Asu Ege Zorlu
Belgesel Editörü
18 Haziran 2023’te Oceangate şirketine ait Titan denizaltısının 5 kişilik mürettebatı, yaşayacakları felaketten habersiz Kuzey Atlantik Okyanusu’na doğru tehlikeli bir yolculuğa çıktı. Günümüzden tam 111 yıl önce yine aynı sularda yaşanan başka bir felaketin, batmaz denilen RMS Titanik gemisinin enkazının peşindeydiler. Ne var ki denizaltı, seyir halindeyken aniden artan basınçtan ötürü infilak etti ve tüm mürettebat hayatını kaybetti. Bu olay da insanlığın ‘büyük felaketler’ kütüphanesinde yerini aldı.

Yukarıdaki metnin ilk iki cümlesi, Netflix kataloğunda izleyecek bir şeyler ararken karşımıza çıksaydı bu gerilim ve aksiyon dolu filme bir şans verirdik. Nitekim Oceangate felaketini sinemaya uyarlaması için 1998 yapımı kült Titanik filminin yönetmeni James Cameron’a teklif götürüldüğü iddia edildi. Kendisi bunu yalanlasa da bu olay bir film olsaydı nasıl kurgusallaştırılırdı diye sormaktan kendimizi alamıyoruz. Mesela bu hikâyeyi sürükleyici kılabilmek için nasıl bir olay örgüsüne ihtiyaç duyardık? Kesinlikle öleceğini bildiğimiz, fakat kendilerinin bu durumdan haberdar olmadığı aşikâr mürettebatın, ansızın devasa bir patlamayla yok olduğunu mu görürdük? O an gelene kadar senarist filme olan ilgimizi diri tutmak için ne anlatmayı seçerdi? Sinema izleyicileri olarak böylesine ekstrem durumları irdeleyen hikâyelerde hayatta kalan kahramanları görmeye alışığız. Büyük ihtimalle, film başlar başlamaz gözlerimiz hemen yaşayacağı tüm dehşete rağmen cesaret, onur gibi üstün nitelikleriyle felaketten sağ kurtulacak olan başrol oyuncusunu arardı.
Sinema, özellikle hayatta kalma sineması her daim rağbet görüyor. Bu durum, türün bize sıradan yaşantılarımızdan uzak çatışmalar ve bu çatışmalarla mücadele edecek kahramanlar sunmasından kaynaklanıyor. O kahramanlarla birlikte bizler de belki patlayan bir denizaltından sağ kurtulmaya çalışıyoruz. Onların deneyimi, bizim paralel sinema evrenindeki iki saatlik yolculuğumuzun pusulası oluyor. Kuzey Atlantik sularının karanlığından hayata dönmeyi başardığımızda biz de kahramanlarımızla birlikte nefes almaya başlıyoruz. Onların hayatta kalmasını sağlayan erdemlerine film boyunca zaten tanık oluyoruz. Hepimiz günlerce kahramanların Titan’dan sağ kurtulmasını bekledik. Canlı yayınları izlememizin sebebi, böyle bir hikâyeye duyduğumuz ihtiyaçtı. Ne yazık ki sağ kurtulan olmadı fakat belki bir gün, tabii sağ kurtulan olmadığı gerçeğini görmezden gelebileceksek, gişe rekortmeni bir filmde patlamanın ardından günlerce bir enkaz parçasında bulunmayı bekleyen, bu süreçte onlarca zorlukla mücadele etmek zorunda kalıp kurtulan bir kahraman çıkagelir, bilemeyiz.
Hayatta kalma sineması yalnızca görkemli kahraman hikâyelerini değil, günlük telaşelerimizde kendimize sormayı akıl edemediğimiz soruları da özünde barındırır. İyi bir senaryo yazarı, yarattığı karakterleri insanoğlunun çekirdeğini irdeleyecek sorularla çevreler. Willy Wonka, çikolata fabrikasını devredeceği vârisini seçerken her biri kendine has özelliklere sahip 5 çocuğu kimi sınavlara tabi tutmuştu. Tüketim toplumunu karikatürize fakat oldukça renkli bir yerden eleştiren bu zamansız hikâye, açgözlülükten, hırstan, egodan ve bencillikten arınmış Charlie’ye fabrikayı sunar. Başka bir gözle, üstün vasıfları sayesinde ‘hayatta kalan’ Charlie olur. Hayatta kalma sineması da benzer bir yaklaşımı ele alır. İnsanlığa ait karakter özelliklerini öne çıkarmak için ekstrem durumlar yaratılır. Kahramanların nitelikleri, hikâye içerisindeki kaderlerini belirler. 2021 yılında Netflix’te ilk sezonu yayımlanan Squid Game dizisinin bu janrda çığır açarak Güney Kore sınırlarını aşmasının sebebi de budur. Filmin özünü oluşturan maddiyat-beden çatışması, ortaya konan büyük ödül için oyunları kazanmak zorunda olan karakterleri sınar. İlk oyunun ardından sağ kalanlara sınavı terk etme hakkı tanınsa dahi hiç kimse göz kamaştıran yüklü para ödülünden vazgeçmez. Bölümler ilerledikçe bütün karakterler, kendi varoluşları neticesinde bulundukları ekstrem duruma dair reaksiyonlarını ortaya koyar. Sağ kalanı ‘sağ kalan’ yapacak erdemlere sahip olmadıkları için ölürler. İzleyici ise dizi boyunca “bu durumda ben olsam ne yapardım?” diye sorarak hikâye içerisinde sürüklenir. Kişi, kendisinin sağ kalan olup olmayacağına karar verme hakkına sahiptir. Squid Game, insanoğlunun özüne ait soruları dil ve kültür bariyerini aşarak izleyiciye sordurabildiği için başarılı bir yapımdır. Zamandan bağımsız kalmayı da başaracaktır.
Son olarak, okuyucunun aklına takılabileceğini düşündüğüm kritik bir soruya da cevap arayalım isterim: Titan felaketini anlatan bir filmde illa ki sağ kalan kahramanları görmemiz mi gerekir? Böyle bir durumda olayın özünden epey uzaklaşmak zorunda kalabilirdik. Örnek vermek gerekirse, Lars von Trier’in 2011 yapımı Melancholia filminde, kaçınılmaz kıyametin gerçekliğiyle yüzleşen farklı karakterlerin hikâyelerine tanık oluyoruz. Her karakter kendi biricik evreninde yok oluş durumuna dair reaksiyonlarını ortaya koyuyor. Bu bilinçlilik hali filme derinlik katıyor fakat yine de beklenen kıyametin gelip gelmeyeceğinden emin olamıyoruz. Bu bekleyiş ise filmi sürükleyici kılıyor. Titan’daki 5 kişilik mürettebat öleceğini bilseydi nasıl bir hikâye örülürdü, bunu belki hayal edebiliriz. Bu durum, derin karakter analizleri yapmamıza imkân tanırdı. Fakat kimsenin hayatta kalmayacağını bildiğimiz bir hikâyeyi izlemek ister miydik? Gerçek bir hikâyeden esinlenen yapımlar için böylesine bir kurgu yaratmak doğru olur muydu? Merak unsurunun izleyiciyi ekran başında tuttuğu gerçeğini unutmamak gerek. Fakat belki bir gün Titan felaketinden öyle bir kurgu yaratılır ki sonunu bildiğimiz bir hikâyeyi ağzımız açık şekilde, meraklı gözlerle izleriz. Bunu zaman gösterecek.
Uzun lafın kısası, hayatta kalma sineması, senaristlere hikâye anlatıcılığı sanatını keyifli kılan büyük serüvenleri yaratma fırsatını sunar. Bu janr sayesinde olağanüstü durumlarla mücadele eden olağanüstü insanları tanır, onları olağanüstü kılan niteliklerini seyrederiz. Yapısı itibariyle Titan’ın muhtemel sinema uyarlaması, hayatta kalma janrından uzak bir yere konumlanamaz gibi duruyor. Fakat böyle bir hikâye aksının izleyicide nasıl karşılık bulabileceğini derinlemesine düşünmek gerekiyor. Belki de aynı Titanik filmi gibi, bu felaketin bir hikâyeye dönüşmesi, kurgusallaşabilmesi için 100 yıla yakın bir zaman geçmesini beklemeliyiz. O zaman daha farklı bir gerçeklik yaratmak mümkün olabilir.
Kaynaklar
https://www.bbc.com/turkce/articles/c6pdn14q15wo
https://www.imdb.com/title/tt0067992/

Yorum bırakın