TAMER ÇERÇİ
36 YILLIK GAZETECİ
Efsane şovmen, oyuncu ve şarkıcı Danny Kaye başrolünü oynadığı 1955 yapımı Soytarılar Kralı filminde kadraja ilk “Soytarılar Kralı Krallar Soytarısı” sözüyle girer. Karşısında kral vardır. Olay 12. yüzyılda İngiltere’de geçmektedir.
İngiltere tahtının vârisi olan bebek, hain Kral Roderick tarafından saf dışı bırakılmıştır. Ormanda örgütlenen Siyah Tilki lakaplı halk kahramanı ise tahtı, veliaht bebeğe iade etmek için mücadele etmektedir. Bunun için yakın adamlarından biri olan Hubert Hawkins (Danny Kaye) bir şekilde saraya sızar, kendisini kabul ettirerek kralın altını değiştirmek göreviyle saray kadrosuna dahil olur. Bu esnada sarayın genç ve güzel nedimesi Jean da krala hizmet etmek üzere görevlendirilir.

Neticede Kral Roderick’i devirmek için gizli tünele açılan kapının anahtarını ele geçirmeleri gerekir. Bunun için de tesadüfen yolda karşılaştıkları kralın soytarısı Giacomo’ya rastlayınca hemen yakalayıp yerine Danny Kaye’i geçirirler. Kaye hem kralın güvenini kazanıp anahtarı ele geçirecek hem de veliaht bebeği kurtaracaktır. Ancak prenses soytarı Danny Kaye’e, kral da Jean’a aşık olur. İşler iyice karışır.
Filmin sonunu söylemeyelim. Ancak filmin ilk karesinde görülen “Soytarılar Kralı Krallar Soytarısı” repliği çok şey anlatır.
Anlarız ki kralın çevresinde eğlendirme, güldürme görevini yapan soytarılar siyasi açıdan da kritik rol oynamaktadır. Bu nedenle tarihte kimi zaman önemli rol oynayan soytarıların maceraları kadar eskiden beri siyasetin kendini meşrulaştırması, iktidarın tüm olumsuzluklara rağmen kendi kendini yeniden üretip ayakta kalması konusunda üstlendikleri rol de ilginçtir. Çünkü bu rol günümüzde de değişik isim, kurum ve aktörlerle devam etmektedir.
Danışman Bile Oldular
Tarihte soytarılara Avrupa’nın yanı sıra Abbasiler’de, Osmanlılar’da ve Hindistan’da da rastlanır. Soytarılar edebiyatın ve tiyatronun da değişmez karakteridirler. Bir bakarsınız o komik görünümüne, gülünecek jest ve mimiklerine, garip şapkasına rağmen sağduyunun sesi olarak karşınıza çıkar. Aynı zamanda dürüstlüğün de sembolüdür. Örneğin Shakespeare’in Kral Lear adlı eserinde saray soytarısı, krala karşı açık yüreklilikle konuşabilen ve alaycı davranabilme yetkisinden faydalanarak her türlü eleştiriyi yapabilen bilge bir kişidir. Gerçekleri genellikle bilmecelerle ve şarkılarla dile getirir. Fakat Kral’a karşı açık yüreklilikle konuşmaya cesaret eden herkes gibi soytarının kellesi de Kral Lear’da olduğu gibi gidebilir.
Tarihte saray hiyerarşisinin en altında yer alan kimi soytarıların kralın en önemli danışmanı olduğu da görülmüştür. Örneğin İngiltere’de 8. Henry’nin (1491-1547) soytarısı ve danışmanı olarak görev yapmış olan önemli isimlerden birisi William Sommers idi.
Soytarılar bu ayrıcalıklarını insanların konuşmalarını ciddiye almamasına borçluydular. Çünkü herkes söylediklerinin şaka olduğunu zannederdi. Bir bakıma dilimizdeki “Delidir ne yapsa yeridir” atasözünde olduğu gibi.
Osmanlı’da Soytarılar
Osmanlı şenliklerinde ve padişahın mahiyetinde de soytarılar da vardı. En önemli soytarı tipleri Tiryaki, Curcunabaz ve Tulumcu’ydu. Bu kişiler neredeyse çocukluklarından itibaren bu işin eğitimini alır, yetenekliler arasında sivrilirdi. Özel kostümleriyle yeteneklerini birleştirerek halkı eğlendirirlerdi.
Evliya Çelebi’ye göre Tiryakiler, Osmanlı eğlencelerindeki en önemli figürlerdendi. Bazı kaynaklara göre başlarına külah ve güllü şapkalar giyer, kollarına fenerler asarlardı. Ellerinde yelpaze tutarak dikkat çeken tiryakiler, özellikle padişahlar tarafından çok sevilirdi.
Curcunabazlar ise orta oyunlarında rol alır, dans eder, bazen de maskeli yüzleriyle dikkat çekerlerdi. Yaptıkları komikliklerle halkı eğlendiren Tulumcuların bir görevi de tulum çalarak sahneye taşan izleyicileri hizaya sokmaktı.
Soytarılık kurumunu yüksek lisans tezinde inceleyen Şuayip Ünsal’a göre, Osmanlı’da sarayda soytarı bulundurma geleneği Yıldırım Bayezid döneminde başlamış, Tanzimat’a kadar bu gelenek devam etmişti. Prof. Metin And ise Tiyatronun Yaşam Suyu başlıklı makalesinde soytarıları şöyle özetler: “Kukla ve soytarılık gibi oyunlar, 16. yüzyılda İber yarımadasından Türkiye’ye Yahudiler eliyle gelmiş ve 20. yüzyıl başına kadar Yahudiler bu sanatlarını icra etmişlerdir.” “Kuklacılık, soytarılık gibi oyunlar 16. yüzyılda İber yarımadasından Tür kiye ye sığınan Yahudiler eliyle gelmiş ve 20. yüzyılın başına kadar Yahudiler bu sanatları göstermişlerdir.”
Soytarılar ince hicivleri ile krala uyarıda bulunurken hem halkın öfkesini yatıştırıyor hem de krala meşruiyet kazandırıyordu. Kimi zaman Kral’ın özel ve gizli işlerini de yürütüyorlardı. Victor Hugo, Kral Eğleniyor eserinde Kral I. François’nın soytarısı Triboulet’in bir yandan saray nedimlerini alaya almasını bir yandan da krala çapkınlıklarında yardımcı olduğunu anlatır. Eser yasaklansa da mahkeme kararıyla aklanır.
Osmanlı sarayındaki soytarılar da padişah ve yönetimi ince dokundurmalarla eleştirir, böylece hem halkın rahatsızlıklarını dile getirir hem de bunu yapabildikleri için padişahın idaresine meşruluk kazandırırlardı. Nitekim sarayda padişahı eleştirme olanağına sahip tek kişi soytarılardı. Kimi zaman da padişahın kararını değiştirmesinde etkili olurlardı.
Hegemonya ve Rıza Üretimi
Soytarıların bu görevini ilk çağlarda ise büyücüler ve şamanlar yerine getiriyordu. Büyücüler Georges Balander’in belirttiği gibi düzenin sürdürülmesinde ve siyasal anlamda kendini sürekli yenilemesinde önemli rol oynuyordu. İlk Çağ’da söylenceler, mitler, ritüeller, törenler hem kabilenin kültürel varlığını, iktidarın devamlılığını sağlıyor hem de kabile mensuplarının ölüm, savaş gibi olağanüstü olaylarda birlik ve beraberlik içinde kalmasında etkili oluyordu.
Törenler, “Ataların rızası için yapılır, ölüler onurlandırılır, yasların bitişini ilan eder, yeni doğumları kutlar, gençlerin eril hayata girişini sağlar; her kategoriden katılımcıya belli bir yer ayrılır ve siyasi geçmişi yansılayan ve ekonomik boyutu da olan bir düzen içinde malların sergilenmesini kapsar[dı].”
Soytarılar bu şekilde siyasi gerginlikleri yatıştırmada ve tebaanın iktidarın hegemonyasına rızasını sağlamakta önemli rol üstleniyorlardı. Fransız Devrimi’ni takiben oluşan modern ulus-devletler için de rıza üretimi ve meşruluk, iktidarı sürdürmenin en önemli araçlarından biri haline gelecektir. Fakat Avrupa’yı sarsan 1848 Devrimi, 1917 Rus Devrimi’nde görüldüğü gibi devletin oluşumu, iktidarın sürekliliğini sağlamanın bedeli uzun mücadeleler ve insanlık dramına neden olacak, farklı tartışmalar gündeme gelecektir.
Devleti bir sınıfın hegemonyası ya da birlikte yaşama ve tehditlere karşı korunma, ihtiyaçları sağlama gibi nedenler için bir zorunluluk olarak görmek, bu tartışmaları alevlendirir. Ancak nasıl oluyor da devlet onca savaşlara, karşı mücadelelere rağmen ayakta kalabiliyor? Gelir dağılımını düzeltemeyen, çevresindeki ülkelere saldırgan davranan, insan haklarını ihlal eden yönetimler nasıl varlığını sürdürebiliyor?
Modernizmin Getirdikleri
20. yüzyılın sonlarına doğru bu soru en çok tartışılan konulardan biri oldu. Antonio Gramsci bu soruya hegemonyayı farklı bir şekilde tanımlayarak cevap verdi. Gramsci, medya ve kültürel çalışmalarda hâkim sınıfın kitleler üzerinde nasıl fark ettirmeden kültürel, sosyal ve ekonomik bir tahakküm kurduğunu anlatmaya çalışır. Gramsci’ye göre hegemonya en iyi şekilde rızayı örgütleyerek ve şiddet ya da zora başvurulmadan inşa edilebilir.
Pierre Bourdieu ise iktidar-hegemonya konusunu bir adım daha ileri giderek daha bütüncül bir şekilde ortaya koyar. Simgesellik Bourdieu’nün anahtar kavramıdır. Max Weber tahakkümle iktidar arasındaki ilişkiyi, şiddet tekelini elinde bulundurma olarak tanımlarken Bourdieu, “Ben devleti fiziki ve sembolik şiddetin bir elden toplanması olarak görüyorum” der. Devlet sadece bir baskı aracı değildir, o aynı zamanda insanlar arasında uzlaşmayı üreten ve bunun için de ahlaki eğitimi üstlenen bir mekanizmadır. Birey-toplum ilişkisini aileden okula, iş yerinden kurumlara kadar değerlendirirken göz önünde bulundurulması gereken en önemli sistemin bu sayede kendisini şartlara göre yeniden üretebilmesidir.
Araçlar ve Aktörler
Peki, bu mekanizmada kullanılan araçlar nelerdir? Althusser bu soruya devletin şiddet araçlarının yanı sıra ideolojik araçları da olduğunu savunarak cevap verir. Devlet; yargı, askerî teşkilat, güvenlik teşkilatına sahip olmakla beraber ideolojik olarak da bazı araçlara sahiptir. Eğitim, kültür, medya bu araçların başında gelmektedir. Bir yandan iktidarın devamlılığına, bir yandan da yönetilenlerin rıza göstermesine hizmet etmektedir.
Bir bakıma soytarılık kurumunun üstlendiği göreve benzer bir iş yapmaktadırlar. Hem toplum içinde servetleri ve statüleriyle siyasileri ve kamuoyunu etkileyen bir kral hem de kurulu düzenin devamına hizmet eden bir güç rolündeler. En önemlisi, hem güldürüp hem milyonları ekran başına topluyorlar.
Günümüzde ise sosyal medya araçlarının ve influencer’ların artmasıyla iş daha eğlenceli ve ticari bir hal almıştır. Günlük hayatımıza giren influencer’lar da soytarılar gibi aşırı makyajları, abartılı saç şekilleri, komik konuşmaları ile markaların tanıtımını yapıp tüketim tercihleri yönünden kamuoyunu etkileyerek yüksek meblağda paralar kazanmaktadır. Kimileri ise sosyal zekâ ve gözlem yeteneklerini kullanıp siyasi ve kültürel konularda insanları etkilemekte, takip rekorları kırmaktadır.
Yeni Politik İfade Biçimi
Bazen de Fransa’da olduğu gibi Tiktok üzerinden kamuoyunu etkileyip ânında hükûmete karşı kitle eylemleri örgütleyebilmekte ve siyasi bir rol üstlenebilmektedir. Tıpkı kimi zaman soytarıların doğruyu söyleyip düzeni sorgulamaları gibi influencer’lar da ikili rol oynamaktadır. Sistemin kendini yeniden üretmesine olanak sağlama, tüketici haline gelen vatandaşların rızasını alma ya da sistemi protesto etme, eleştirme veya ince hicivlerle sistemi sorgulama, organize suç örgütüne dahil olma, kolay yoldan, tahsil görmeden çabuk para kazanma eleştirileriyle gündeme gelen bu kişilerin dışında gençlerin iletişim yöntemlerine baktığımızda influencer’ların kısa sürede aktivist, siyasi aktör olarak karşımıza çıkması muhtemeldir.
Bu olasılığı güçlendiren en önemli faktör Chantal Mouffe’un dediği gibi şu an post-politik çağda olmamızdır. Post-politik çağın en önemli özelliği parlamentoların etkisinin azalması, sivil toplumun piyasa toplumuna dönüşmesi, kamusal alanın daralması, demokrasinin tek aracının seçimlerde oy vermeye indirgenmesi ve hem iktidar hem de muhalefetin popülist söylemle kendi hegemonyalarını sağlamaya çalışmalarıdır. Bu durumda popülist söylemin aynı zamanda bir tepki aracına dönüşmesine, influencer’ların da bu aracı kullanarak politikleşmesine şaşmamak gerek.
Velhasıl büyücüler, şamanlar, soytarılar, şovmenler ve nihayetinde influencer’lar bazen muhalefet etmenin bazen de siyasi iktidarın kendi kendisini yeniden üretmenin, tahakkümün nasıl gerçekleştiğini anlamada önemli ipuçları veriyorlar ve toplumsal hayatta yer alıyorlar.
Hep soytarıların kralı ya da kralların soytarısı olarak ilgi çekip tartışma konusu olacaklar.
Asıl korkulması gerekenler ise tarihte olduğu gibi bugün de dalkavuklar.
Kaynaklar
And, Metin, “Soytarı: Tiyatronun Yaşam Suyu”. Sanat Dünyamız, Sayı: 74 (1999): 127-135.
Balandier Georges, Siyasal Antropoloji, İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları, 2010, s. 111.
Eğilmez Mahfi, Kralın Soytarısı, Haziran, 2013. https://www.mahfiegilmez.com/2013/06/kraln-soytars.html
Larrain Jorge, İdeoloji ve Kültürel Kimlik, Sarmal Yayınevi, 1994.
Mouffe Chantal, Sol Popülizm, İletişim Yayınları, 2023.
Ünsal Şuayip, “Geçmişten günümüze Soytarılık Kavramının Tiyatroda Yansıması” Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, 2006.

Yahya Gül için bir cevap yazın Cevabı iptal et