Olimpos’un Öğretileri

ALPARSLAN MİMAROĞLU
BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ YÖNETİM BİLİMLERİ SİSTEMLERİ BÖLÜMÜ’NDEN MEZUNDUR.

Çoğumuz Yunan mitolojisiyle ilk defa ne zaman tanıştığını bilmiyor. Ben de bilmiyorum. Bilmek de mümkün değil büyük ihtimalle. Bir Yunan tragedyasından esinlenmiş film izlemek Yunan mitolojisiyle tanışmak mıdır? “Herkül gibi güçlü” cümlesini ilk kez duyduğunda mı yoksa denizlerin kralının her çizgi filmde Poseidon’un üç uçlu mızrağına sahip olduğunu fark ettiğinde mi tanışmak diyebiliriz? Hesiodos’un Theogonia’yi yazışıyla aramızda iki bin beş yüz yıl olmasına rağmen Yunan mitolojisi popüler kültürde varlığını sürdürmeye devam ediyor. Popüler kültürümüzün o kadar içine işlemiş ki gözümüzü açtığımız anda izlemeye başladığımız çizgi filmlerle başlayıp hayatımızın sonuna kadar gerek marka isimleri gerek filmlerde izlediğimiz karakterler gerekse kendimize anlattığımız hikâyeler olarak Yunan mitolojisi asla yanımızdan ayrılmıyor.

Yunan mitolojisinin bu kadar başarılı olmasını tek bir yazara veya gruba da bağlayamayız. En temel incelemede bile hikâyelerinin birçoğunun birbiriyle çeliştiğini ve tek bir ses tarafından yazılmadıklarını anlayabiliriz. Binlerce yıl boyunca farklı yazarların elinden geçen bu hikâyeler bazen değişti, bazen üstlerine yeni hikâyeler eklendi, bazen de kırpılıp unutuldu. Bu sürecin sonunda, insanlık halini (‘insanlık hali’ni İngilizcedeki ‘human condition’ ifadesinin Türkçesi için kullanıyorum), herhangi birimizin anlatabileceğinden daha güzel gösterebilecek yere, kendimize objektif olarak bakıp kendimizi inceleyebileceğimiz aynalara evrildiler.

Antik Yunan tragedyalarını inceleyecek olursak çoğunun ana kahramanının trajik hataları olduğunu görürüz. Bu hatalar, bir tanrıya gerekli önemi ve alakayı göstermemekle tanrının ana kahramana kızmasından ötürü meydana gelen olaylar silsilesi şeklinde özetlenebilir. Genellikle yarı tanrı veya kral olan ana kahramanın başına gelenleri gördüğümüzde bir insanın iyi bir yerden ne kadar kötü bir noktaya gidebileceğini anlar ve bir rahatlama hissederiz. Bu hikâyeler, kaprisli bir tanrının küçük insanlarla saygısızlıkları sebebiyle oyun oynaması ve onlara gereksiz yere acı çektirmesi olarak da okunabilir. Euripides gibi insanlar bu açıdan bakıldığında şahane tragedyalar yazmış ve dünya edebiyatına çok değerli eserler katmış yazarlardır. Hikâyelerin neyle alakalı olduğunu anlamak için yukarıda yazılanlar mantıklı bir açıklama gibi gözükse de bu hikâyelerin binlerce yıl sonra bizi neden hâlâ etkilediğini, neden bu kadar popüler veya popüler kültürün bu kadar önemli bir parçası olduğunu açıklamıyor. Bu yüzden bu hikâyelere bakarken perspektifimizi genişletip insanlık hakkında ne anlattıklarını anlamamız gerekiyor.

Yunan mitolojisinin bu kadar etkili olmasının en büyük sebebi, Yunan tanrılarının kişilik özelliklerinin her insanın kendi içinde hissettiği duygu ve düşüncelerin kristalleşmiş bir özeti olmasıdır. Bu yaşadıklarımızı farklı parçalara ayırıp ayrı ayrı inceleyebilmemizi sağlıyor. Odysseia’da Odysseus’un problem yaşadığı tanrının Poseidon olması tesadüf değil. Odysseus, ‘sinirli olan’ demek. Başına gelen problemlerin sebebi ise kibri ve sinirinden dolayı Poseidon’un oğlu Polyphemus’un gözünü çıkarmasıyla böbürlenmesi. Denizlerin kızgınlığının ve gücünün karşısında Odysseus’un kibri ve siniri hiçbir şey; fakat deniz bile sakinleşmesini ve dinginleşmesini biliyor. Odysseus’un da hikâye boyunca öğrenmesi gereken bu. Kibrini yutması ve tanrılar tarafından kendisine verilen zekâyı en iyi şekilde kullanabilmesi için sinirini yönetmesi gerekiyor. Hikâyenin sonunda bunları yapabildiği için başarılı oluyor. Kendi evine bir dilenci gibi giriyor ve karısı Penelope ile evlenmek için baskı yapan erkekleri soğuk bir şekilde cezalandırıyor.

İlk evliliği eşini ve ailesini öldürmesiyle sonuçlanan, ikinci evliliğinde karısını aldatan Herakles’in hayatı boyunca evliliğin tanrıçası Hera ile problem yaşaması ve ölümünün aşk tanrıçası Afrodit sebebiyle olması da tesadüf değil. (Günümüzde sık kullanılan Herkül ismi yerine her zaman Herakles’i tercih ediyorum. Kökeni ‘Hera’nın ihtişamı’ olan bir isimde Hera’nın yer alması daha doğru geliyor.) Kendi eşinin ihtiyaçlarını görmemek, aile hayatına gerekli saygıyı göstermemek, kendini kontrol edememek; hiçbir güç ve kuvvetin yıkamayacağı, en zorlu durumdan bile zekâsı ile kurtulabilen, tüm dünyayı sırtlamış Herakles’in sonu oluyor. Koca Herakles bile tanrıları sinirlendirmenin eninde sonunda cezasını çekiyorsa bizim gibi yarı tanrı olmayan faniler tanrılara en üst saygıyı göstermekten başka ne yapabilir ki?

Narsisizm kelimesinin kökü olan Narcissus’un, kendisini çok beğenmesi ve kendisine âşık olan kimseye saygı göstermemesi sonucu Afrodit’i kızdırdığı için tek başına bir su birikintisinde boğulmasının sebebi de bu.

Antik Yunan tanrıları hayatı nasıl yaşamamız gerektiğiyle alakalı bize yol gösteren, herhangi birisinin hayatımızdaki eksikliğinin ya da fazlalığının felaketlere yol açtığı, insanın hem en kötü hem de en iyi özelliklerinin birer özeti. Kendine yapılan haksızlıklara sinirlenmemek de her zaman sinirli olmak da felaket getiriyor. Herakles gibi kontrolsüz yaşamak da Euripides’in Bacchae eserinde kral Pentheus’un yaptığı gibi tüm eğlenceleri yasaklayıp tanrı Dionysos’u kızdırmak da felaket getiriyor. Belki anlaması en kolayı, deliler gibi âşık olmak da herkese kalbini kapatmak da insanın sonunu getiriyor. Yunan mitolojisinin hayatımızın bu kadar önemli bir parçası olması işte tam olarak bu yüzden. Tanrılarda kendi iç dünyamızı, arzularımızı, bizi güçlü kılan özelliklerimizi görüyoruz; ana kahramanlarda ise hatalarımızı, eksiklerimizi ve güçsüzlüğümüzü.

Bu perspektif Yunan mitolojisini incelemek için ayrı bir kapı açarken aynı zamanda hayatımıza da farklı bir perspektiften bakmamızı sağlıyor. Antik eserleri ve hikâyeleri okuyup tanrıların insanlık durumuyla ilgili neyi anlattıklarını ve bizden ne beklediklerini anladıkça kendimize “Ben on iki olimpik tanrıya ne zaman ibadet ettim?”, “Hangi tanrı, kendisine son zamanlarda ibadet etmediğim için bana kızabilir?” ya da “Şu an hayatımdaki sorunları aşmak için hangi tanrıya ibadet etmem gerekiyor?” gibi sorular sorabiliriz. İbadet kelimesinin günümüzdeki ağırlığını üstümüzden atabildiğimiz takdirde bu perspektiften bakmak daha eğlenceli hale gelecektir. Eğer uzun bir ilişkinin içerisindeysek sevgilimizi veya eşimizi mutlu etmek için çaba göstermeyi, birlikte vakit geçirmeyi; eğer bir ilişki içerisinde değilsek insanlarla tanışmayı Afrodit’e ibadet etmek olarak görebiliriz. Müzik ve edebiyatla ilgilenip ruhumuzu doyurmak Apollo’ya, para kazanmaya çalışmak ve sağlığımıza dikkat etmek Hermes’e, çocuklarımızı mutlu etmek veya evlilik yolunda adımlar atmak Hera’ya, ara sıra parti yapmak Dionysos’a ibadet etmek olarak görülebilir. Kim demiş ibadet etmek sıkıcı olmak zorunda diye? Kaderimizi değiştirmek için hayatımızı düzenlemeye çalışmak tanrıların tanrısı Zeus’a ibadet etmek olarak görülebilir.

Tanrıları kızdırmanın nasıl felaketlere yol açabileceğini gördüğümüze ve tanrılara nasıl ibadet edebileceğimizi öğrendiğimize göre sormak istediğim tek soruyu sorayım: Son zamanlarda sen hangi olimpik tanrıyı kızdırıyorsun?

Yorum bırakın