Unutulacak Dünler ve Bugünler: Steinbeck’in Rusya Günlüğü

Dr. Erdal Bilgiç
Marmara Üniversitesi İktisat Tarihi Doktora Programı’ndan mezundur.

Bu yazının amacı, John Steinbeck’in 1947 yılında Sovyetler Birliği’ne gerçekleştirdiği gezisinin ardından kaleme aldığı Rusya Günlüğü kitabı üzerinden savaşın yıkıcılığının unutulmamasını sağlamaktır. Savaş, bir yılı aşkın süredir bütün yıkıcılığı ile Ukrayna topraklarında devam ediyor. Savaşın getirdiği ve insanları mecbur ettiği açlık, ölüm, hastalıklar, yaralanmalar, çaresizlikler; gözlerimizin önünde şiddetinden hiçbir şey kaybetmeden sürüyor. Steinbeck, Rusya Günlüğü kitabında aslında tek bir cümle ile “Sovyetler Birliği coğrafyasında yaşayan ve savaş istemeyen insanların gündelik hayatlarında ne kadar da geleceğe umutla bakmak istediklerini” anlatır. Steinbeck’in anılarında yer alan Moskova, Kiev, Stalingrad, Tiflis ve Batum’un insanlarının, kaleme alındıktan yıllar sonra bile gelecekle ilgili kaygılarının değişmediğine şahit olmak gerçekten üzücü. Steinbeck’in bu eseri, Amerika’ya dönüşünden bir sene sonra basıldı. Rusça baskısı ise Gorbaçov döneminin Perestroyka’sını beklemek zorundaydı. Türkçeye Deniz Keskin’in enfes tercümesiyle kazandırıldı ve 2022’nin aralık ayında satışa sunuldu.

Kaynak: https://iletisim.com.tr/kitap/rusya-gunlugu/10285

Steinbeck, Sovyetler Birliği’ne gidip sonradan gözlemlerini aktarabileceği bir gezi düzenlemeye New York’ta müdavimi olduğu bir barda karar verir. Yazarın motivasyonu, bu dünyada bireylerin özgürlüğünden yana ve dürüst insanların ne yapabileceği üzerine olandüşünceleridir. Steinbeck’in aklından bu düşünceler geçerken Amerikan toplumu aslında Stalin’in ne düşündüğünü merak etmektedir. Basın; Sovyet ordusunun savaş planları, askerî manevralar ve tatbikatlar, nükleer silahların durumu ve konuşlanması, güdümlü füze denemeleri hakkında çalkalanmaktadır. İnsanlar, yaklaşan başka bir dünya savaşı hakkında haklı olarak endişeler taşımaktadır. Ancak Steinbeck, toplumdaki bu kaygılardan ziyade Sovyet insanlarının özel hayatlarını ve ritmini merak ediyordu. Kafasını meşgul eden soruların yanıtlarını aramak adına dönemin ünlü savaş fotoğrafçılarından olan yakın arkadaşı Robert Capa’yı[1] ikna etmesi fazla uzun sürmedi ve birlikte gidecekleri Sovyetler Birliği seyahatini büyük bir iştahla planlamaya başladılar. Sovyetlere dair anlatılmayanları dile getirecekler ve Sovyetler’in görünmeyen yüzünü fotoğraflayacaklardı. Ancak birbirlerine söz verdiler; anlatılarda mümkün olduğunca siyasi konulara girmeyeceklerdi. Steinbeck ve fotoğrafçı Capa, seyahatleri neticesinde izlenimlerini aktarmada başarısız olabilirlerdi; ancak akıllarında kalan tarifsiz hikâyelerle Sovyetler’den döneceklerine eminlerdi. Böylelikle konuyu Herald Tribune gazetesinden George Cornish’e açtılar ve maceralarını bastırmayı kabul ettirdiler.

Rusya’ya olumsuz yargılarla gitmek istemeyen Steinbeck ve Capa, yazılarında Sovyetler’i sorgulayan bir üslup kullanmayacaklardı. Gördüklerini yorumlamadan kayda geçirecekler, hakkında yeterince bilgi sahibi olmadıkları konularda kesin hükümlerle Amerikan okuyucusuna aktarım yapmayacaklardı. Bu motivasyon ile hareket eden Steinbeck ve Capa, New York’taki Sovyetler Birliği elçiliğine vize için başvurdular. Ünlü yazar vizesini hemen aldı; ancak fotoğrafçı arkadaşının biraz beklemesi gerekecekti. Steinbeck Sovyetler’in bu tavrına şaşırmıştı. Çünkü ona göre, insanların çektikleri fotoğrafları negatiflerine el koyarak engelleyebilirdiniz. Ancak bir insanın, bir yazarın gördüklerine ve zihnine nasıl ket vurabilirdiniz? Steinbeck’in, Sovyet elçiliğinin neden bir fotoğrafçıya böyle davrandığı konusunda okuyucularını ikna etmesi uzun sürmedi. Sovyetler Birliği, yıkıcılığı ağır bir savaştan yeni çıkmıştı ve yaralarını sarıyordu. Fotoğraf ise bombalarla yerle bir olan bir ülkenin travmalarını canlandırıyordu. Bunun nedeni ise basitti. Her bombalamadan önce bombalanacak bölgenin fotoğrafları çekiliyor ve insanlar bunu biliyordu. Bu nedenle, fotoğraf makinesi savaşın yıkıcı etkisini gösteren, halkın gözünde korkutucu bir nesneydi. İnsanların belleklerinde anıları kaydeden bir aletten çok yıkımın öncüsü olarak yer alıyordu.

Steinbeck ve Capa yola çıkmadan tanıdıklarıyla planlarını paylaştılar. Amerika’da herkes duyduklarının, okuduklarının ve yönlendirilen düşüncelerinin etkisiyle birer Sovyet uzmanı kesilmişti. Tanıdıklarının yargıları kesindi. Ünlü yazar ve fotoğrafçı arkadaşı kesinlikle birer ajan damgası yiyecekler, sorgulanıp ağır işkenceler sonucunda ruhlarını teslim edeceklerdi. Steinbeck haklı olarak acaba Ruslar da biz Amerikalılar için aynısını mı düşünüyor diye sorgulamadan edemiyordu. Steinbeck ve Capa Sovyetlere giderken yanlarında o zamana dek iyice demlenmiş ve derlenmiş bir rivayet arşivini de yanlarında götürdü.

Steinbeck ve Capa, Sovyetler’e Helsinki üzerinden uçarak ulaştılar. Steinbeck’in ilk karşılaştırması, İsveç’in tertemiz, pırıl pırıl uçakları ile Amerikalıların savaştan önce ve savaş sırasında Sovyetler’e sattığı C47 tipi uçaklar hakkındadır. Boyaları dökülen Sovyet uçakları, kırık dökük görünümlerinin altında içinde havalandırması olmayan uçan kafeslerdir. Rus uçaklarında emniyet kemeri yoktur, havada sigara içilmesi yasaktır ve yemek servisi bulunmamaktadır. Rus pilotları ile havalimanında karşılaşan yazarın Ruslara dair ilk izlenimi ise umursamaz olmalarıdır. Rus uçaklarının Rusya coğrafyasında iniş yapmak konusunda herhangi bir sıkıntısı yoktur. Rus coğrafyasının her yeri dümdüz alanlardan oluşmaktadır. Moskova’ya ulaşmak için Leningrad üzerinden aktarma yaparlarken Steinbeck’in Rus kadınlarıyla ilk teması gerçekleşir. Havalimanında bagaj boşaltmada görevli kadınlardan bahseden yazar, kadınların kaslı ve güçlü olduklarının altını çizer. Yazar kuvvetle muhtemel bir kadını başkalarıyla  konuşurken de görmüştür. Çünkü kadının altın dişlerini görünce şu yorumu yapar: “İnsan ağzını bir tür makine parçası gibi gösteren paslanmaz, parıldayan çelik dişleri var!”

Moskova’ya indiklerinde Amerikalı çok bilmiş Sovyet uzmanlarının tahminlerinin aksine, havalimanında kahramanlarımızı karşılayan ya da takibe alan kimse yoktur. O kadar ki havalimanından şehre varmaları ancak Fransız elçiliğinde görev yapan birinin yardımıyla olacaktır. Sovyetler’in kültür alanında dünyada da sözü geçen bir kurum olan VOKS’tan[2] kimsenin gelmemesi Steinbeck’i biraz korkutmuş ve hayal kırıklığına uğratmıştır. Çünkü eğer VOKS’un himayesinde değil, Dış İşleri Bakanlığına akredite olarak gezilerine devam edeceklerse, Moskova’dan başka bir yer görmeleri mümkün olmayacaktır. Steinbeck ve Capa’nın şansına, şehirde görevli olan Amerikalı muhabirler vardır ve onlar bir otel odası bulmalarına yardımcı olur.

Kahramanlarımızın yanında ruble yerine dolar olduğundan sağlıklı bir döviz kuru üzerinden paralarını bozdurmaları gerekmiştir. Resmi kur beş ruble iken Amerikan elçiliğinin kabul ettiği kur bir doların 12 rubleye eşit olduğudur. Ancak doları karaborsa dahil olmak üzere birçok yerde bu kurun üzerinde bozdurmak mümkündür. Moskova’ya varır varmaz açlıktan kırılan Steinbeck ve arkadaşı hemen otelin restoranına iner ve başkentin gündelik hayatına dair ilk gözlemlerini edinmeye başlarlar. İlk olarak, Sovyetler’de insanların yemek yiyebileceği iki farklı restoran türü vardır. İlki karne ile yenen veya daha ucuz ürünlerin bulunduğu restoranlardır. Ancak, yabancıların yoğunlukta olduğu otellerde hiç de ucuz olmayan ama iyi yemeklerin bulunabildiği restoranlar da vardır. Buralarda ise sıkıntı her yerdeki ile aynıdır. Yemek servisleri oldukça uzun sürmektedir. Bürokrasinin tekelci yapısından kaynaklanan bir muhasebe sistemi yemek servislerine de sirayet etmiş ve süreleri uzatmıştır. Otel restoranında özellikle swing müzikleri çalarken insanlar Frank Sinatra parçalarının Rusçası eşliğinde eğlenmektedir.

Steinbeck’in Moskova’ya ilk gelişi 1936 yılıdır. Yazara göre Moskova büyük bir değişim geçirmiştir. Eski Moskova’nın caddeleri dar ve pisken yeni Moskova geniş caddeleri olan, yeni apartmanlarla büyüyen farklı bir kenttir. Savaş yıllarında hava savunmasının mükemmelliğinden dolayı Almanlar Moskova’ya istedikleri zararı verememiştir. Yakın zamanda ise Moskova’nın kuruluşunun 800. yılı kutlanacaktır. Şehirde hummalı bir çalışma vardır. Bütün sokaklarda, caddelerde ve binalarda hummalı bir çalışma içinde süsleme, onarım ve bakım çalışmaları devam etmektedir. Ancak sokaktaki insanlar bütün bu hengâme içinde yorgundur. Kadınlar makyajsızdır, kıyafetleri eskidir ve şık değildir. Erkeklerin çoğu terhis olduğu halde üstlerinde hâlâ eski asker kıyafetlerini apoletsiz ve rütbesiz bir şekilde taşımaktadır. Moskova’nın ruh hali Steinbeck ve Capa’nın orada olduğunu fark edecek durumda değildir. Bırakın takip edilmeyi, belki de hiçbir devlet görevlisi kahramanlarımızın Moskova caddelerini arşınladığını bilmiyordur.

Steinbeck ve Capa, Moskova’ya ulaştıkları günün ertesinde, yapacakları gezilerde fotoğraf çekmek ve kalacakları yerleri ayarlamak için resmî dairelere başvuru yapmak ister. Fakat ikilinin sonradan kendi aralarında “Rus Hamlesi” olarak adlandıracakları bir bürokratik refleksle karşılaşırlar. Hiçbir devlet dairesinde kendileri ile muhatap olacak bir görevli yoktur. Memurlar ya tatildedir ya hastadır ya da görevleri gereği bir yerlere kadar gitmiştir. Dahası, Rus devlet dairelerinde öğleden önce işbaşı yapılmıyordur. Herkes öğleden sonra işbaşı yapmakta ve gece geç saatlere kadar çalışmaktadır. Moskova’da birçok şey aksasa da hemen bulunabilecek ve ulaşılabilecek tek şey sıcak sudur.

Steinbeck ve fotoğrafçısının beklediği cevap birkaç gün sonra nihayetinde gelir. VOKS kurumundan aranırlar ve görüşmek üzere davet edilirler. Böylelikle diğer şehirlere de gidebilecekler, Sovyet hayatının gündelik ritmine şahit olabileceklerdir. VOKS’ta Steinbeck ve Capa’yı Karaganov isimli bir görevli karşılar. Görüşme, bir tanışma faslından ziyade sorgulama gibi geçer. Karaganov’u, Steinbeck’in edebiyatçı kimliği ilgilendirmiyordur. Aklında daha çok Amerikalıların Sovyetler’e saldırıp saldırmayacağı vardır. Steinbeck ise doğal olarak aynı meraklı sorulara Amerikalılar tarafından da cevap arandığını söyler. Arkasından ise şu yorumu yapar: “Rus yazarlara Rus devletinin iyi olduğu, yazarın vazifesinin devleti hep ileriye taşımak olduğu ve onu her halükârda desteklemek zorunda olduğu öğretiliyor.” Steinbeck’e göre Amerikalılar ve İngilizler’de durum bunun tersidir. Kimsenin yazarlara bir şey öğretemeyeceği, yazarların ortak olarak devletin her türlüsünün bir miktar tehlikeli olduğunu sezdikleri herkes tarafından bilir. Karaganov ile görüşme neticesinde Steinbeck ve Capa gereken izinleri alır ve yanlarına Svetlana isimli İngilizcesi oldukça iyi olan bir tercüman verilir.

Steinbeck ve Capa, gezinin ilerleyen kısımlarında yanlarına verilecek olan diğer tercümana yaptıkları gibi, bir kelime oyunuyla Svetlana’yı Sweet Lana olarak çağırmaya başlarlar. MGU’da Amerikan Edebiyatı yüksek lisans öğrencisi olan Svetlana, aslında ketum biridir. Ancak, Steinbeck ve Capa’yı gezdirmekten büyük bir zevk almış ve ikiliyle beraber oldukça eğlenmiştir. Steinbeck’in Moskova’daki kadınlara dair bazı tespitleri belki de insanlarda savaş sonrasında oluşan travmalardan kaynaklanmaktadır. Yazara göre, Moskovalı kadınlar yeni bir ahlak anlayışı üretmişlerdir. Bu ahlak anlayışına göre, iyi kadınlar kulüplere gitmez, sigara içmez, oje sürmez, içki içmez, edepli giyinir. Svetlana ile beraber gittikleri Lenin müzesinde Steinbeck enteresan bir tespit yapar. Lenin, sanki hayatı boyunca her şeyi saklamış, tek bir çöp bile atmamıştır. Müzede devrimin liderinin hayatındaki her anına şahit olmak mümkündür; ancak Lenin’in gülen yüzünü gösterecek ne bir fotoğrafı ne de bir resmi vardır. Diğer yandan, Troçki sanki hiç var olmamış, devrime hiç katkı sunmamış gibidir. Troçki’nin izleri Sovyetler’in tarihinden ustalıkla silinmiştir. Moskova sokaklarını arşınlarken Capa sık sık fotoğraf çeker. Lakin sürekli polis tarafından durdurulmakta olan ikiliye izin belgeleri sorulmaktadır. Steinbeck ve Capa’ya asıl vakit kaybettiren şey, sürekli durdurulmalarından ziyade, polislerindevamlı olarak üstlerine danışma gereği duymalarıdır. Memurların hiçbiri herhangi bir soruya evet ya da hayır dememektedir. İhtiyaçları olan tek şey üstlerine sorup onaylarını almaktır.

Moskova’daki ortalama bir Rus’un önemli gıda maddeleri ekmek, lahana ve patatestir. Karneli satış yapan mağazalarda bu ürünleri genelde ucuz yollu bulmak mümkündür. Kıyafetlerin satıldığı mağazalardaki kumaşlar ise genelde kalitesizdir. İkinci el ve karaborsa ürünler de bulmak mümkündür. Mağazalar genelde doludur ancak alışveriş yapanlar azdır. Mağazaları dolduran Rusların en çok sevdiği şey ise yeni bir şeyler alan insanları seyretmektir. Moskova’da kıymetli olan diğer şeyler ise arabalar ve şoförlerdir. Şoförlerin canını sıkmamak gerekir, yoksa gideceğiniz yol her halükârda uzayacaktır.

Steinbeck ve Capa’nın bir sonraki durağı, savaşın yaralarının henüz sarılmadığı Kiev’dir. Bu sefer yanlarında Hmarsky isimli ama Humor Sky dedikleri bir tercümanları vardır. Havalimanında gördükleri Stalin fotoğrafları için Steinbeck şöyle düşünür: “Ruslar Çar döneminden bu yana devlet liderlerinin fotoğraflarını asmaya alışkındır, ya da Ruslar ikon asmaya alışık olduklarından Sovyet rejiminde ikonların yerini devlet başkanlarının fotoğrafları almıştır, ya da Ruslar Stalin’i çok sevmektedirler.” Ukraynalılar, kahramanlarımızı Kiev havalimanında karşılarlar. Steinbeck’in daha ilk görüşte kanı bu güleç yüzlü insanlara kaynamıştır. Ukraynalılar açık yürekli, güler yüzlü, rahat ve içtendir. İri kıyım olan Ukraynalılar mavi gözlüdür. Ayrıca kadınları çok güzeldir. Steinbeck, Moskova’da bulamadığı sıcak ortamı daha havalimanı çıkışında Kiev’de bulmuştur. Ukraynalılar Moskova’daki Ruslardan daha iyi giyimlidir. Ukraynalıların dillerindeki tarımla  alakalı sözcüklerin tamamı Macarcadan alınmadır. Ayrıca dilleri Rusçaya değil Çekçeye daha yakındır.

VOKS’un Ukraynalı üyeleri, Amerika konusunda Moskova’daki meslektaşlarından daha meraklıdır. Steinbeck’e yakın ilgi gösterip birçok soru sorarlar. Ukraynalıların soruları daha derin konuları içerdiğinden Steinbeck ve Capa cevapların çoğunu bilmedikleri için yanıt veremezler. Çünkü onların da Amerika’ya dair anlamadıkları mevzular vardır.

Steinbeck’in Ukraynalılar ile sohbetlerinde ilgisini çeken konu, Ukraynalı yazarların atom bombasından korkmadıklarının altını birkaç defa çizmeleridir. Atom bombası ancak şehirleri yıkabilir. Zaten Ukrayna’nın şehirleri yerle bir olmuştur. İşgalin ne demek olduğunu bildiklerinden, Amerikalıların ülkelerini işgal etme ihtimalini önemsemezler. Eğer işgal olursa yine aynı şekilde direnecek cevap vereceklerdir. Karın içinde, ormanlarda, tarlalarda vatanlarını savunacaklardır. Ancak Ukraynalılar, Steinbeck ve arkadaşına Amerika’nın bir işgal hareketine hazırlanıp hazırlanmadığını, atom bombası kullanmaya niyetlerinin olup olmadığını sormaktan kendilerini alamazlar. Öte yandan Ukraynalılar, Stalin’in herhangi bir savaşta asla atom bombası kullanmayacakları sözüne çok güvenmektedir.

Steinbeck Kiev’de her türlü makinenin parçalanmış veya götürülmüş olduğunu tespit eder. Tarih boyunca Ukrayna birçok kez işgale uğramıştır ancak Almanlar kadar cani olanıyla karşılaşmamıştır. Ukraynalılar şehirlerini, ülkelerini, evlerini, iş yerlerini yeni baştan kol gücüyle inşa etmektedir. Ukraynalılar ülkelerini yeniden ayağa kaldırırken bir yandan da Sovyet coğrafyasının tahıl ambarı oldukları için bütün bir ülkeyi beslemekle yükümlüdür. Bu nedenle, inşa süreci devam ederken bir yandan da gıda üretmeye devam ediyorlardı. Akıllarında sadece gelecek vardı. Çiftçinin karnını yarmışlar, içinden kırk yıl çıkmış misali Ukraynalılar da hep gelecek yıllardan bahsediyordu. Sadece onlar değil, bütün Sovyetler enerjisini umuttan alıyordu.

Kiev’de Steinbeck ve arkadaşı şehrin sirkindeki bir gösteriye katılır. Sovyetler’in hemen her şehrinde bir sirk bulunuyordu. Sirkin gösterilerinden birinde palyaçolar Amerikalı taklidi yapıp insanları güldürüyordu. Palyaçolardan kadın olanı zengin bir Chicagolu’yu canlandırıyordu. Sirkteki eğlenceli gösterilerin ardından Kiev’deki bir gece kulübüne giden kahramanlarımız yerel müziklerin yanında Rusça, Gürcüce, Ukraynaca şarkılar eşliğinde doyasıya dans eder, kadehlerini barış için kaldırırlar. Burada Steinbeck Moskova’da kötü şarkı taklitlerinden kurtulduklarını ima etmektedir.

Steinbeck ve Capa, Ukrayna’da birkaç köyü ziyaret edip kırsalın yaşam ritmine tanık oldular. Şevçenko ismi verilen köylerde Steinbeck’in ilk dikkatini çeken şey, insanların ve evlerin tertemiz oluşudur. İkincisi, birçok insanın savaş nedeniyle uzuvlarını kaybetmiş olmasıdır. Buna rağmen Ukraynalılar yaşama sevincinden bir şey kaybetmemiştir. Sürekli şakalar yapıp şarkılar söylemektedirler. Tarlalarda herkes yalın ayaktır. Çünkü savaş sonrası ayakkabı üretimi henüz istenilen seviyede değildir. Ayakkabı lüks bir üründür. Ancak yine de köylülerin neşeleri yerindedir çünkü 1941’den beri ilk defa hasat bu kadar iyidir. Biraz vakit geçtikten ve köylüler tarlalardaki işlerini bitirdikten sonra, misafirleri kimin konuk edeceğine dair aralarında bir yarış başlar. Misafir oldukları evde kalabalıktırlar. Köylülerin Amerika ve Amerikalılara dair kafalarında bir sürü soru vardır. Steinbeck kendi sorularından önce köylüler tarafından sıkı ama neşeli bir sorguya çekilir. Şevçenko iki köyünde de Steinbeck savaşın yıkıcı izlerine şahit olur. Köyde neredeyse uzvunu ve yakınlarını kaybetmemiş birisi yoktur. Bu köyde Amerikalı misafirlerin şerefine köy sahnesinde bir piyes oynanır. Oyun, genç kızlık hayallerinin peşinde koşmak için büyük şehirlere gitmek isteyen köyün tembel kızının piyesin sonunda akıllanmasını, sosyalist ekonominin önemini kavrayıp çalışkan ve üretken biri haline gelmesini anlatmaktadır. Ancak bu sefer oyunun ritmini Capa’nın çektiği fotoğraflar bozar. Oyuncular fotoğrafları çekilince bir anda konsantrasyonlarını kaybeder, repliklerini unuturlar ve bir curcuna başlar. Ama utanılacak, üzülecek bir şey yoktur çünkü köylüler bu oyunu zaten sıkılıncaya kadar tekrar tekrar görmüşlerdir. Oyunun ritminin bozulması, ortaya herkesin eğlendiği bir kurgu çıkarır ve buna neden olan bir fotoğraf makinesidir.

Kiev’e geri döndüklerinde VOKS üyeleri ile konuşmalarında Steinbeck Sovyetler’in ünlü piyes, şiir ve roman yazarı Simonov’un[3] yeni bir oyun sahnelemek üzere olduğunu öğrenir. Simonov üretken biridir ve savaş yıllarında cephede bulunmuştur. Savaş yıllarında karısına yazdığı “Bekle Beni” isimli şiiri hâlâ Rus ve Ukrayna coğrafyasını etkileyen bir başyapıttır. Simonov yeni oyununda Amerikalı bir muhabiri konu almaktadır. Zamanın ünlü ve zengin bir ismi, Sovyetler’e gidip muhabirden gezi notlarından oluşacak bir metin ortaya koymasını ister. Ancak metin, kapitalist hınzırın istediği şekliyle Sovyetler’i kötüleyecek ve insanların bu sistemden uzaklaşmasını sağlayacak şekilde hazırlanmalıdır. Muhabir Sovyetler’i gezer, notlar alır; ama sistemi kötüleyecek ya da Rusların Amerika’ya saldırmaya hazırlandığını düşündürecek herhangi bir şey görmez. Patronun talebi, Rusların savaş istediği yönündeki telkinleri işe yaramaz, muhabir kendi gözlemlerini aynen aktarır ve vaat edilen refaha ulaşamaz.

Steinbeck ve Capa’nın bir sonraki durağı, savaşın en yıkıcı anlarına şahit olmuş Stalingrad’dır.[4] Sovyet coğrafyasının birçok şehri bombalar altında ezilmişti ama hiçbiri Stalingrad gibi roketler ve topçu ateşleriyle yerle bir edilmemişti. Savaşın ardından geçen iki senede henüz yaralar sarılmış değildi. Stalingrad bir enkaz denizini andırıyordu. Yine de Stalingradlılar şehirlerini terk etmemişlerdi. Şehrin içindeki enkazlarda, deliklerde, kilerlerde yaşıyorlardı. Steinbeck ve Capa, Stalingrad’da Sovyetler maceralarındaki en etkili sahneye tanık oldular. Yirminci yüzyılda yaşamayı reddeden, aklını yitirmiş ufak bir kız çocuğu, bahsi geçen deliklerden birinde yaşıyor ve çöplerden besleniyordu. Capa hemen fotoğraf makinesine sarıldı ve bu üzücü sahneleri sonsuzluğa kazımak için deklanşöre bastı. Ne var ki, Moskova’dan ayrılırlarken Sovyet yetkililer özellikle bu fotoğrafa el koydular. Fotoğraf albümleri, Rus günlük hayatında önemli yerini korumaya hâlâ devam eder. Ruslar anı biriktirmeyi ve onları özlemle yad etmeyi severler. Fotoğraf albümleri eve gelen misafirlere övünçle gösterilen ve anlatılan hikâyelerle doludur. Steinbeck, Stalingrad yıkıntıları arasında yaşayan bir aileyle bu tecrübeyi yaşar. Aile yazarla tanışınca yıkıntıların arasından fotoğraf albümlerini çıkararak savaşın etkilerini anlatmaya koyulur. Aile, savaş koşulları sürse de  anılarının silinmesine müsaade etmemiştir. Steinbeck’e göre Stalingrad’a Sovyet yönetimi tarafından sürekli olarak payeler veriliyordu. Ama şehrin ihtiyacı olan yeni bir madalya değil, buldozerlerdi. Stalingradlılar şehirlerini yeniden inşa etmek istiyorlardı.

Steinbeck ve Capa, Stalingrad’dan sonra Rusların gözünde rüya gibi bir anlatısı olan Tiflis ve Batum’a doğru yola çıkar. Gürcistan, Rusların dilinde sihirli bir kelimedir. Gürcistan’a gıpta etmeyen neredeyse yok gibidir. Steinbeck’in aktardığına göre, iyi bir insan olarak vefat edenlerin cennet yerine Gürcistan’a gönderileceklerine dair şakalar bile yapılmaktadır. Gürcistan’dan bu şekilde övgüyle bahsedilmesinin sebepleri arasında meyvenin bol, ikliminin ılıman olması, plajlarının ve doğasının tadına doyulmaz olması ve tabii ki Stalin’in Gürcü olması etkili olmuş olabilir. Steinbeck bütün bunlara bir ek yapar, Gürcistan’da bütün erkekler bıyıklı, kadınlar ise çok güzeldir.

Tiflis’teki insanlar diğer Rus şehirlerindeki insanlardan daha iyi giyimli, daha bakımlı ve neşelidir. VOKS’un şehirde geniş bir örgütlenmesi vardır. Tiflis’e çok ziyaretçi ve turist gelmektedir. Tiflis’in başka bir özelliği, şehirde çok sayıda kilisenin yer alması; ama şehrin bir o kadar da engin bir hoşgörüye sahip olmasıdır. Fotoğrafçı Capa ilginç bir yorumla Steinbeck’e katkıda bulunur. Capa’ya göre, Sovyetler’de kilisenin yerini müze almıştır. Aynı Kiev’de olduğu gibi Tiflis’te de insanlar futbolu çok sevmektedir. Tiflis İşçiler Parkı’nda şahit oldukları bir olay Sovyet coğrafyasının makineleşmeye ne kadar önem verdiğini göstermektedir. Parkın içinde tamamını çocukların işlettiği bir tren çalışmaktadır. Makinistinden biletçisine bütün çalışanlar çocuktur. Çünkü her Gürcü için demiryollarında görev almak bir şereftir. Tiflis’teki VOKS üyeleri ile koyu bir sohbet ortamında birçok yemekli davete katılırlar. Steinbeck’e göre, Sovyet yazarlarının misyonu, sistemi ileri taşımak için ellerinden geleni yapmaktır. Ama Amerikalı ve İngiliz yazarların kendilerine biçtikleri böyle bir misyon yoktur. Yazarlar bu toplumlarda herkesi göz altında tutan bir bekçidir. Ama mantalite olarak bir ziyaretçi Amerika’ya gelse, hemen ulusun neler başardığını anlatan binalara, yapılara götürülür. Rusya’da ise misafirlere ilk olarak müzeler ve kültür evleri gösterilir.

Steinbeck’in Gürcistan’da hayran olduğu ikinci yer plajları, çay bahçeleri ve yemekleriyle Batum’dur. Steinbeck, çay bahçelerinde Ukraynalı yetimleri görür. Tercümanları vasıtasıyla köylülerle konuşur. Gürcistan’ın vakur emekçileri, Ukraynalı yetimlere sahip çıkmalarının bir borç, savaş gören yerlere bir vefa göstergesi olduğunu söyler. Bu sırada Steinbeck, bitmek tükenmek bilmeyen yemek ikramlarından ötürü, Rusya’nın gizli silahının yabancı misafirlere yapılan ikramlar olduğunu söyler. Steinbeck’e göre Gürcüler isteseler de sıkıcı olamazlar. Ruhlarındaki bireysellik buna asla izin vermez. Steinbeck ve Capa, Tiflis’ten dönerken uçaklarını kaçırırlar. Bir sonraki uçak, eğer kabul ederlerse, Türkiye’den Moskova’nın 800. yıl kutlama törenlerine gitmek için gelen diplomatik bir heyetindir. Steinbeck her nedense burada gurur yaparak Türk heyetinin yüzüne söylemese de içinden “Yüce devletlerindeki demokrasiyi korumak için Amerikalı vergi mükelleflerinin ödedikleri vergilerden finanse edildiğini unutmamaları gerekir” diye geçirir.

Steinbeck ve Capa arada dil bariyeri olsa da Sovyet coğrafyasında unutulmaz anlar geçirerek Moskova’dan ayrılırlar. Dönüşlerinden önce Moskova VOKS üyeleri tarafından kendileri için düzenlenen bir yemeğe katılırlar. Yemekte Rus yazarlar Steinbeck’ten hakikatin görünmeyen yüzleri olduğunu unutmamasını isterler. Sovyetler ve Amerika arasındaki iyi ilişkiler ancak hakikatin değişik yüzlerini anlamakla mümkün olacaktı. Steinbeck ise bu hakikati kitabının sonunda şöyle dile getirir: “Rusya’da tanıştığım insanlar savaştan nefret ediyorlar, başka insanlar ne istiyorlarsa onlar da onu istiyor. Daha iyi, daha rahat, daha güvenli ve barış içinde yaşamak!”


[1] Robert Capa Macaristan doğumlu dünyaca ünlü savaş fotoğrafçısıdır. İspanya İç Savaşı, İkinci Dünya Savaşı, Arap-İsrail Savaşlarında görev yapmıştır. 1954 yılında Vietnam’ın Fransız işgali sırasında mayına basarak hayatını kaybetmiştir.

[2] VOKS Sovyetler Birliği’nde 1925 yılında yurt dışı ile kültürel bağları kuvvetlendirmek ve Sovyet kültürünü tanıtmak üzere kurulan kurumdur. VOKS’un Türkiye ile olan ilişkileri konu eden Raşit Tacibayev’in Kızıl Meydan’dan Taksime (Truva Yayınları) ve Antonina Sverçeskaya’nın Türkiye-Sovyetler Kültürel İlişkiler 1925-1981 başlıklı kitapları bulunmaktadır. VOKS Steinbeck ve Capa’ya yardımcı olduğu gibi Türkiye’den Sovyetler’i ziyarete giden Aziz Nesin ve Yaşar Kemal gibi yazarlara da tercüman temin etmiştir.

[3] Konstantin Mihayloviç Simonov.

[4] Şehir Rusya Federasyonu kurulunca Volgograd adını almıştır.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s