x.com/lairocse1 YAZDI.
1912 yılında (Hicri takvimle 14 Mart 1328 tarihinde) Amasya’da Mehmed ve Havva kızı Zöhre olarak doğup Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün üvey kızı olarak tanınan Zehra Aylin’in 1935 yılında İngiltere’den Türkiye’ye dönerken Fransa’nın kuzeyinde trenden düşerek ölmesi, neresinden bakarsanız bakın ancak romanlarda veya filmlerde rastlanabilecek bir olay. Ama bırakın edebiyatı ya da sinemayı, Zehra Aylin hakkında Türkiye’nin önde gelen sitelerinden Ekşi Sözlük’te bile pek bir şey yazılmamış.

Olay, erken Cumhuriyet döneminde geçiyor. Ankara ve iktidarla bağlantılı, hemen hiç çalışılmamış gizemli ve dikenli bir konu… Dolayısıyla iş yine başa düştü. İngiliz, Fransız ve Türk gazete arşivlerini inceleyerek bugüne kadar hiçbir yerde yazılmamış en kapsamlı Zehra Aylin dosyasını hazırladım.
Zehra Aylin’in hikâyesi, Ankara’da Çankaya köşkünün bahçesindeki iki odalı özel okulda başlıyor. Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nde biten Türkiye’deki eğitim sürecinin ardından İngiltere’ye gönderilen Aylin, Londra’da henüz okuluna başlamışken 1935 yılının kasım ayında birden Ankara’ya dönmeye karar veriyor. Bu yolculuk sırasında bindiği trenden düşerek öldüğü, sonra İstanbul’a getirilerek gömüldüğü ve mezarının kaybolduğu biliniyor.
Konunun gizeminden ötürü şimdiye kadar yankı bulan türlü spekülasyonlara değinmeden yolculuğun gerçekleştiği rotada çıkan İngilizce, Fransızca ve Türkçe haberlere bakarak 20 Kasım 1935 Çarşamba günü saat 16.30 civarında o trende ne yaşandığına ilişkin somut bilgileri aktaracağım.
Zehra Aylin Kimdir?
Zehra Aylin, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ile Latife Hanım’ın ilk manevi evlatlarıdır. Mustafa Kemal ve eşi Latife Hanım, dört yaşındayken babasını, beş yaşındayken annesini kaybeden Zöhre’yi, 25 Eylül 1924 tarihinde, Amasya’da kaldığı Şefkat-i İslamiye Cemiyeti adlı yetimler yurdunda ziyaret eder. Mustafa Kemal, Zöhre’nin zekice cevaplarından etkilenip kendisini manevi evladı olarak Ankara’ya getirir. Aynı yurtta kalan bir yaş küçük kardeşi Nuriye ise Amasya’da kalır.[1]
1924 yılında Zehra’nın Amasya’dan getirilmesinin ardından 1925 yılında Konya’dan Rukiye, Bursa’dan Sabiha, İzmir’den Afet, 1927 yılında ise İstanbul’dan Nebile, ailenin yeni manevi evlatları olarak Çankaya Köşkü’ne gelir.[2]

Neden Londra’ya Gitti, Neden Dönmek İstedi?
Atatürk manevi kızlarının eğitimine önem veriyordu. Çankaya köşkünde sırf bu çocuklara ders veren özel bir okul bile mevcuttu. Rukiye Erkin ile Nebile İrdelp evlenip yuvadan uçarlar. Sabiha Gökçen havacılığa, Afet İnan ise tarihe merak sarınca üvey babasının “Seninle de edebiyat konuşmak istiyorum” demesi üzerine Zehra Aylin soluğu Londra’da alır. Bu noktada Zehra yurt dışına gitmeye istekli miydi, kardeşler arasında rekabet var mıydı konularına değinmediğimi belirtmek isterim.
Zehra Londra’ya ayak basar basmaz gazetelerde pek çok haber çıkmış. Örneğin, 31 Ağustos 1935 tarihli Edinburgh Evening News’te, Kemal Atatürk’ün peçesiz evlatlık kızının hareme girmek yerine üniversite okumak için Londra’ya gelmesinin Türkiye’de gerçekleşen muazzam devrimin bir örneği olduğu yazılmış. Zehra aslında Londra’ya iki yıllığına gelmiştir. Hocalarının dediğine göre Mustafa Kemal onun İngilizce öğrenmesini talep etmiştir: “…her adopted father, Mustapha Kemal Pasha, having expressed the wish that she should learn english, although naturally she took other subjects too.” Demek ki Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’ndeki İngilizce derslerinin yetersiz olduğu düşünülmüş. Zehra, üvey babasının ondan Oxford’a giriş sınavlarını geçmesini istediğini tekrarlar ve eğitiminin ardından Türkiye’ye dönüp öğrendiklerini halka aktaracağını söylermiş. Ayrıca babasının sayesinde işlerin Türkiye’de çok değiştiğini anlatıp babasının devrimlerinden bahsedermiş: “Zehra was intensely interested in Kemal Ataturk’s work and policy. ‘I want to carry on my father’s work when I go back to Turkey’ she often said.”
Zehra’nın Londra’da ne kadar kaldığını ve bu sürede neler yaptığını, örneğin okuldaki odasında bulunan şömine rafında Atatürk’ün gümüş çerçeve içinde imzalı fotoğrafının durduğunu ancak ölümünün ardından İngiltere’de çıkan gazetelerden öğreniyoruz.
Araya girip hemen bir parantez açayım: Her yerde Zehra’nın 19 Kasım’da öldüğü yazılı, oysa doğru tarih 20 Kasım 1935 Çarşamba olmalı. Ölümünden iki gün sonra, 22 Kasım 1935 tarihinde çıkan The Guardian gazetesinde yer alan “Kemal’s adopted daughter mystery of her death cause of fall from train” başlıklı habere göre Zehra Aylin, Eylül 1935’ten beri Hampstead’daki Oak Hill Park, St. Margaret’s College’da (St. Hilda’s Domestic Science and Finishing School) okuyordu. Nitekim Le Quotidien adlı bir Fransız gazetesi 5 Eylül 1935 tarihli sayısında fotoğrafına da yer vererek Zehra’nın 4 Eylül’de Londra’ya geldiğini yazmış: “Mlle Zehra Aylin, fille du kemal ataturk, dictateur de turquie, est arrivée hier à londres où elle doit faire ses études.” 20 Kasım’da öldüğünü düşünürsek esasında Zehra Aylin Londra’ya bir buçuk aydan biraz fazla dayanabilmiş.

Yine The Guardian’ın haberine göre Zehra Aylin, Türkiye’ye doğru yolculuğa çıkmadan önceki pazar günü Türkiye Büyükelçiliği’nde akşam yemeğine gitmiş ve o gece okula dönmemiş. Pazartesi günü ise Türk bir hizmetçiyle gelip valizini topladıktan sonra okuldan ayrılmış. Zehra’yı yaşam dolu, zeki, genç bir kız olarak tanımlayan hocaları, gazeteye yaptıkları açıklamada, pazartesi günü eşyalarını toplayan Zehra’nın acilen Türkiye’ye gitmesi gerektiğini söylediğini, bu duruma şaşırdıklarını ve hatta Zehra’nın okul müdiresi Miss H. J Copinger’e, onun için yaptıklarından dolayı teşekkür ettiğini ve St. Margaret’s okulunda ne kadar mutlu olduğunu anlattığını ifade etmişler.
İngiliz gazeteciler sadece Zehra’nın hocalarına değil, Türkiye’nin Londra’daki elçiliğine de mikrofon uzatmış. Bu arada Büyükelçilik koltuğunda o dönem hayli tanıdık biri oturuyormuş: Ali Fethi Okyar. Mustafa Kemal’in teşvikiyle kurduğu Serbest Cumhuriyet Fırkası’ndan dili yandığı ve 1930’un sonunda da partisi kapatıldığı için kendisini Londra’ya zor atmış olsa gerek. Okyar’ın başında bulunduğu Londra’daki Türk Büyükelçiliği’nden ismi verilmeyen bir yetkilinin yaptığı açıklamaya göre Zehra Aylin’in ciddi bir vatan özlemi çektiğini öğrenebiliyoruz. Zehra, kasvetli kasım havalarının onu mutsuz ettiğini söyleyerek üvey babasına Türkiye’ye dönüp dönemeyeceğini sormuş. Babası da bu talebi kabul etmiş. İngiliz gazetelerine göre Zehra, son yolculuğuna çıkmadan iki gün önce “İngiltere’yi sevdim ama havasına hââlâ alışamadım!” demiş: “But the dull skies of an English winter were strange to her. ‘I like England’ she said, only two days before she left on her last journey, ‘but I am not used to climate yet.’”
Birmingham Gazette’te yer alan haberde ise büyükelçilikten yapılan açıklamaya atfen, Zehra’nın kendisine yabancı bir ülkede akrabalarından bu kadar uzakta olması nedeniyle eve dönmesinin daha iyi olacağının düşünüldüğü belirtilmiş: “At the embassy it was considered that as she was so far from her relatives in a country which was strange to her, it was better in the circumstances that she should return home.” Büyükelçilikteki o anonim kişi Aylin’in çok güçlü olmadığını, Londra’nın kasvetli kasım havalarının onu iyice mutsuz ettiğini ve son zamanlarda sağlığının iyice bozulduğunu söyleyip bir de hastalıktan bahsetmiş: neurasthenia.[3] Orijinal ifadesiyle, “It may have been the dull november skies which made her unhappy, but I know that she had asked her adopted father if she might return to Turkey, and he had agreed. She was not very strong, and recently her health had not been good; she suffered from neurasthenia.”
Fakat Londra’da okuduğu okulun müdiresi, Zehra’nın memleket özlemi filan çekmediğini, hiç erkek arkadaşı olmadığını, gitmesinin tek nedeninin rahatsız olması olduğunu söylemiş: “The statement that ‘Miss Aylin was homesick is also untrue’ said Miss Copinger: She was here eight weeks, had no male friends, and never went alone. She was very happy here, and the only reason she left was that she became unwell.” Yine bir başka habere göre (The Lancashire Daily Post, 21 Kasım 1935) Zehra’nın öğretmenlerinden biri, vatan hasreti çektiğine ilişkin en ufak bir izlenim bile edinmediklerini söylemiş: “We had no idea that she was in the slightest degree homesick. We have pupils of many nationalities here and Miss Aylin quickly became popular with us all. She was an intelligent, vivacious girl of twenty, who seemed to enjoy life to the full. She always wore English clothes, in which she showed excellent taste.”
Dönüş Rotası ve Bindiği Tren: Golden Arrow
Zehra, 18 Kasım 1935 Pazartesi günü okuldakilerle vedalaşmış ve 19 Kasım’da trene binerek Londra’dan ayrılmıştır. Zehra’nın bindiği tren, dönemin sadece en lüks değil, aynı zamanda saatte 120 kilometreye ulaşan süratiyle en hızlı buharlı treni olan The Golden Arrow’dur (Fransızcası Flèche d’or). Londra’dan Dover’a gelen vapur bağlantılı, on vagonlu bu tren, buradan yolcuları alıp The Night Ferry adlı feribotla Calais’ye, orada bekleyen bir başka trenle de Paris’e götürür. Zehra Aylin Paris’e kadar gelebilseydi Paris’ten Strazburg, Münih, Viyana, Budapeşte, Bükreş ve İstanbul üzerinden yaklaşık bir haftanın sonunda Ankara’ya ulaşmış olacaktı.
Yanındaki Kişi: Şefik Bey
Feribotla Fransa’nın Calais şehrine gelen ve trenin first class vagonuna binen Zehra Aylin’in yanında o gün biri daha vardır. Bu kişi, Londra’da eşyalarını toplayan Türk Büyükelçi Ali Fethi Okyar’ı ziyaret eden ve pazartesi günü Paris’e dönmek üzere tesadüfen Zehra ile aynı trenle yolculuk eden Şefik Bey’dir. Ali Fethi Okyar, karısı ile birlikte Zehra ve Şefik Bey’i Londra’daki Victoria tren garından uğurlarlar.
Peki İngilizlerin “A friend of the Ambassador’s, Bey Şefik, who has been on a visit to England and was returning to France, offered to escor Miss Aylin as far as Paris, and this offer was accepted. The ambassador and his wife saw them off from” şeklinde yazdıkları Şefik Bey kimdir?
Dönemin bütün edebiyatçılarını, Refik Halit Karay’ı, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nu,
Hüseyin Suat Yalçın’ı tanıyan, hatta Yahya Kemal Beyatlı’ya Paris günlerinde eşlik eden bir avukat. 26 Kasım 1935 tarihli Akşam’da yazdığına göre Şefik Esat, büyükelçi Ali Fethi Okyar’ın mutemedidir. Bu gazetenin Daily Mail’dan aktardığına göre Şefik Esat’ın Aylin’e refakat etmesini isteyen ise Fethi Bey’in bizatihi kendisidir: “Deyli Meyl gazetesinin yazdığına göre Londra büyükelçisi Bay Fethi, Bayan Zehra’ya Paris’e kadar refakat etmesini mutemedi olan Şefik Esat’tan istemiş, Bay Şefik Esat da bunu memnuniyetle kabul etmiştir.”
Tarih: 20 Kasım 1935, Saat 16 civarı
Yer: Fransa’nın Kuzeyinde Picquigny ile Ailly-Sur-Somme Arası
Şefik Bey’le trene binip önce Londra’dan Dover limanına, oradan feribotla Calais limanına ve Calais’den de tekrar trenle Paris istikametine doğru giderken salı günü sabaha doğru Zehra kendisini iyi hissetmediğini söyleyip hava almak için trenin kapısını açıyor. Bu tehlikeli hareketi görüp kapıyı kapamaya yeltenen görevliye (veya trendeki temizlikçi kadına/yolculardan birine) ise “Yes, I know, but I need air!” diyor. Kapı bu kişiler tarafından kapatılıyor ama bir süre sonra Zehra’nın yeniden açık kapı önünde ayakta durduğu görülüyor. Bir başka versiyona göre, Zehra’nın kompartımanı son vagondaydı ve yemek vagonu zannederek trenin arka kapısını açıp düşmüştü.

Saat 16.30 Civarı
Zehra’nın uzun bir süre geçmesine rağmen yerine dönmemesinden şüphelenen Şefik Bey’in (kendisi mi yoksa haber verdiği görevliler mi bilinmiyor) acil fren kolunu çekmesiyle tren duruyor. Fakat gazetelerde çıkan haberlere göre ise tren Paris’e kadar gittikten sonra görevlilere haber verilip kız aranıyor. Zehra’nın yokluğunun düştükten iki saat sonra fark edilmesi ve bu süre zarfında trenin çoktan Paris’e varmış olması, Daily Mirror’a göre, communication cord adı verilen, acil durum anında trenin durması için çekilmesi gereken zincirin olay gerçekleştiği anda Zehra’nın refakatçisi tarafından çekilmemesinden kaynaklanıyor: “Miss Zehra, accompanied on the journey by a governess, who instead of pulling the communication cord immediately, gave the alarm two hours later when the train arrived in Paris.”
Nitekim Zehra, yerde otuz metrelik bir kan izi ve kanların sonlandığı noktada balast adı verilen küçük taşların üzerinde kafatasında korkunç bir yarıkla, alnında türlü yaralarla olduğu yerde can çekişirken bulunuyor. Zavallı Zehra, düştüğü yerden 10-15 km uzaklıkta bulunan Amiens’teki L’hotel-dieu adlı hastaneye kaldırıldıktan iki saat sonra ne yazık ki ölüyor.
Olay Nasıl Gerçekleşti?
Fransız gazeteleri içinde olayın nasıl gerçekleştiğine ilişkin en ayrıntılı haber, Kuzey Fransa’nın bölgesel günlük gazetesi L’écho du Nord’un 22 Kasım 1935 tarihli nüshasında bulunuyor.
Başında Yüzbaşı Holleville’nin bulunduğu Picquigny jandarmasınca olay yerinde yapılan incelemede, Zehra’nın, trenin en sonunda bulunan yataklı vagonun (wagon-lit) arkasındaki kapının tavan penceresinden düştüğünün kesin olduğu söylenmiş. Dahası, balast üzerindeki izlere bakarak Zehra’nın vagona elli metre boyunca tutunduğunu ve yaklaşık altmış metre boyunca sürüklendiğini, ayakkabılarının olmadığını, kâğıt ve madeni paralarının, evraklarının ve el çantasının yere saçıldığını ifade etmişler. Nitekim Zehra’nın kim olduğunu çantasından çıkan pasaporta bakarak tespit etmişler.
Türkiye’de çıkan haberlere göre ise öldüğü sırada Zehra’nın elinde pudralık vardır ve kızın kazaya kurban gittiğinin en büyük delili bu pudralıktır.

Cenaze Rotası ve Takvim
20 Kasım 1935 Çarşamba günü öğleden sonra saat dörtte öldü.
21 Kasım 1935 Perşembe günü tahnitlendi.
22 Kasım 1935 Cuma günü saat on birde Hotel Dieu d’amiens’de düzenlenen törenden sonra üstü cam olan değerli bir ahşaptan yapılma tabuta yerleştirilip saat ikide Paris’ten gelen sabah on treninin arkasındaki bir vagonla Paris Başkonsolosu Firuz Kesim’in eşliğinde Paris’e intikal ettirildi.
23 Kasım 1935 Cumartesi günü cenaze İstanbul’a gönderilmek üzere Paris’e götürüldü.
24 Kasım 1935 Pazar günü Marsilya limanından Teofil Gotye vapuruyla İstanbul’a hareket edildi.
2 Aralık 1935 Pazartesi günü İstanbul’a vardı ve burada defnedildi.
Manevi de olsa cumhurbaşkanının kızını Paris garında beklemekte olan Türkiye’nin Paris Büyükelçisi Suat Davaz, tren gecikerek gelip de üzerine olayı öğrenince cenazeyi almak için bir taraftan Başkonsolos Firuz Bey’i Calais’ye yolluyor, bir taraftan da kara haberi Ankara’ya iletiyor. Atatürk, özel kalemi Hasan Rıza Soyak aracılığıyla “isim zikredilmeden, tören yapılmadan tahnit işleminin ardından cenazenin Türkiye’ye nakli” talimatını Fransa’dakilere ilettiğinde Firuz Bey, Zehra’yı bir kilisede üstünde haç olan bir tabut içinde bulmuştur.[4]
Cenaze hemen gömülmeyeceği için Başkonsolos, Ankara’dan gelen tahnit talimatına binaen Paris’ten bir doktor getirtip Zehra’yı tahnitletmiş. Son olarak, Le figaro’daki habere göre cenaze törenine Somme valisi/kaymakamı Jozon ile özel kalemi Guerin de katılmış.
İstanbul ve Maçka Mezarlığı
Zehra’nın tabutunu taşıyan vapur 2 Aralık 1935 Pazartesi günü İstanbul’a gelir ve tahnit edilmiş ceset Şişli Sıhhat Yurdu’na kaldırılır. Konuya ilişkin günümüzdeki bazı anlatılarda olayın trajedisini artırmak için tabutun dört amelenin omuzlarında mezarlığa götürülüp gömüldüğü söylenir ama dönemin gazetelerinde çıkan haberler bunu doğrulamamaktadır. Saat onda büyük bir törenle Şişli Sıhhat Yurdu’ndan alınan cenaze, Teşvikiye Camiinde kılınan namazın ardından bir kıta askerin selam durduğu törenle Maçka mezarlığına defnedilmiştir. 3 Aralık 1935 tarihli Cumhuriyet’in haberine göre “bu hazin törende Cumhurbaşkanı Atatürk adına, özel kalem müdürü Hasan Rıza Soyak, İstanbul valisi ve belediye başkanı Muhittin Üstündağ, parti erkânı, İstanbul’da bulunan milletvekilleri, emniyet müdürü Fehmi Vural, Korgeneral Ömer Halis Bıyıktay, talebe, asker ve polis müfrezeleri hazır bulunmuş.” Ayrıca mezarına Hasan Rıza tarafından Atatürk namına getirilen çelenke ek olarak vilayet, parti, talebe birliği ve Fransız hükûmeti namına birçok çelenkler konmuş.
Soruşturma Aşaması
Olay trende gerçekleştiğinden Paris’in ana tren istasyonu olan Paris kuzey garı La gare du nor a Paris karakolu, hem tren personelini hem de Zehra’ya eşlik eden kişiyi sorgulamış.
Le journal gazetesinde çıkan haberde bu kişinin adı verilmeksizin Türkiye’nin Londra elçiliğinden bir ataşe olduğu yazılmış: “…la personne qui accompagnait la jeune fille. Cette personne etait un attache de l’ambbasade de Turquie a Londres.” Oysa yazının başında da belirttiğim üzere, İngiliz gazeteleri Şefik Bey diye birinin adını vermişti ve bunun Fethi Okyar’ın arkadaşı olduğunu yazmışlardı. Fransız polisi trende yaptığı incelemede, tam olarak anlaşılamamakla birlikte Zehra’nın trenin sonundaki yataklı vagonun (wagon-lit) kapısının üstündeki açılır pencereden düştüğünü, metrelerce devam eden kan izinden yola çıkarak Zehra’nın 110 km hızla giden trenden düştüğü sırada kendisini kurtarmak için uzun bir süre sol eliyle tren basamağına tutunduğunu, bu yüzden de olayın intihar değil, bir anlık baş dönmesinden kaynaklanan bir kaza olduğunu belirtmiş.
Kaza Mı? İntihar Mı? Cinayet Mi?
Hâlâ neyi sorguluyoruz ki? Gazeteler, Fransız polisinin olayı kaza olarak değerlendirdiğini belirtmiş. Gazetelerin verdiği ortak bilgilerin aksine Oran-Matin isimli gazete, Türkiye’yi Irak’la karıştırıp Irak Cumhurbaşkanı’nın kızının Fransa’da öldürüldüğünü söylemiş: “la fille du president de la republique d’Irak se tue en France.” Üstelik bu gazete kızın vücudunda ciddi bir yaralanma olmadığını, sadece kafatasının kırıldığını yazmış.
İngiltere’de çıkan Birmingham Gazette ise Zehra Aylin’in ölümünün arkasında genç bir İngiliz’e âşık olduğu ve bunun ortaya çıkması üzerine apar topar memleketine döndüğü söylentilerinin olduğunu, fakat bu durumun okul müdiresi Bayan Copinger tarafından yalanlandığını söylemiş. “It was absolutely untrue that the girl had developed an affection for a young Englishman, and that when the affair became known, it was decided that she should return home at once.”
Son Posta Gazetesi ise St. Hilda Mektebi Müdürü Kopinger’in ağzından “Zehra, sevimli ve tatlı bir kızdı. Aramızda altı hafta kadar kaldı ve kendisini herkese sevdirdi. Bence Manş kanalını geçerken rahatsızlanmış ve hava almak için yanlış kapıyı açarak kazaya kurban gitmiştir. Ben de aynı trende çok defa aynı hatayı yapmışımdır. Tren çok süratli gider ve kızın düştüğü yerde birdenbire sapar, düştüğü yeri gayet iyi bilirim” ifadelerini tekrarlamış. Gerçekten de Copinger, Birmingham Gazettte’de, Zehra’nın kendisine veda ederken mutlaka ona yazmasını söylediğini belirtmiş ve ölümünün bir kaza olduğuna inandığını vurgulamış: “When I said good-bye to her on monday she asked me to be sure to write to her. I am convinced that her death was the result of an accident.”
Bütün arşiv taramalarımdan çıkardığım sonuç ise şudur: Ankara’dan kalkıp Londra’ya giden ve Londra’dan dönmek üzere olan biri, bu upuzun rota boyunca intihar için neden özellikle treni ve trenden atlamak için de Fransa’nın kuzeyindeki bir köyü seçti? Diyelim ki Zehra bir cinayete kurban gitti, katil çok daha kuytu köşeleri seçebilecekken neden pek çok görgü tanığı olması muhtemel treni ve tam da o lokasyonu seçti? İntihar ve cinayetin dışındaki üçüncü seçenek olan trenden düşme çok daha akla yatkın bir seçenek. Çünkü tren, döneminin en hızlı treni ve polis raporlarında cinayete işaret eden hiçbir husus yok.
Fakat yine de olayda kafaları karıştıran pek çok soru var:
- Zehra’nın yaşı hemen her gazetede farklı verilmiş: 16 diyen de var, 23 diyen de, 30 diyen de. Fakat görebildiğim kadarıyla Zehra, fotoğrafların hiçbirinde 25’in altında gibi durmuyor.

- Yabancı gazetelerin tamamı Zehra için Atatürk’ün evlatlık kızı derken Türk gazeteleri ne evlatlığa ne de kızı olduğuna değinmiş. Zehra için Atatürk’ün desteklediği, yardım ettiği, himaye ettiği kız denmiş.
- Yolculuğunda Zehra’ya eşlik eden o gizemli kişi, Şefik Bey kimdi?
- Londra Büyükelçisi Ali Fethi Okyar’ın, Paris Büyükelçisi Suat Davaz’ın ve Başkonsolos Firuz Kesim’in ifadelerine başvuruldu mu? Bu kişiler sonradan bu olaya ilişkin neler anlattı? Mesela Fethi Okyar, 300 sayfalık anılarında neden bir kez bile Zehra’ya değinmedi?
- Hem Paris’e talimat yollayan hem de Maçka’daki cenazeye Atatürk adına katılıp çelenk koyan Hasan Rıza Soyak tuğla kalınlığındaki anılarında Zehra’dan neden hiç bahsetmez?
- Üvey kardeşleri arasında Zehra’nın kendisini en yakın hissettiği Sabiha Gökçen’in, kendisiyle yıllar sonra yapılan röportajda Zehra’nın intihar etmiş olabileceğini söylemesinin nedeni neydi?
- Cenaze neden üvey babasının olduğu Ankara’ya getirilmeyip kimsesinin olmadığı İstanbul’da Maçka mezarlığına gömüldü?

Not:
Amasyalı yerel tarihçi Hüseyin Menç, Amasya merkez nüfus müdürlüğü kayıtlarına baktığını, Zehra’nın soyadının “İnal” olarak göründüğünü, ölüm hanesine ise “kapalı kayıt” şerhi ile birlikte şu açıklama notunun düşüldüğünü yazmış:
“5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 33. maddesi ve anılan kanunun uygulamasına ilişkin yönetmeliğin 69. maddesi uyarınca genel müdürlük makamının 03.11.2008 tarihli oluru ile adı geçenin ölüm araştırması yapılacaktır. Araştırma sonuçlanıncaya kadar bu kayıt üzerinde işlem yapılamaz ve bu açıklama ölümün hukuki sonuçlarını doğurmaz.”[5]
[1] Zöhre’nin Amasya yaşamı için Hüseyin Menç, Atatürk’ün Manevi Kızı Zehra Aylin: Amasya Yetimler Yurdu’ndan Çankaya Köşkü’ne (Amasya: TDED Amasya Şube Başkanlığı Külliye Mecmuası Yayınları.)
[2] Ülkü Adatepe’yi bilinçli olarak saymadım çünkü 1932 doğumlu Ülkü hem diğerlerinden çok küçük hem de evlat edinilmiş değil.
[3]Neurasthenia, Türkçede nevrasteni olarak bilinen, yorgunluk, bunaltı, sinir zayıflığı gibi semptomları olan ve günümüzde kendi başına bir hastalık olarak muamele görmeyen bir tür psikolojik olarak iyi hissetmeme halidir. Türkçe haberlerde bu esmer, zayıf, kara gözlü kızın melankoliye tutulduğu, nevrasteniden mustarip olduğu, son zamanlarında mübalağalı bir daüssıla, yani aşırı bir sıla hasreti çektiği, ısrarla Türkiye’ye gelmek istediği ve ancak Türkiye’ye dönerse şifayab olmayı umduğu yazılmıştır.
[4] Zehra’nın Hristiyan sanılıp kiliseye kaldırıldığı ve üstünde haç olan bir tabutla tören yapıldığı falan gibi bir bilgi kirliliği de söz konusudur. Daha önce de yazdığım gibi kızın öldüğü hastane esasında bir dini yapı ve Saint Jean Katedrali kompleksine dahildir. Tıpkı diğer cenazelerde olduğu gibi Zehra’nın cesedini de alıp şapele (Chapelle St-Nicola) götürmüşler.

Yorum bırakın