Ekofeminizmden Materyal Ekofeminizme: Her Daim ‘Gebe’ Posthüman

DOÇ. DR. BAŞAK AĞIN

TED ÜNİVERSİTESİ’NDE ÖĞRETİM ÜYESİDİR.

1974 yılında Françoise D’Eaubonne tarafından terim olarak ortaya atılan ekofeminizm, doğa üzerindeki insan tahakkümü ile ataerkinin cinsiyetçi tahakkümü arasında bağlantılar kuran, cinsiyet ayrımcılığının tür ayrımcılığıyla ilişkilerini gün yüzüne çıkartmayı ve böylelikle adalete, sorumluluğa (ya da yanıt verebilirliğe) ve karşılıklı özene dayalı bir etik anlayışı geliştirmeyi hedefleyen bir teoridir. Ortaya çıkışından bu yana aktivist bir hareket olarak da devam ettiği ve teorik kanalları bu hareketten beslendiği için, ekofeminizmi pratik tarafı da bulunan bir kuramlar bütünü diye adlandırmak daha doğru olacaktır. Bu yazıda ekofeminizmin mesele edindiği konuları ele alan diğer kuramlarla birleşerek ve/veya onlarla karşılıklı etkileşimde bulunarak 21. yüzyılda geldiği noktayı materyal ekofeminizm olarak tanımlıyor ve materyal ekofeminizmin şemasını çiziyorum. Bu düşünce hattının her daim posthüman bir potansiyel taşıması sebebiyle, meseleyi Rodante van der Waal’ın “gebe posthüman”[1] kavramıyla ilintilendiriyorum.

Kaynak: https://jup.berlin/ecofeminism.

Liberal, kültürel, sosyal ve sosyalist ekofeminizm gibi alt kollara ayrılan ekofeminizm,[2] zaman içerisinde bu alt kolların birbirlerine yönelik eleştirileriyle hem yanlış algılanmış hem de kendini besleyip geliştirmenin yollarını bulmuştur. Ekofeminizm için esas mesele, neoliberal kapitalizmin tahakkümünün kendiliğinden ataerkiye meyleden doğasını yapısöküme uğratmaktır ki bu da Antik Yunanca ‘insan’ anlamına gelen Antropos’un Batılı, beyaz, erk ve temsiliyet sahibi, sağlamcı, rasyonel ve erişkin bir Homo sapiens olarak merkezde ya da hiyerarşik varlık zincirinin en tepesinde konumlandırılmasına itirazla başlar. Bu itiraz, insan-merkezci düşüncenin ötesine geçmek için çaba gösteren posthümanist akımların temel taşlarından biri olup ekofeminizmi bugünkü haline getiren (ve onu materyalist köklerine geri döndüren) itirazdır. Ekofeminizme özellikle özcü ve indirgemeci olduğu hususunda sıklıkla karşı çıkıldığı 2000’li yıllarda yeni materyalizm(ler)in kuramsal çerçevesinin çizilmeye başlanmasının, bu iki düşünce akımı arasındaki esas bağların gözden kaçırılmasında rol oynadığını düşünmekten kendimi alamıyorum. Birinin sönümlenirken diğerinin yıldızının yeni parlamaya başlaması belki de ikisinin birbirine zıt olduğunu düşündürmüş olabilir. Yeni materyalizm(ler)deki madde ve beden vurgusu aslında ekofeminizmin de özellikle kadın bedeninin biyopolitik bir alan olarak tartışmaya açılması biçiminde gündeme getirdiği hususlardan biriydi. Ancak daha önce başka bir çalışmamda da belirttiğim üzere, özellikle toplumsal inşacı hattı takip eden postyapısalcı feministlerin yeni materyalistlere “maddeyi fetiş haline getirdikleri ve metalaştırdıkları”[3] yönünde getirdikleri eleştiriler[4] yeni materyalist-posthümanist düşünce ile üzerine kurulu olduğu postmodern akımlar arasında kalın bir ayrım hattı çekmiştir. Yine aynı çalışmada ifade ettiğim gibi, “materyal ve kültürel olanın iç içeliği ve Batı düalizmlerinin çözümlenmesi gibi, yeni materyalizm(ler)in temel dayanakları olan konularda ekofeminizmin katkılarını görmezden geldikleri veya yok saydıkları”[5] yönündeki eleştiriler de ekofeminizm ile yeni materyalizm(ler) arasında bir bariyer varmış gibi görünmesine neden olmuştur. Burada yeni materyalist kuramcıların pek çoğunun bu düşüncenin altyapısında ekofeministlere borçlu olduklarına dair herhangi bir söz etmeyişleri elbette dikkat çekicidir ve bana kalırsa ekofeminist itirazlara burada hakkı teslim edilmelidir. Yeni materyalizm(ler)in sıklıkla vurguladığı ilişkisellik ve bağlantısallık ilkeleri ekofeminizmin başlangıcından itibaren kendisine içkindir. Ekofeminizmin, “ekolojik ve feminist meseleler[in] ayrılmaz biçimde iç içe geçmiş oldukları fikrine dayandığını,”[6] “isminin çağrıştırdığı şekilde feminizm ve ekoloji ya da kadın ve doğa üzerine bir teoriden fazlası olup çevresel bozulma ve sosyal adaletsizlik sorunlarının yanında doğaya nasıl davrandığımızla birbirimize nasıl davrandığımızın ne kadar ilişkili olduğuyla da ilgilendiğini,”[7] “ırkçılık, sınıf ve yaş ayrımcılığı, etno-merkezcilik, emperyalizm, sömürgecilik ve cinsiyetçilik” gibi tüm tahakküm biçimlerine karşı çıktığını[8] pek çok ekofeminist ve feminist ekoeleştirmen belirtmiştir.

Bugünkü haliyle kuramsal boyutunu güçlendirmiş, özcülük veya indirgemecilik olarak nitelendirilecek özelliklerden ve Batılı, beyaz, heteroseksüel, orta sınıf kadınını merkeze aldığı yönündeki eleştiri oklarından sıyrılmış olan ekofeminizm, artık Greta Gaard’ın 2017 tarihli Critical Ecofeminism kitabına da başlığını veren “eleştirel ekofeminizm” adıyla anılmaktadır. Bu yenilenmiş ekofeminist akım, pek çok yönden yeni materyalizm(ler)in yaşamsallık ilkesine, posthümanist eleştirel teoriye ve ekomateryalizme yakın bir duruş sergilemektedir. Burada bilen ve eyleyen özne olarak Antropos’a atfedilen biricik konumun yalnızca ona değil tüm yeryüzü vatandaşlarına ait olabileceğinin bir göstergesi vardır. Bununla iki şeyi kastediyorum: 1) İnsanın sınırlı tanımına dahil edilmeyip ayrıcalıklı pozisyonu yalnızca Batılı, beyaz, erk ve temsiliyet sahibi, sağlamcı, rasyonel ve erişkin Antropos’a saklayan liberal hümanizmin kapsamı dışında kalan tüm ötekiler. 2) İnsandan ibaret olmayan dünyanın nüfusunu oluşturan hayvan, bitki, mineral, kimyasallar, bakteriler, okyanuslar, taş ve kayalar ile insan yapımı nesnelerden oluşan bir küme, yani gezegenin tüm sahipleri. Böylelikle, yukarıda bahsettiğim iç içe geçmiş tüm tahakküm biçimlerine karşı çıkmanın kendiliğinden dolanık ve zaten ayrı oldukları düşünülemez çeşitli yollarını deneyimlemiş oluyoruz: Ekofeminizmin söylemlerinin neredeyse tamamı bugünkü yeni/eko-materyalist, vitalist, posthümanist düşünce akımlarının altyapısını hazırlamıştır. 

Yapısöküme uğratılan Antropos, öznelik tahtını diğerleriyle paylaşmaya başladığına göre, bahsi geçen çeşitli öznelerin eyleyici gücünü yeniden okumak ve bu gücün, farklı aktörlerin bir araya gelerek sergiledikleri bir koreografide her zaman eşit değilse bile farklı derecelerde ve konumlarda paylaştırılmış, dağılımlı bir öznelik olduğunu hatırlamak gerekir. Özne olarak eylemliliğimizin tek başına ana kahramanları değiliz; bu eylemliliğe insana has birtakım kuvvetlerin yanında gıdalar, mikroorganizmalar, sesler, emtia, biyolojik veya pek çok diğer türden teknoloji de dahildir.[9] Böyle düşünüldüğünde dağılımlı eyleyicilik adı verilen bu posthümanist yaklaşım aslında Aydınlanma Çağı’ndan bu yana söylemlerle inşa edilmiş insanın inşa edilmişliğine vurgu yapmaktadır. Başka bir deyişle, bilen öznenin rasyonalite, karar verebilirlik, niyet ve yönelimsellik, irade gibi birtakım insani özelliklerini yeniden sorgulamaya açar ve bu sorgulamanın sonucunda insana has olduğu veya insanı diğerlerinden üstün kıldığı düşünülen özelliklerinin o kadar da eşsiz, biricik veya insana ayrıcalık sağlamayı gerektiren özellikler olup olmadığı meselesini gündeme getirir. Buradaki vurgu cansız olduğu düşünülen ve eylemsiz, pasif, iradesiz ya da oynanabilir maddenin tam aksi özelliklerini gösteren eyleyici kapasitesinde olduğundan ve bu kapasite, Antropos’un diğerleri üzerinde kurduğu tahakkümü alaşağı ettiğinden, ekofeminizmin halihazırda materyal(ist) olduğunu savunuyor, hatta bu düşünceyi bir adım ileri taşıyorum. 1974’te terim ortaya atıldığında posthümanist veya yeni materyalist kuramların henüz oluşmadığı düşünülürse, ekofeminizmin çıkış noktası olarak ele aldığı post-antroposantrik bakış açıları posthüman olasılıkların potansiyelini taşıyordu. Bu açıdan (zaten her daim materyal[ist] olan) ekofeminizm, van der Waal’ın “gebe posthüman” diye nitelediği ve yazının açılışında bahsettiğim öznenin ta kendisiydi.

Van der Waal, Rosi Braidotti ve Maria Hlavajova’nın ortak editörlüğünde çıkan Posthuman Glossary (2018) kitabına yazdığı bölümünde “gebe posthüman” için şöyle der:

O, “Donna Haraway’in siborguyla, Rosi Braidotti’nin posthümanının, Lyotard’ın ‘dişi’sinin, insan-dışı feminen filozofun, Hannah Arendt’in doğar öznesinin kızıdır. Annelerinin görev bilinç(li-siz) kızı olarak, ‘gebe posthüman’ bir imgedir, kurgudur, bakış açısıdır, gerçekliktir. Tekil bir öznedir ancak özneliğinde henüz kimsenin göremediği büyüyen bir özne daha vardır, tekil bir çoğulluk halindedir ve yeni, ilişkisel bir çoğullukla yakın bir deneyim içerisindedir. Taşıyabilme, doğurabilme yetisine sahip ilk felsefi öznedir.”[10]

(Materyal) Ekofeminizm adını verdiğimiz bu düşünce biçimi de tıpkı “gebe posthüman” gibidir. Pek çok olasılığı kendinde barındıran, tekil bir çatı altında anıldığı halde içerisinde sayısız potansiyeli taşıyan, kendiliğinden (yeni) materyal(ist), kendiliğinden posthümanist, kendiliğinden çoğul ve neredeyse—Karen Barad’ı hatırlayarak[11]—“süperpozisyon” denilebilecek eş zamanlı olası değerlerin birlikte-oluşunu taşıyan bir düşünce bulutudur. Materyal ekofeminizm bize, Barad’dan alıntıyla, “bilmenin ontolojisi de dahil, dünyanın değişken ve olasılıklı ontolojisini”[12] sunar.

Kaynaklar

Ağın, B. (2023). Posthümanizm, öykülü madde, maddemetin. Ed. B. Ağın ve Z. G. Yılmaz. Beşerî Bilimlerin 50 Rengi: Çevreci, Dijital, Tıbbi ve Posthüman Sesler, içinde (s. 411–422). Kapadokya Üniversitesi Yayınları.

Ahmed, S. (2008). Imaginary prohibitions: Some preliminary remarks on the founding gestures of the ‘new materialism’. European Journal of Women’s Studies, 15(1), 29–39.

Barad, K. (2007). Meeting the Universe Halfway: Quantum Physics and the Entanglement of Matter and Meaning. Duke University Press.

Bennett, J. (2018). Vibrant matter. Ed. R. Braidotti ve M. Hlavajova. Posthuman Glossary, içinde (s. 447–448). Bloomsbury Academic.

Casselot, M. A. (2016). Ecofeminist echoes in new materialism?. PhoenEx, 11(1), 73–96.

Gaard, G. (2001). Women, water, energy: An ecofeminist approach. Organization & Environment, 14(2), 157–172.

Gaard, G. (2017). Where is feminism in the environmental humanities?. Ed. S. Oppermann ve S. Iovino. Environmental humanities: Voices from the Anthropocene, içinde (s. 81–97). Rowman & Littlefield.

MacGregor, S. (2021). Making matter great again?: Ecofeminism, new materialism and the everyday turn in environmental politics. Environmental Politics, 30(1–2), 41–60.

Oppermann, S. (2013). Feminist ecocriticism: A posthumanist direction in ecocritical trajectory. Ed. G. Gaard, S. C. Estok ve S. Oppermann. International Perspectives in Feminist Ecocriticism, içinde (s. 19–36). Routledge.

van der Waal, R. (2018). The pregnant posthuman. Ed. R. Braidotti ve M. Hlavajova. Posthuman Glossary, içinde (s. 368–371). Bloomsbury Academic.

Warren, K. (1994). Introduction. Ed. K. J. Warren. Ecological Feminism, içinde (s. 1–7). Routledge.


[1] van der Waal, 2018, s. 368–371.

[2] Oppermann, 2013, s. 21–22.

[3] Ahmed, 2008, s. 35.

[4] Ağın, 2023, s. 419.

[5] Ağın, 2023, s. 419; Casselot, 2016, s. 73–74; Gaard, 2017, s. 81–97; MacGregor, 2021, s. 49–50.

[6] Oppermann, 2013, s. 21.

[7] Gaard, 2001, s. 158.

[8] Warren, 1994, s. 2.

[9] Bennett, 2018, s. 448.

[10] van der Waal, 2018, s. 368–369.

[11] Barad, 2007, s. 247–353.

[12] Barad, 2007, s. 73.

Yorum bırakın