19 Mayıs’ta Atatürk’ü Anmak

Editöryel Yazı

Türkiye’de 14 Mayıs 2023 günü gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı ve yeni dönem TBMM seçimleri sonrası, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının iradesiyle seçimler, 28 Mayıs 2023 gününe ertelenmiştir. Bu seçime kadar Yarının Kültürü olarak seçim sürecinin sağlıklı bir şekilde tamamlanması amacıyla bu hafta, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı‘mızı, Atatürk’ümüzün çeşitli hatıralarıyla kutlarken, önümüzdeki hafta da Türkiye’yi direkt ilgilendirmeyen bir konu ile tamamlayacağız. Seçim değerlendirmelerimiz ise Haziran ayı itibariyle başlayacaktır. İlginize teşekkür ederiz. Tekraren,

19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’mız kutlu olsun!


Yarının Adamı Olmak

Mustafa Kemal, Çerkezlerin oturduğu Kutaytara’nın doğusundaki köye gitti. Çerkezler onu ve yanındakileri soygunculardan sanarak iyi karşılamadılar. Bir müddet sonra anladılar ki, bunlar dertlerini dinlemeye, kendilerine iyilik yapmaya gelmişlerdir, hemen anlaştılar. Köy ileri gelenlerinden biri dedi ki:

“Siz ne derseniz yaparız. Fakat bizi ezen devletin istediğini yapmayız.”

Bir gün bu köye hücum eden bir kolağasıyla kuvvetlerini köylüler kuşatmışlar, öldürmek üzereydiler. Mustafa Kemal biraz arkadaydı. Tam zamanında yetişti. Köylüler onu görünce etrafını sardılar, kolağasını ona bağışladılar. Birlik başındakiler yine bir hayli para toplamışlardı. Mustafa Kemal’e de bir hisse vermek istiyorlardı. Onun için ya şerefli gelecek zamanlara doğru yükselerek gitmek veya o yaşta para uğruna lekelenmek vardı. Maddi çıkarlar karşısında küçülenlerden büyük yetişmez. Mustafa Kemal kararını vermişti. Vurgundan pay alıp almamakta tereddüt eden bir arkadaşına sordu:

“Bugünün adamı mı olmak istiyorsun, yoksa yarının mı?”

“Elbette yarının adamı olmak isterim.”

“Öyleyse hisse alamazsın, ben de almadım ve alamam.”

O sırada alayında bulunanlara da şöyle seslenmişti:

“Arkadaşlar, ben namuslu askerim. Benimle arkadaş olmak isteyenlerin de namuslu olmaları gerekir.”

Falih Rıfkı Atay, Babamız Atatürk, İstanbul 1966, s. 18-19.

Kaynak: https://www.yenicaggazetesi.com.tr/d/other/5f368d87ae298b57f95d4757.jpg

Düşmanın Önünden Düşman Gibi Geçmek İsterim!

Atatürk bir torpido ile seyahat ediyordu. Gece olmuş ve geminin bütün ışıkları yakılmıştı. Bir adanın önünden geçerken Atatürk, gemi süvarisini çağırdı ve ona şu emri verdi:

“Geminin bütün ışıklarını söndürünüz.” Emrin niteliğini kavrayamayan kaptan:

“Aman Atatürk’üm, bu ancak savaş ilan edilmiş memleketlere karşı yapılmaz mı?” diye karşılık verince,  koca Atatürk gürleyiverdi:

“Bilmiyor mu zannediyorsun? Sana verdiğim emri yap. Düşmanın önünden düşman gibi geçmek isterim.” Geminin ışıkları hemen söndürülmüştü. (Faik Türkmen’den alınmıştır.)

Hilmi Yücebaş, Atatürk’ten Nükteler, Fıkralar ve Hatıraları, Kültür Kitabevi, İstanbul 1973, s. 65.

Fikirlere Saygı

Akşam Konya Valisi İzzet Bey, Köşk’te bir ziyafet vermiş, yemeğe Konya milletvekilleri de davet edilmişti. O zamanlar Gazi’nin özel kalem müdürü olarak gezide bulunan Hasan Rıza (Soyak) Bey’in bu yemekle ilgili bir hatırası şöyledir:

Konya’da Gazi’ye, halk tarafından hediye edilmiş olan konaktaki milletvekillerinin bazılarının da davetli olarak bulunduğu bir akşam yemeğinde, Millî Mücadeleden söz açılmıştı. Sofrada bulunanlar, o zamana ait hatıralarını anlatıyorlardı. Gazi çok neşelenmişti. Bu tatlı sohbet en hararetli noktasına geldiği bir sırada milletvekillerinden Refik Bey (Koraltan) Gazi’ye hitaben uzun bir nutuk vermeye koyuldu; konuşma özet olarak şöyledir:

“Her şeyi yapan sensin, bütün varlığımızı sana borçluyuz; sen olmasaydın, başka hiç kimse, hiçbir şey yapamazdı, bundan sonra da yapamaz. Allah seni başımızdan eksik etmesin” diyordu. Gazi’nin neşesi kaçmış, bunalmaya başlamıştı, bahsi kapatmak istedi:

“Beyefendi, bütün yapılanlar, herkesten evvel büyük Türk milletinin eseridir. Onun başında bulunmak bahtiyarlığına ermiş bulunan bizler ise, ancak onun bilinçli fedakârlığı sayesinde fikir ve iman birliği içinde birlikte görev yapmış, bu şekilde başarı kazanmış insanlarız. Gerçek bundan ibarettir.” Fakat Koraltan, alkolün tesiriyle coşmuştu, susmak niyetinde değildi, atıldı:

“Paşam bu kadar alçak gönüllüğünüze katlanamıyoruz.” Gazi artık iyice sinirlenmişti; sesini biraz yükselterek cevap verdi:

“Efendim; izin veriniz… Ortada alçak gönüllük falan yok… Gerçeğin ifadesi vardır. Size bir şeyi hatırlatacağım; elbette dikkat etmişsinizdir; ben önümüze çıkan meseleler hakkında, her zaman uzun uzadıya konuşur, görüş alışverişinde bulunurum; herkesi söyletir ve dinlerim. İtiraf edeyim ki, konuşulacak konuların çözüm şekilleri hakkında net bir fikre sahip olmadan görüşmelere girdiğim olmamıştır; bu konularda, ancak arkadaşlarımı yani sizleri dinledikten sonradır ki karara varmışımdır. Bunun için tatbik ettiğimiz gibi, verilen kararlarda da hepimizin payı vardır, bunu bilesiniz.” Biraz sustuktan ve düşündükten sora devam etti:

“Şimdi konumuzun asıl önemli noktasına geliyorum; beyefendi; içeride ve dışarıda şahsıma karşı suikastlar tertip edilmesinin sebep ve hikmeti nedir; hiç düşündünüz mü? Bu tertiplerin peşinde koşanların benimle bir şahsi alıp veremedikleri mi vardır? O da değil… Sizin sözlerinizin de onların sakat yargınıza uygun olduğunu bilmem fark edebiliyor musunuz?

Çok rica ederim beyefendi. Eğer samimi iseniz; bu fikri kafanızdan çıkarınız. Hatta böyle düşünenlere rastlarsanız, onlara da aynı şekilde uyarınız. Herkes milli görev ve sorumluklarını bilmeli ve memleket meseleleri üzerinde o zihniyetle, düşünüp çalışmayı alışkanlık edinmelidir.”  Sonra sofradakilere döndü:

“Efendiler” dedi; “Size şunu söyleyeyim ki, devrimci Türkiye Cumhuriyeti’ni benim şahsımla var olduğunu sananlar çok aldanıyorlar, Türkiye Cumhuriyeti; her anlamıyla, Büyük Türk Milleti’nin öz ve aziz malıdır. Kıymetli evlatlarının elinde daima yükselecek, sonsuza kadar devam edecektir. Şimdi rica ederim artık bu konuyu kapayalım, bir daha da tekrar etmeyelim.”

Mehmet Önder, Atatürk Konya’da, Ankara 1989, s. 100-101.

İtalyan Sefirine Verilen Ders

Atatürk’e karşı gelenler, onun birçok konuyu içki sofrasında sonuçlandırdığını iddia ederler. Yalnız aşağıda nakledeceğim bir olay bile bu düşüncenin ne kadar yanlış olduğunu kanıtlar:

“Gün, İtalya’nın Rodos’a askerî yığınakta bulunduğu ve Habeşistan savaşının başlamasından önce günlerdi. Bir akşam yine Atatürk’ün sofrasına çağrılanlar onu ayakta ve balkonda gezinmekte buldular. O sordu: “Tevfik Rüştü Bey nerede?”

“Ankara Palas’ta, bazı elçilere bir ziyafet veriyor.”

“Biz de oraya gitsek olmaz mı?” dedi. Arkadaşları boşuna Atatürk’ü buna protokolün izin vermediğine inandırmaya çalışıyorlardı. Fakat onun kesin karar verdiği bir konudan kimse geriye çeviremezdi. Otomobiller, Ankara Palas’a vardığı zaman Atatürk’ün otelin merdivenlerini sallana sallana ve yanındakilerin yardımı ile çıktığını görenler hayret ettiler. Çünkü Çankaya’da Atatürk’ün bir yudum bile içmediğini herkes biliyordu.

Elçiye ziyafet verilen salona giren Atatürk, Arnavutluk Elçisi Asaf Bey’in yakınında ve giriş çıkış kapısını iyi görebilecek bir yere oturuyor.  O dakikadan itibaren salondan içeri ve dışarı kimsenin geçmesi mümkün değildir.  Şimdi konuşulanları takip edelim. Atatürk:

“Asaf Bey, gazetelerde bir takım resimler görüyorum, Arnavutluk’ta operet mi oynanıyor?” diyor. Bu sözleriyle o zamanlar yeni kral olan Zogo’nun sorguçlu resimlerini kastettiğini anlamakta gecikmeyen elçi ne söyleyeceğini şaşırıyor. Atatürk devam ediyor:

“Cumhuriyet’ten ne zarar görüldü ki, Arnavutluk’ta krallık ilan edildi? Hem, takip edilen politika da tehlikelidir. İtalya’nın Arnavutluk’u Balkanlarda bir basamak yapması ihtimali uzak değildir.” Bunu duyan İtalyan elçi, savunmaya kalkınca Atatürk:

“Haber aldığıma göre, Roma’da bazı öğrenciler elçiliğimizin önünde gösteri yapmışlar. Antalya’yı istemişler. Antalya sigara paketi midir ki, elçi cebinden çıkarıp atsın. Antalya buradadır. Buyurun alın! Hem benim bir teklifim var. Eğer hakikaten böyle bir şey düşünülüyorsa, Mussolini Hazretlerine izin verelim. Antalya’ya asker çıkarsınlar. Bütün çıkarma tamam olunca savaşırız. Mağlup olan hakkına razı olur.”

Elçi atılıyor: “Ekselans bu bir savaş ilanı mıdır?”

Atatürk: “Hayır” diyor. Ben burada bir fert  olarak konuşuyorum. Türkiye’de savaş ilanı ancak Büyük Millet Meclisi kararıyla olur. Fakat unutmayınız ki, gerektiği zaman Büyük Meclis, Türk Milleti’nin duygularına tercüman olmakta gecikmez.” Konuşmasının bu hal çerçevesinde olması üzerine, İsmet Paşa’ya telefon edilir ve Ankara Palas’a çağrılır. Atatürk de bunu haber alınca etrafındakilere: “Hükümet geliyor, biz gidelim.” diyerek Ankara Palas’ı terk eder. Çankaya’ya dönüldüğü zaman herkes Atatürk’ün gayet normal olduğunu hayretler içinde seyrederken Atatürk: “Artık İtalya ile savaş tehlikesi yok. Rodos’a yapılan yığınak Habeşistan’a dönecektir.” Hakikaten kısa bir süre sonra Habeşistan savaşı başladı.”

Münir Hayri Egeli, Atatürk’ten Bilinmeyen Hatıralar, Ankara 1959, s. 74-75.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s