MURATCAN ZORCU
KOÇ ÜNİVERSİTESİ TARİH BÖLÜMÜ’NDE DOKTORA ADAYIDIR.
Yüksek lisansımı Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü’nde yaparken Cengiz Hoca’dan (Kırlı) Tanzimat dersi almıştım. Derslerin birinde bir arkadaşımız İngiliz Ulusal Arşivi’nin (National Archive) önemine değinmiş, Cengiz Hoca da akademik çalışmalarımızda kullanabilmemiz için arkadaşımıza arşivin detaylarını sormuştu. Bugün elektronik posta kutumu incelediğimde arkadaşımızın e-postasına hâlâ ulaşabiliyorum. Sağ olsun, detayları tüm sınıfla paylaşmıştı. Bu notlar internet üzerinden kullanılabilmeye odaklanmıştı. Bu yaşanmışlığı sonraki yıllarda bir gözlem takip etti. Boğaziçi ve ODTÜ gibi iyi derecede yabancı dil öğreten üniversitelerde yazılan tezlerde, İngiltere başta olmak üzere, çeşitli arşivlerin kullanıldığını fark edebiliyoruz. Misal, meraklı bir öğrencinin herhangi bir lisans dersi için hazırladığı ödevde İngiliz Parlamento Arşivi’nin kayıtlarını kullanması işten bile olmuyor. Aynı şekilde, Marmara ve İstanbul Üniversitesi’nde olduğu gibi Osmanlı Türkçesini merkeze alan okullarda da detaylı bir Osmanlı Arşivi taraması görmemiz mümkün. Herhangi bir Paşazade’yi araştırırken sahip olduğu bahçelerin toplam dönümüne dahi ulaşmak olanaklı oluyor. Bu noktada, her iki dünyayı birleştiren çalışmaların daha ciddi çalışmalar olduğunu söylememiz mümkün. Ben de doktora tezimde bir monografiyle meşgul olduğumdan dikkatimden bir şeyler kaçmaması için İngiliz Ulusal Arşivleri’nde araştırma yapmayı planladım. Okulumun ve Anglo Turkish Society’nin kıymetli yardımlarıyla çalışmalarımı bu arşivde yürüttüm. Arşivi ziyarete gelen her Türk’ün maalesef sıfırdan başladığını göz önüne alarak İngiliz Ulusal Arşivi’nde çalışma yapacak bugünkü ve yarınki meslektaşlarımız için Yarının Kültürü’ne katkı sağlamak adına bu yazıda kendi arşiv deneyimimi paylaşmak isterim.
Deneyimimin detaylarına girmeden şunu söylemeliyim: Selçuk Hoca’nın (Esenbel) Türkçe makalelerinin derlemesi, Japon Modernleşmesi ve Osmanlı: Japonya’nın Türk Dünyası ve İslam Politikaları kitabında keyifli bir Önsöz vardır ki bu önsöz bilimin evrenselliğinin yanında bireyin bulunduğu koşulların tarihçilik yapma eylemini etkilediğinden bahseder. Ben de hem vize hem de dil bariyerine takılmadan İngiliz Ulusal Arşivi’ne gittim. Çalışmalarımızın ilerleyebilmesi için ideal dünyada diğer arşivlerin önemini göz ardı etmemek gerek.
Öncelikle, arşivin genel yapısından ve katalog sisteminden başlamam gerekiyor. Osmanlı Arşivleri’nde şu anda yaygın olarak kullanılan “anahtar kelime araması” ile katalog üzerinden faydalı bir netice almak mümkün değil. Bizi ilgilendiren Foreign Office (F.O.) kayıtları, Osmanlı İstanbul’undan Londra’ya gelen Büyükelçilik kayıtları ve Londra’dan Osmanlı coğrafyasındaki çeşitli yerlere giden kurumların yıllık bazda defterlerde derlenen belgeler üzerine kurulu. Mesela, Namık Kemal’i aramak için katalog sistemine Namık Kemal yazmak işe yaramıyor. Genç Osmanlıların Londra’da bulunduğu yılları esas alarak İstanbul’a gelen ve giden defterler çerçevesinde müsvedde veya kopya olarak iki şekilde depolanmış olan belgeleri incelemek gerekiyor. Katalog sisteminden, yaklaşık 1200 belgeden oluşan bir defterin içinden, kendi konunuz haricinde bir sonuç çıkması tarihçiliğin keyifli kısımlarından. Şansınız yaver giderse bazı defterlerdeki özel dokümanlara katalogdan ulaşabiliyorsunuz. Fakat o belgeyi yalnız getiremedikleri için belgeleri defter numarasıyla ya da bir üst tasnif numarasıyla talep etmeniz mümkün. Osmanlı Arşivleri’nde de defterlerin içerisindeki belgelerin tek tek özetleriyle uğraşmak yerine yılı esas alarak hacimli defterler oluştursaydık bugüne kadar tasnif sorununu çözer miydik? Bu fikir, bu kataloglamayı görünce aklımdan geçmedi değil.
Arşive gitmeden internet üzerinden üyelik aldıktan sonra randevu almanız çok kolay. Ben de randevu alınmasını özellikle öneriyorum. Yoksa arşive gittiğinizde her seferde üç defter talep edebiliyorsunuz. İnternetten randevu alırken bir kerede on iki defter talep etmeniz mümkün. Bu on iki defteri bir günde bitiremeyeceğiniz için bunlar üzerinde çalışmaya devam etme sürecine birazdan değineceğim.
İnternet üzerinden talep ettiğiniz belgeler size verilen bir dolaba koyuluyor ve siz gelmeden hazır oluyor. İlk gün kayıt masasına uğrayıp yanınızda açık adresinizin yazılı olduğu bir fatura göstermeniz durumunda üyeliğiniz tamamlanıyor ve üç yıllık üyelik almış oluyorsunuz. Yanınızda getirdiğiniz eşyaları kilitli dolaplara koyup kabanınızı asıyorsunuz. Defter veya kâğıt ile bilgisayar ve kurşun kalemden oluşan çalışma setinizi oradaki saydam plastik poşetlere koyuyorsunuz. Evrakı teslim alıp incelemeye başlayacağınız okuma odasına geçerken yanınızda getirdiğiniz poşetin içindekileri ve bilgisayarınızın ekranı ile klavyesi arasındaki yeri kontrol ediyorlar ki bu sayede belge çalınmasının önüne geçiyorlar. İçeri girdiğinizde evinizde gibi hissediyorsunuz. Çevrenizdeki herkes sizin daha iyi çalışmanız için yardımcı oluyor. Benim talep ettiğim evrakı 32C’ye koymuşlardı. Ayrıca bu numara sizin oturacağınız yeri de tayin ediyor, öyle bir düzen var.
Çalışma odasına bir defter veya üç klasör götürebiliyorsunuz. İçeride on dakikada bir volta atan memurlar buna çok dikkat ediyorlar. Aynı anda iki defter okuma salonunda bulunmuyor. Strafor köpüklere benzeyen eşyanın üzerine defteri koyuyorsunuz; görevlilerin dikkat ettiği diğer bir husus da bu. Belgenin orijinalini bir kutu içinde veriyorlar. Kutudan çıkarıp araştırmanıza başlıyorsunuz. Genelde süreniz kısıtlı olduğundan teknolojik aletleri kullanarak fotoğraf çekiyorsunuz.
Sürdürülebilirliği sağlayarak araştırmanıza devam etmenizi kolaylaştırıyorlar. Akşama doğru talep ettiğiniz defterlerin yalnızca dördüne bakabildiyseniz sistem üzerinden diğer evrakı bir sonraki güne bırakabiliyorsunuz. Bu sayede araştırmanız bölünmeden kalan evraka devam edebiliyorsunuz. Naçizane önerim, ilk üç dört gün on iki belge talep etmeniz ki böylece sonraki günlerde elinizdeki evrakı “Araştırmama devam ediyorum” butonunu kullanarak eritebilin. Dolaplar tam on iki defterin kutusunu alacak şekilde tasarlanmış, fazlasını bulunduramıyorsunuz, bunu da belirtmiş olayım. İlk günden kalan yedi defterin yanında ikinci gün talep ettiğiniz on iki defter değil, yalnız beş defter geliyor ve üzerinizde aynı anda on iki defter tutabiliyorsunuz. Ama teslim ettikçe bu on iki sürekli yenileniyor.
Öğle saatlerinde biraz yoğunluk olsa da öğle yemeğini uzaklara gitmeden yemeniz mümkün, arşivin sevimli bir kantini mevcut. Çorba, sandviç gibi çeşitli yemeklerle cüzdanınıza uygun bir şekilde öğle yemeğini halledebiliyorsunuz. Arşivin bulunduğu yer Richmond’a giden Districk Line üzerinde. Kew durağında inip tabelaları takip ediyorsunuz, ancak yakınlarda yemek yiyecek yer olmadığı için çalışmalarınızın hızı açısından buradaki kantinden faydalanmak makul bir seçenek. Ben yılbaşı zamanında gittiğim için hava durumu dolayısıyla pek fark etmedim ama yakınlarda Kraliyet’in bahçeleri var. İlkbahar, yaz ve sonbahar mevsimlerinde gideceklere parklara giriş için yanlarında ek bir bütçe bulundurmalarını tavsiye ederim.
Son olarak, İngiltere’deki arşiv ziyaretimi esas alan Londra seyahatim pek tabiidir ki yalnızca arşiv çalışmasından ibaret değil. Diğer müze deneyimlerimi başka bir yazıda sizlerle paylaşacağım.


Mumyalardan Müzelere Londra Notlarım – Yarının Kültürü için bir cevap yazın Cevabı iptal et