kıyafetlerinizle taciz edilme ihtimaliniz bulunmadan, ormanın içinde, bir göl etrafında veya daha ıssız yerlerde yürüyüş yapmak hâlâ alışamadığım ve üzerinde çalışmam gereken bir konu. Diğer yandan, doğanın size sunduğu imkanlar saymakla bitmez ama önceliği yiyeceklere veriyorum. Burada yediğimiz her meyve ve sebze çok lezzetli, market fiyatlarıysa diğer Avrupa ülkelerine kıyasla neredeyse iki kat pahalı. Bu politikanın çiftçiyi destekleme üzerine olduğunu düşünüyorum. Yoksa bu kadar çiftlik nasıl ayakta durabilsin, genç nesiller ailelerinin kırsaldaki mesleklerini nasıl seve seve yapabilsin?

Kaynak: Ceren Turna Fide Arşivi

Bir diğer göze çarpan konu, bizim çok aşina olduğumuz kaygı. Her geçen gün besleyip büyüttüğümüz, nereye gidersek gidelim yanımızda taşıdığımız ve hatta genlerimizle aktardığımız bu kaygımız, bizi diğer ülke vatandaşlarından çok çabuk ayırıyor. Bizde neredeyse eğitimsiz genç yokken, burada üniversite bitirmek lüks denecek bir durum. Bu, üniversitelerin pahalı olmasından kaynaklanmıyor; bu farkın ortaya çıkmasının nedeni, ilköğretim ve lise meslek derslerinin son derece yeterli olması. Dileyen üniversite eğitimine devam ediyor, dileyen iş bulma kaygısı yaşamadan hayata atılıyor. Üstelik işlerinde gayet iyi pozisyonlara yükselebiliyor. Bir örnek vermek gerekirse; iş yerimdeki süpervizörüm oldukça donanımlı bir lise mezunu.

Kendimi bildim bileli sınav kaygısı yaşıyorum. Eminim bu kaygı hepinize tanıdık gelmiştir. İyi bir lise için önce iki defa SBS’ye, iyi bir üniversite için de iki defa üniversite yerleştirme sınavlarına girdim. Bu zamanlar, hepinizin tahmin edebileceği gibi hayatımızın en güzel yılları olabilecekken gerek toplum ve okul gerek aile baskısıyla gençliğimizin bizden alındığı, yerine omuzlarımıza koca bir sorumluluğun bırakıldığı yıllar oldu. Bir de bu denli emeğin ve eğitimin üstüne Türkiye’de iş arama kaygısı ekleniyor. Çok mu iç karartıcı oldu? Bana kalırsa üzerinde bu kadar baskı ve sorumluluk olan bir Avrupa genci yoktur.

Maalesef kimse bu çabamızdan bahsetmiyor. Türkiye’nin gündem olduğu konular başarılarımız değil de daha çok siyasilerin çıkarlarına hizmet edecek olaylar olduğundan, birkaç duyumla Türklerin tembel olduğu iddiası üzerine konuşmuşluğum olmuştu. Bizler elbette tembel değiliz, ancak bizim için önceden belirlenmiş yoldaki önceliklerimiz farklı. Önceliklerimiz hayatta kalmak, güvende olmak, konforlu güzel bir gelecek inşa etmek… Okullarımıza yapılan siyasi saldırılar bile eğitime olanak vermezken, ödenekler bu denli azken dünyada başarılarımızla nasıl parlayalım? Maalesef çalışkanlığımızın üzerine gölge düşüren o denli konu var ki, burada saymak yetersiz ve yersiz kalacaktır.

Gelelim İsviçre’de demokrasiye. Burada oturum ve çalışma vizesine sahip olduğumuzdan henüz oy verme hakkımız yok. Ancak sürekli duyuyoruz ki neredeyse her ay bir referandum oluyor. İlginçtir ki, siyasiler meselelere sadece kendileri karar vermiyor, bir de halk oylamasına sunuyorlar. Örneğin, bundan yaklaşık üç yıl önce çalışan/çalışmayan herkese 2000 İsviçre Frangı maaş ödenmesi için referanduma gidilmiş ve sonuçta hayır oyu çoğunlukta çıkmış. Sanıyorum bu sonuç, İsviçreliler çok zengin olduğundan değil ama bu kararın enflasyonu uzun vadede etkileme ihtimalinden ötürü ortaya çıkmış. Son zamanlarda Covid aşısı sertifikası göstererek restoran ve kafelerde oturabiliyorsunuz. Bu günlerde İsviçre’nin gündemi bu kararın insan ayrımcılığına girdiği yönünde. Önümüzdeki günlerde bir referandum da bu argüman için gelebilir sanıyorum.

Yazımın sonuna yaklaşırken güzel şeylerden bahsetmek istiyorum. Türkiye’nin bilim, tıp veya insan yetiştirme konusunda zayıf olduğunu düşünmüyorum. Bu açılardan her zaman dünyaya katkı sağlayacağımızı tahmin ediyorum. Ancak günü kurtaran kararlar almak yerine kendi ülkemize yatırım yaptığımızda çok daha donanımlı hale geleceğimize inanıyorum. Fabrikalarımız, iş olanaklarımız arttığında ve gençlerin gelecek kaygısının yerini güzel umutlar aldığında kalite için aranan adresin bizim ülkemiz olabileceğini umuyorum. Nihayetinde meşhur Swiss Kalitesi diye dünyaya mal edilen markaların arkasında yine Türkler var, ülkemizin iyi okullarında sağlanan eğitimler var.

İsviçre’den bu kadar bahsetmişken çikolatayı es geçmek çok ayıp olurdu. Nihayetinde çikolatanın başkenti! Sahiden yediğim en güzel çikolataları burada tattım. Charlie’nin Çikolata Fabrikası’nı izleyenler bilir; çikolata ve şeker düşkünlüğüyle bilinen Willy Wonka’nın çikolata tüketmesi bir diş hekimi olan babası tarafından yasaklanır. O da hırsla ileride çikolatanın başkentinde yaşayacağını söyler. Bildiğiniz üzere, kocaman bir çikolata fabrikası açar. Çikolata sen nelere kadirsin! Duyduğum kadarıyla Türk çikolatalarının yapımında süt tozu, İsviçre çikolatalarında ise gerçek süt ve kakao kullanılıyormuş. Lezzet farkı İsviçre Alplerinin ineklerinin sütünden de kaynaklanıyor olabilir. Belki inekleri de bizdekilerden daha kaygısızdır, kim bilir!

Dünyayı kolayca gezebildiğimiz, en fazla diğer Avrupa ülkeleri vatandaşları kadar kaygı duyacağımız güzel ve aydınlık günlerin çok uzakta olmaması dileğiyle.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s