Machiavelli ve Hobbes’a Göre Siyasetin Alanı

B. Caner Şafak
Ankara Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde yüksek lisans öğrencisidir.

Bu yazıda, siyaset felsefesi ve siyaset biliminin kurucu sayılabilecek metinlerini ortaya koyan Machiavelli ve Hobbes’un siyaset anlayışlarını, meşruluk ve egemenlik gibi kavramlar etrafında karşılaştırarak ele almaya çalışacağım. Yazıda derinlemesine bir çözümleme veya yorumlama yapmaktan ziyade siyaset ile temel düzeyde ilgilenen okuyucu için genel bir çerçeve çizmeye çalışacağım.

Machiavelli’ye göre siyaset biliminin konusu, olması gerekeni tasarlamak değil, olanı yani siyasal olguları incelemektir. Machiavelli, siyasal olguları da iktidarın kazanılması ve korunması şeklinde anlamlandırır. Dolayısıyla siyasetin konusu, normatif olmaktan çıkmış; stratejik ve teknik bir konu haline gelmiştir. Hem dinsel dogmaları hem de geleneksel ahlaki değerleri, siyasetin alanı dışına çıkarmıştır. Hobbes da benzer şekilde dinsel savların, siyasal alanla ilgili değerlendirmelerin dışında olması gerektiğini söyleyerek felsefe/bilim ile teoloji arasına bir sınır koyar.

Yani her iki düşünür de görüşlerini laik savlar üzerine geliştirmişlerdir. Ve her iki düşünür de bize rasyonel bir insan portresi çizerler. Machiavelli; insanın doğası gereği kötü olduğunu, sürekli bir elde etme isteği ve sahiplenme güdüsü tarafından yönlendirildiğini söyler. Yani insan, sahip olduklarıyla yetinmez ve her zaman elde etme tutkusu ile davranır. Her insan, diğerinin önünde bir engel teşkil eder ve ona göre kötüdür. Dolayısıyla insan hırsının bir sınırının olmaması bireysel istekler ile çıkarların çatışmasına yol açar.

Machiavelli, “Birileri elde etmek isterken, diğerleri elde ettiklerini yitirmekten korkarlar” der ve “Her insan, elindekini yeni şeyler elde ederek korumayı düşünür” diye ekler. Hobbes’a göre de insan, varlığını sürdürebilmek için kendine zararlı olan şeylerden uzaklaşıp yararlı olan şeylere ulaşmaya çabalayan bencil bir varlıktır. Her iki düşünür için de insanlar, kendi yararları peşinde koşarlar.

Machiavelli’ye göre insanlar, sürekli daha fazla iktidar peşinde koşarlar, dolayısıyla sürekli bir iktidar mücadelesi içindedirler ve bu durum siyasal alan için de geçerlidir. Siyaset; siyasal aktörlerin, siyasal iktidarı ele geçirme veya koruma amacıyla birbirleriyle giriştikleri bir iktidar mücadelesidir.

Thomas Hobbes’un Leviathan adlı kitabının ön yüzü, Abraham Bosse tarafından çizilmiştir. (Kaynak: Wikimedia)

Hobbes’a göre de insanın doğasından kaynaklanan bu özellikler, henüz bir egemenin var olmadığı doğa durumunda sürekli bir belirsizliğe, çatışmaya ve şiddete yol açacaktır. Hobbes, bir savaş durumu olan doğa durumunu “homo homini lupus” (insan, insanın kurdudur) şeklinde betimler. Bir egemenin var olmadığı bu durumda; insanın sınırsız güç isteği içinde oluşu, insanın varlığını yok eden bir tehlikeye dönüşür. Dolayısıyla, en temel güvence olan yaşam güvencesinin olmadığı bu doğal savaş durumundan çıkmak insanların yararınadır ve insanların aklını kullanarak barışı aramaları gerekir. Herkes, her istediğini yaptığı sürece savaş durumu ortaya çıkacağı için tüm insanların haklarından feragat etmeleri gerekir. İnsanlar doğal haklarından vazgeçerek aralarında bir sözleşme yaparlar ve haklarını egemene devrederler. Böylece çokluk, tek bir kişide birleşmiş olur, devlet (commenwealth) yani ölümlü tanrı olan Leviathan doğar.

Hobbes’un kuramındaki doğa durumu ve sözleşme, tarihsel değil kurgusal bir niteliktedir. Hobbes, “Kılıcın zoru olmadan, sözleşmeler sözlerden ibarettir ve insanı güvence altına almaya yetmez” diyerek zorlayıcı bir güç olmadan toplum sözleşmesinin bir hükmü olmayacağını ifade eder. Machiavelli de benzer şekilde bütün silahlı peygamberler galip gelirken silahsızların yıkıma uğradığını söyleyerek güç kullanılmadığı takdirde kötü bir sonla karşılaşılacağını ve hiçbir şey gerçekleştirilemeyeceğini ifade eder.  Bu durumu,“Musa, Kyros, Theseus, Romulus silahsız olsalardı yasalarına uzun süre saygı gösterilmesini sağlayamazlardı” diyerek örneklendirir.

Machiavelli’ye göre, salt kendilerini düşünen ve kötülüğe eğilimli olan “insan doğası”ndan dolayı insanlar ancak virtu sahibi bir egemen tarafından kurucu şiddet kullanılarak ortak bir amaç doğrultusunda harekete geçirilebilir ve zorunluluk içine sokulabilir. Machiavelli; mücadele etmenin insanlara özgü yasa ve hayvanlara özgü güç olmak üzere iki yolu olduğunu ve egemenin başarılı olmak için ikisini de kullanması gerektiğini söyler. Prensin “tuzakları tanımak için tilki, kurtları korkutmak için de aslan” olması gerektiği söyler; yani siyasal öznenin kaba güç kullanması yetmez, aynı zamanda kurnaz olması da gereklidir.

Hobbes; vazgeçilmez, mutlak ve bölünmez bir egemenlik olması gerektiğini söyler. Egemen, sözleşmeye taraf olmadığından sözleşmeyi ihlal edip egemenlikten vazgeçemez. Yönetim biçimi ne olursa olsun, tek yasa koyucu güç egemen olmalıdır. Dolayısıyla insanları yasaya uymaya zorlayan, mutlak egemen güçtür; egemen, devredilemeyen ve vazgeçilemeyen yetkilerle donatılmış olmalıdır. Egemen, auctoritas ve potestas’ı elinde bulundurur. Temsil edilenler, egemeni kendileri hakkında karar alma konusunda yetkilendirmişlerdir; halkın iradesi, egemenin iradesi şeklinde vücut bulur, yani egemenin kişiliği ile halkın kişiliği özdeştir. Bu yüzden egemen, meşruluğunu halktan alır diyebiliriz.

Machiavelli ise meşruluğu iktidarı elde etme ve koruma olgusu içinde değerlendirir. İktidarı ele geçirmek ve korumak maksadıyla gerçekleştirilen eylem, başarıya ulaşırsa meşru olur. Machiavelli, Hobbes’tan farklı olarak yurttaşları siyasal yaşamın kurucu öğeleri olarak değil prensin iradesine bağımlı bir topluluk olarak görür. Yönetimin amacı; halkın esenliği değil, devletin istikrarı ve düzenin devamıdır. Bununla birlikte Machiavelli, istikrarlı bir yönetim için yurttaşların desteğini almak gerektiğini de yadsımaz.

Hobbes’ta ise halkın güvenliği, adaletin eşit bir biçimde sağlanması, halkın eğitimi ve kamu esenliğinin sağlanması egemenin görevidir. Bunun yanında, Hobbes’a göre uyruğun özgürlüğü, egemenin yasaklamamış olduğu şeylerdir. Machiavelli ile benzer şekilde özgürlük, devletlerin yani egemenin özgürlüğü anlamına gelir. Son olarak Hobbes, ruhani iktidar ile dünyevi iktidar arasına bir ayrım koymaz; ruhani olanın tamamen dünyevi olanın egemenliği altında olması gerektiğini söyler. Aynı şekilde Machiavelli de dini siyasetin hizmetine sokar; dini siyasal bir araç olarak görür (Machiavelli burada “din”i teolojik anlamının dışında sosyolojik bir öğe olarak kullanıyor).

Tüm yazdıklarımızı irdeleyecek olursak diyebiliriz ki, her iki düşünürde de sarsılmaz, kalıcı ve sınırsız bir güce sahip olan siyasal iktidarın amacı; özel çıkarları bastırarak, zor kullanarak güvenliği, adaleti, esenliği, eğitimi vb. sağlayarak genel iyiye ulaşmaktır. Bununla birlikte devlet, yasalarla işlemelidir; “hukuk devleti”nden söz edemesek de bir yasa devletinden söz edilebilir. Egemenliğin kaynağını tanrısal haklara gönderme yapmadan açıklamaları da son derece önemli bir gelişmedir. Böylece devletin laik bir temele oturtulmasıyla sürekli, kalıcı ve kurumsallaşmış egemenliğin yani modern devletin temelleri atılmıştır.

Kaynaklar

Ağaoğulları, M.A. (2018), Sokrates’ten Jakobenlere Batı’da Siyasal Düşünceler, İstanbul: İletişim Yayıncılık.

Hobbes, T. (2019), Leviathan, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Machıavelli, N. (2018), Prens, İstanbul: Can Sanat Yayınları.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s