Dünyayı Anlamlandırmada Edebiyatın Yeri: Yazmak Üzerine Yapıtlar

Alkan Özdemir
Boğaziçi Üniversitesi (Yeni) Türk Dili ve Edebiyatı BÖLÜMÜ’NDE yüksek lisans öğrencisidir.

Edebiyat; dil ile yeni dünyalar yaratan yanıyla insanlar için bir kaçış alanı, güvenli bir liman, bir bilgi kaynağı, alternatif bir yaşam deneyimi gibi pek çok şeyi ifade etme potansiyeline sahip. Hatta yapıtlar, yaşamımız boyunca tanık olma fırsatımızın olmadığı binlerce farklı yaşama bizi misafir edebilir, kimi zaman karakterlerle özdeşleşmemizi sağlayarak bizi anlatının bir parçası kılabilir. Böylece uzak dünyaları yakın kılarken empatik deneyimi güçlendirebilir. Edebiyat aynı zamanda insanların dünyayı anlamlandırmada yüzyıllardır başvurduğu en önemli alanlardan biri. Bu yazıda modern edebiyatın önde gelen romancılarının, edebiyatın ve yazmanın büyüsü üzerine kimi kitaplarını tanıtmayı amaçlıyorum.

Kendine Ait Bir Oda (1929) / Virginia Woolf

“Entelektüel özgürlük maddi şeylere bağlıdır. Şiir de entelektüel özgürlüğe bağlıdır. Kadınlarsa hep yoksul olmuşlardır, sadece iki yüz yıldır değil, dünya kurulalı beri. Kadınlar Atinalı kölelerin çocukları kadar bile entelektüel özgürlüğe sahip olmadılar. O zaman kadınların şiir yazmak için en ufak bir şansları yoktu. İşte bu yüzden paranın ve kendine ait bir odanın önemini vurguladım.”

Virginia Woolf, 1928’de Cambridge Üniversitesi’ne yeni yeni kabul edilmeye başlanan kız öğrencilere bir konuşma yapmak üzere davet edilir. Ünlü yazar beklenenin aksine, yalnızca edebiyat üzerine konuşmayarak edebiyatın somut üretim koşullarını ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini çarpıcı bir şekilde tüm konuşması boyunca vurgular. Bu kitabını da bir sonraki yıl bu önemli konuşması üzerine kimi eklemeler-çıkarmalar yaparak hazırlamıştır.

Kendine Ait Bir Oda, değindiği önemli konuların yanında bütünlüklü bir kurguya da sahiptir. Woolf, ilk olarak konuşmasında nelerden bahsedeceğini dile getirir, beklentinin dışında bir konuşma yapacağını açıkça ifade eder. İz bırakan yazarlar ve edebî üretimle sınırlı bir konuşma yapmakla yetinmeyecektir. Sonrasında kendi çalışmalarını, üniversite kütüphanelerinde kadınların yaşam koşullarıyla ilgili yaptığı araştırmaları, kaynak eksikliklerini, benzer araştırmalar sonucunda vardığı yargıları aktarır. Kendi ifadesiyle çıkış noktası şudur: “Neden erkekler şarap içerken kadınlar su içiyorlardı? Cinslerden biri o kadar varlıklıyken öbürü neden yoksuldu? Yoksulluğun kurmaca üzerinde nasıl bir etkisi vardı? Sanat eserleri yaratmanın koşulları nelerdi? Bir anda binlerce soru dikildi karşıma.” Woolf’a göre kadınlar edebî eserler üretmeye uygun koşullara sahip olamamıştır. Erkeklerin bu alandaki görece üstünlüğü ise daima onların lehine olan toplumsal koşullardan ileri gelmektedir. Nitekim Woolf kitabının kalan kısmında kimi öncü kadın yazarlardan bahsederken bu tezine yönelik dayanaklar ortaya koyar.

Kullandığı retorik son derece etkileyicidir. Sıklıkla varsayımlarda bulunarak dinleyicilerini -kitap basıldıktan sonra da okuyucularını- koşullar farklı olsaydı neler olabilirdi sorusu üzerine detaylıca düşünmeye davet eder. Mesela Shakespeare’in o dönemde yaşayan Judith adlı bir kız kardeşi olsaydı Shakespeare ile hangi açılardan yolunun ayrılacağını, önünün toplumsal koşullar tarafından nasıl kesileceğini, geleneksel yargılarla yaşamının nasıl kuşatılacağını örnekler. Bu retoriği, kadın hareketleri on dokuzuncu yüzyılda değil de on altıncı yüzyılda başlasaydı nelerin farklı olabileceğini, kadınların çeşitli meslekleri edinme ve seyahat hakları kısıtlı olmasa edindikleri deneyimlerle neler yazabileceklerini düşündürerek kullanmaya devam eder. Bunlar tamamen hayali ve kurgusal varsayımlar olmakla beraber, Woolf, tarihsel gerçeklikleri yansıtması açısından okurlarını düşünmeye sevk eder.

Kitabın önemli yanlarından bir diğeri, paranın bireyin yaşam koşullarında yarattığı somut değişikliği vurgulamasıdır. Woolf, pembe hayallerden ve “Çok çalışırsanız siz de yapabilirsiniz.” gibi ayağı yere sağlam basmayan ümitlendirici sözlerden uzak durur; tepki çekmeyi göze alarak toplumsal adaletsizliği, kadınlara yönelik ayrımcı tutumu ve kadınların ekonomik olarak erkeklere bağımlı olmasının onları neredeyse her anlamda kısıtladığını vurgular. Ona göre sabit bir gelirin, mal varlığının, paranın ve kendine ait bir yaşamın varlığı başarılı olmak için elzemdir. Kitaptaki para ve oda kavramları, basit ve somut anlamlarının dışında toplumsal, ekonomik, siyasal, kültürel boyutları olan çok daha geniş bir bağlamı işaret eder.

Yazarın toplumsal cinsiyet eşitsizliğini eleştirdiği bu dönemde kadınların kütüphanelere ancak bir başka erkek hocanın eşliğinde ya da tavsiye mektubuyla girebildiklerini, seçme-seçilme haklarını yalnızca kısıtlı olarak kullanabildiklerini, araba kullanma haklarının bile olmadığını hatırlatmakta fayda var. Aynı zamanda Woolf’un konuşmasını yaptığı yıllarda kadın yazarların sayısı da oldukça azdı. Dolayısıyla konuşması, kadınlara verdiği cesaret açısından fazlasıyla önem taşıyordu. Lady Winchilsea ve Aphra Behn gibi, kadınların da önemli edebiyat eserleri üretebileceğini ortaya koyan öncü kadın yazarları anarken çarpıcı bir noktaya daha dikkat çekiyordu Virginia Woolf: Jane Austen’a dek kadınlar edebiyatta sadece erkeklerle sınırlı ilişkileri içinde ele alınmıştı. Ayrı birer birey olarak kendi hayatlarına odaklanılmamıştı. Kendisi, konuşmadan bir yıl sonra yayımlanan Mrs. Dalloway adlıyapıtında da bir kadın karakteri merkeze alarak gördüğü bu eksikliği gidermeye çalışmıştı. Woolf dikkate değer tezleri ve vurguladığı noktalarla basıldığı günden bugüne çok okunan, çok ses getiren bir yapıta imza atmış oldu.

Genç Bir Romancıya Mektuplar (1997) / Mario Vargas Llosa

“Edebiyat aklı ve sağduyuyu çalıştırır; edebî yaratıcılıktaysa bu unsurların yanında sezgiye, duyarlılığa ve tahmine, hatta eleştirel bakışın ağından her fırsatta kurtulmayı başaran şansa bile yer vardır. İşte bu yüzden, yaratıcılık başkasından öğrenilmez; yaratıcı olmanın tek yolu okumak ve yazmaktır. Gerisini insan kendi başına, pes etmeden düşe kalka öğrenir.”

Nobel ödüllü Perulu yazar Mario Vargas Llosa, kurmacadaki başarısının yanı sıra Gustave Flaubert, Gabriel Garcia Marquez, Jean-Paul Sartre, Albert Camus gibi yazarlar üzerine incelemeler kaleme alarak eleştiri alanında da  kendini kanıtlamış bir yazardır. Genç Bir Romancıya Mektuplar’da ise kurmaca okur mektupları üzerinden edebiyatla, yazmakla ve hatta okumakla ilgilenen herkese hitap etmekte.

Yazar kitabın daha ilk sayfalarında yazma tutkusuna sahip bir insanın, bedeninde tenya paraziti taşıyan insanın kendi isteğiyle değil, onun yönlendirmesiyle yemek yemesi gibi engellenemez bir dürtüye sahip olduğunu söylüyor. Ona göre edebiyat, aslında herkesin bir noktada eğilimi olan bir alanken yazarları diğerlerinden ayıran özellikleri, tutkuları ile fikirlerini kelimelerle somutlaştırarak hayali dünyalar yaratabilmeleridir. Şöyle diyor Llosa: “Kuşkumda haklıysam (yanılma olasılığım elbette haklı olma olasılığımdan yüksektir), kadınlar veya erkekler çocukluklarında veya ilk gençliklerinde kişiler, olaylar, anekdotlar ve yaşadıkları dünyadan farklı dünyalar hayal etmek gibi zamansız bir eğilim geliştirirler; daha sonraları edebiyat mesleği diye adlandırılacak şeyin başlangıç noktası işte bu eğilimdir.”

Mektupların her biri romanlarla ilgili anahtar konulara ışık tutuyor. İnandırıcılık unsurunu, üslup, mekân, zaman kullanımını, yazarın gerçek dünyaya bağlılığını ya da düşsel dünyasını ayrıntılarıyla ele alıyor. Bunun yanında çoğu başarılı yazarın yetkin yapıtlar yazmak için kullandığı kimi tekniklere -öykü içinde ikincil karakterlerin kendi öyküleri, okuyucuyla paylaşılmayan ve merak yaratan gizli bilgiler gibi- değiniyor.

Llosa, dersler vererek edebiyatla ilgili bir başvuru kitabı hazırlamaktan ziyade kesin yargılara varmaktan kaçınarak edebiyata ilgi duyan kişilerle fikirlerini paylaşıyor aslında. Tıpkı Virginia Woolf gibi, doğrudan tavsiyeler veren, üstten bakan bir anlayış yerine sorular sorarak, örnekler vererek hitap ettiği kitleyi düşünmeye tevşik ediyor. Kendini okuyucuyla eşit bir noktada konumlandırırken oldukça içten ve samimi bir dil kullanıyor.

Bu nedenlerden ötürü yalnızca yazmaya ilgi duyanların değil, okumayı sevenlerin de çok beğeneceği bir kitap olduğu söylenebilir. Genç Bir Romancıya Mektuplar, okuduğumuz romanların yazarlar tarafından nasıl kurgulandığını, anlatıcı ses, zaman, mekân, karakter gibi anahtar unsurların nasıl yaratıldıklarını, çoğu yazarın başvurduğu anlatım tekniklerini görmek, özetle edebiyatın mutfağına adım atmak için birebir.

Genç Bir Romancının İtirafları (2011) / Umberto Eco          

“Kurmaca karakterlerle ve yaptıkları işlerle özdeşleşebiliriz, çünkü anlatı konusundaki anlaşma uyarınca, onların hikâyesinin olası dünyasında, orası bizim gerçek dünyamızmışçasına yaşamaya başlarız.”

Umberto Eco, kitabını yetmiş yaşındayken kaleme almasına rağmen Genç Bir Romancının İtirafları başlığını özellikle tercih ediyor; çünkü önemli bir yankı uyandıran Gülün Adı adlı ilk romanının yayımlanışı nispeten yeni (!): yaklaşık otuz yıl önce. Kendini umut vaat eden bir romancı olarak niteleyip otuz yıllık edebiyat geçmişine rağmen kendini henüz yolun başında sayıyor. Bu yorumunda olduğu gibi mütevazı tavrı ile mizahi yaklaşımı kitap boyunca kendini hissettiriyor.

Eco, kimi bölümlerde semiyotik açıklamalara ve dil bilgisel konulara değinmesine karşın kuramsal yanı değil, gündelik dili ağır basan bir yapıta imza atıyor. Cervantes, Rabelais, Tolstoy, Proust, Joyce gibi birçok romancıyı anıyor; ancak kitabın temeli, kendisinin nasıl ve hangi yolları kullanarak yazdığına, pek çok ülkede ses getiren romanlarının yazılış öykülerine dayanıyor. Kurmaca-gerçek dünya ayrımı; metnin kendisinin, yazarın ve okurun niyetleri arasındaki farklılıklar, romanlarında kullandığı çeşitli anlatım teknikleri ve listeleme adını verdiği yöntemi kitabın ana hatlarını oluşturuyor.

Cevap aradığı önemli sorulardan biri ise şu: “Asla var olmadığını bildiğimiz bir kişinin kederini derinden paylaşmamızın anlamı nedir?” Roman okurken ya da bir film izlerken karşılaştığımız kurmaca karakterlerin sevinçlerinden, üzüntülerinden, heyecanlarından, kaygılarından, kısacası çok çeşitli duygularından neden bu kadar etkileniriz? Yazar bu soruyu ontoloji (varlık bilimi) ve semiyotik (göstergebilim) üzerinden “büyülenme”, “özdeşleşme” gibi psikolojik kavramlara da değinerek yanıtlamaya çalışıyor.

Yazma Üzerine Sohbetler (2020) / Ursula K. Le Guin

“Hem bilimin hem de şiirin dillerinin bizi, cehaletimize veya sorumsuzluğumuza derman olmayan sonsuz ‘enformasyonu’ salt istiflemekten kurtarmasına ihtiyacımız var.”

Ursula K. Le Guin ile David Naimon’un söyleşisi kurmaca, şiir ve kurmaca dışı başlıkları altında üç ana bölüme ayrılıyor. Le Guin sırasıyla üç ayrı alanda da görüşlerini paylaşırken romanlarından, şiirlerinden ve yaşamdaki ilkelerinden bahsediyor. Aynı zamanda yazarlık atölyeleri de düzenleyen yazar, atölyelerdeki uygulamalarını, yalın yazma çalışmalarını, kelimeler arası ritmin, üslubun önemini, dil işçiliği konusundaki düşüncelerini aktarıyor.

Romanlarının aksine şiirlerinde fantezi ögelerine yer vermediğini, şiir dilini farklı bir bağlamda düşündüğünü söylerken Taoizm ile Budizmin felsefesinden çok etkilendiğini, bunun da şiirlerine büyük ölçüde yansıdığını örneklerle dile getiriyor. Şiirleri, daha çok bireyin dünya üzerindeki yerine odaklanıp yalın dilli özgün imgeleri içeriyor. Ayrıca, Harry Potter kitaplarının yazarı J. K. Rowling’in yıllarca kitaplarını yayımlatamamasına benzer bir hikâyesi olan Le Guin, altı-yedi yıl boyunca hiçbir kitabını bastıramadığı günleri de anlatıyor.    

Le Guin’in önemsediği konuların başında sanatın ticarileştirilmesi geliyor. Buna karşı çıkan yazar, dünyaca üne kavuşan kitaplarına rağmen hayatı boyunca ülkesindeki küçük yayınevleriyle çalışıyor. Aynı zamanda, dilin toplumsal cinsiyeti oluşturan temel ögelerden biri olduğuna inandığı için İngilizcedeki “he” zamiri kadınları da dile getiren şekilde kullanılırken “she”nin böyle bir kapsayıcılıktan yoksun olmasına karşı. Bu nedenle romanlarında “they” zamirini kullanarak cinsiyet temelli vurguları, İngilizcede yaygın olan “he” kullanımını reddediyor. Bunların yanı sıra, hâlâ çocuklara özgü kabul edilebilen fantastik edebiyatın neden önemli ve son derece “ciddi” olduğu hakkında görüşlerini paylaşıyor.

Saf ve Düşünceli Romancı (2010) / Orhan Pamuk        

“Romanlar ikinci hayatlardır.”

Orhan Pamuk Harvard Üniversitesi’ndeki Norton derslerinin ardından burada değindiği konuları yeniden düzenleyerek kitaplaştırıyor. Edebiyatla ilgili çok sayıda önemli noktayı içeren Saf ve Düşünceli Romancı bu şekilde ortaya çıkıyor. Orhan Pamuk’a göre roman yazmak ve okumak “dünyayı kelimelerle görmek ve gördürmek mutluluğu” olduğundan kurmaca dünyaların hangi tekniklerle, nasıl ele alındığını irdeliyor.

Alman edebiyatından Türk edebiyatına, İngiliz edebiyatından Rus edebiyatına, İran edebiyatından İspanyol edebiyatına çok sayıda ülkeden, birçok yazara değiniyor Orhan Pamuk. Roman ve yazar adlarından oluşan bir resmigeçit var adeta. Diğer metinlerle bu denli güçlü şekilde iletişime giren, görüş alışverişinde bulunan, onlara atıf yapan bir metin daha bulmak oldukça zor. T. S. Eliot’un öne çıkardığı “nesnel karşılık”, Antik Yunan’daki “ekphrasis” (kabaca ‘bir resmi tasvir etme’) kavramları, Flaubert’in “doğru kelime” (mot juste) arayışı, postmodernizm, tarihi ve siyasi roman yazımı; kitapta değinilen noktalardan sadece birkaçı.         

Ayrıca, Eco’nun da kitabında vurguladığı gerçek yaşam-kurmaca dünya ayrımına, kimi zaman da aradaki muğlaklıklara değiniyor Orhan Pamuk. Özellikle bazı okurları tarafından Masumiyet Müzesi romanının Kemal karakteriyle özdeşleştirilmesinden yakınırken romanların ne bütünüyle kurgu ne de bütünüyle gerçek olduğunu ekliyor. Müzeler ve romanların ilişkisini ele aldığı bölümde Çukurcuma’daki Masumiyet Müzesi’ni kurma öyküsünü de detaylıca anlatıyor. Aynı adla yayımladığı romanının ardından kurulan müze, kurmaca karakterler üzerine kurulmuş bir müze olmasıyla da ayrı bir öneme sahip. Bunun yanı sıra, özellikle romanlarının oluşum süreci, İstanbul’da on sekiz ile otuz yaşları arasında büyük bir iştahla roman okuyarak geçirdiği yıllar, kullandığı anlatım teknikleri gibi şahsi konulara da önemli bir yer veriyor. Böylece, Nobel ödüllü bir yazarın dünyasına “içeriden” bakma fırsatı elde ediyoruz.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s